Dili Olan İnsanlar
Yeryüzünün katmanları bile içten içe birbiriyle savaşıyordu. Bir adım üstte olmak için büyük bir çaba gösteriyor ve gün geliyor, biri başarıyordu. Hani hep insanlara suç buluyoruz ya, ayağımız, bastığımız toprak bile sürekli çatışma içinde, kendini zorluyor; beyazla, siyahı yan yana yaşatıyordu. İnsanlar da gördüğünün dışına asla çıkamıyordu. Kimi beyazı görürken kimileri siyahı görüyordu. Her ikisini fark edenler ise bir kazanın içinde sürekli, yeraltı gibi kaynıyordu.
Bugün de şiddetli bir yağmur yağıyordu. Ben de yeryüzünde yürüyordum. Şu evrende tek amacım elimdeki bir parça ekmek kırıntısıyla eve geri dönebilmekti. Yağan yağmur bunu engellenmeye çalışıyordu. Adımlarımı kocaman atmaya çabalarken, eve gitmeyi başarabileceğim konusunda endişelerim vardı. Ne kadar hızlı olursam olayım şu durumda, aslında imkânsızdı. Peki bir şey imkânsız diye vazgeçilir miydi? Bütün bedenimi döven yağmur, yaşattığı acı ile çabamdan vazgeçmemi istemese de engelliyordu. Çünkü kimse acıyı kabul etmiyordu. Kendimi bırakıp öylece olacakları izleyemiyordum, ama engelleyemiyordum da. Bunu fark edince amacımdan vazgeçmedim ama savaşmaktan vazgeçtim. Su daha fazla akmaya başladı ve o an olan oldu. Bir anlık önümü görememem ile hızla akan suya kapıldım. O kadar hızlı götürüyordu ki beni halinden çok memnundum. Çünkü gücümün yetmediği yerde bana güç olmuştu. Üstüm ıslansa da ayaklarıma bir sürü çalı çırpı çarpsa da elimde tuttuğum ekmek kırıntısı ile benim yapamadığımı gökyüzünden akan su birikintisi yapıyordu. Beni, evime doğru götürüyordu.
Yapmam gereken tek bir şey kalmıştı evin önüne gelince; etraftaki bir dala, bir çıkıntıya tutunmaya çalışmak… Su sanki bana yardım etmek için uğraşıyordu. Hatta bedenimi yolun kenarına doğru atmaya başlamıştı bile. Ama ben aradığım dalı bir türlü bulamıyordum. Eve yaklaştığımı da kapının önüne diktiğim ve merdiven kenarlarını süslediğim çiçeklerin olmadığını fark ettiğimde anladım. Su her şeyi götürmüştü. Etrafta oluşan tufana o kadar odaklanmıştım ki gövdem merdivene şiddetle çarpınca canımın acısı ile kurtulduğumu anladım. Kapının eşiğine oturduğumda üstüm çamurla kaplanmıştı. Yağan yağmurla, önüne ne gelirse gelsin katıp götüren suyu izlemeye başladım. Gökyüzünden akan suyun amacı yeryüzünde oluşturduğu bu kaos muydu? İkisi de aynı olmasına rağmen yaptıkları çok farklıydı. Elimdeki ekmek kırıntısını eve koydum. Yağan yağmurla üstümü temizledim. Her şeyin olduğu gibi, bir süre sonra onun da sonu geldi.
Yeryüzünün savaşı bitmişti. Sonra bizler zamanla her şeyi eskisinden farklı ama aynı yapmayı başardık. Mesela ben kaybolan eşyaların bazılarını tamamladım, kırılan basamakları tamir ettim ve yeniden çiçeklerle süsledim. Güneş tekrar ışıl ışıl parladı. Sonra tekrar o gün yağmur yağdı... Bu sefer daha şiddetliydi. Allahtan evdeydim. Aklıma bir parça ekmeğim geldi. Onunla evin yüksek bir kısmına çıktım. Saatlerce bekledim. Bu bekleyişlerin ardı arkası kesilmedi. Her seferinde bir parça ekmek kırıntımı elime alıp yukarıya çıktım. Artık kapının önüne çiçek ekmekten vazgeçtim. Daha sonralar da ekmeğimi hep en yükseğe astım. Güneş hep yine açtı. Yağmur tekrar yağdı. Gün geldi, vücudumun rengi döndü, bedenim aşağıya doğru eğildi. İşte o gün gökyüzüne bakmak aklıma geldi. Baktığımda karşılaştığım, akan suyun gökyüzünden gelmediğiydi. Meğerse tepemdeki kayalıktan akıyormuş. Merak ve sinir içinde kayalığa tırmanmaya başladım. Benim küçük bedenim için zordu bunu yapmak, ama başarmıştım. En üste çıkınca karşılaştığım manzarada şoka uğradım. Birisi tıpkı benim gibi bahçe yapmıştı. Ben küçücük bir ekmek kırıntısı isterken onun derdi kocaman bir ekmekmiş. Bahçeyi büyütürken, fazla akan suyu benim evinde felaketler oluşturuyor, çiçekleri yok ediyormuş.
Dili olan insanlar gibi ben de sussam mı? Yoksa dilim var diye sadece konuşsam mı?