Garip Üzümleri
Pencereden süzülen güneş ışınları önündeki toz zerreleri gibiyiz; ne gittiğimiz yön belli ne geldiğimiz, kâh bir rüzgârla savruluruz kâh birbirimizi ittiririz. Uykudan kızarmış gözlerimi zar zor açarak izliyordum bu zerreleri. Sabahın mahmur sessizliği daha odayı terk etmemişti ki Osman abi yerinden doğrulup bir ah çekti. Fevzi bu aha kayıtsız kalabilseydi günümüz gayet sakin geçebilirdi.
“Hayırdır padişahım neyin ahıdır bu?” ve başlıyordu curcuna. “Hiç, öylesine bir ah işte.” Bırak be adam yakasını! Biri kaşınmak istiyor biri kaşımak, tellalla müşterisi gibi. Bense oturduğu yerde iyice dikelmiş meraklı melahat, olayların nereye varacağını izliyorum. Vira bismillah…
“Yok yok, bu öylesine bir aha benzemez; daha çok atanamayıp pazarda limon satan öğretmen ahı gibi ya da iş bulamadığı için devlete borcunu ödeyemeyen sağa sola borçlanıp derde düşen gencin ahı gibi ya da telefonla dolandırılıp bankadaki tüm parasını kaptıran emekli albay ahı gibi ya da eşi yokluktan kendisini terk etmiş bunun acısıyla evini barkını yakmış adam ahı gibi geldi bana.” Gözlerim dolmadı değil ama insan bunlardan kayışı koparır vesselam.
“Ha ha ha ha! İlahi odacı başı, deli miyim ben böyle şeyleri kafama takayım? Gel ben sana anlatayım neyin ahıdır bu. Dün gece uyurken karyolamın baş tarafındaki duvardan biri bana seslendi. Pişt pişt padişah! Kafayı kaldırdım ki ne göreyim. Orta boylu, sarışın bir hamamböceği ‘Bir derdim var padişahım anlatayım da bana akıl ver, yardımcı ol.’ dedi ve başladı. Zavallı böcek bir kızı sevmiş ama kız kertenkeleymiş. Kızın ailesi bu durumdan hiç hoşlanmamış, hamamböceğini kendilerine layık görmemişler. Kızı kendisi gibi kertenkele olan komşuları ile evlendireceklermiş. Tam bana sen araya gir diyordu ki kızın ağabeyi gelip bir hamlede yutuverdi ya hamamböceğini, kalakaldım, moralim çok bozuldu. İşte bu ah da onun ahı.”
Allah rahmetiyle muamele eylesin. Belliydi böyle bir şeyler olduğu. Daha iki gün önce bende gördüm o hamamböceğini, odanın zemininde fırıldak gibi dönüyordu. Demek karın ağrısı buymuş. Tabi ben Osman abi kadar içerlemedim bu duruma, onunda karın ağrısı başkaydı. Kavuşamamıştı yârine, alamamıştı kollarına. Genişçe omuzlarını dayadı becerin sırtına göğsünü iyice açtı, iri mavi gözleri içindeki denizi zapt etmeye çalışıyordu. Dudakları aralandı ve dökülüverdi birkaç cümle peş peşe:
“Bahar gelir yağmuru toprağa kuru dalı çiçeğe kata kata
Sevgililer ötüşür meyveye durmuş kiraz dallarında
Benimse bir dikili ağacım yok bu diyarda…”
Fevzi abinin de gözleri doldu…“Bende çok üzüldüm şimdi padişahım.” Bizimkiler birbirlerini eylemeye devam ederken üzerine bir beden büyük gelen pijamalarının paçalarını çiğneye çiğneye Ali girdi odaya:
“Padişahım! padişahım!”
“Destur bire gafil padişahın yanına giriyorsun yavaş.”
“Söyle bakalım kul Ali ne oldu?”
“Yan koğuştaki tekfur ve konsolos düşünen adamın karşısındaki asmalardan üzüm yiyorlar. Bizim üzümleri!”
Heh, şimdi tam oldu! Hiç bahçeye çıkasım da yoktu. Padişahımız Osman fırlayıverdi yerinden, daha zapt olunmazdı.
“Vay deyyuslar! Odacı başı uyandır şu yeni çeriyi de gidelim, haydi! Baskın basanındır.” Peki ya Fevzi abi, ikiletmedi, davulun sesini duyunca zurnasını gizler miydi?
“Mehmet abi uyan kalk hadi!”
Tabi ya Mehmet abi düğün kambersiz olur muydu?
“Hoşt lan, it! Kimi dürtüyon sen öyle?”
“Abi baskına gidiyoruz, padişahın emri.”
“Başlarım lan padişahından… Benim olduğum yerde padişahın işi ne! Roma imparatoru Neron’um ben!”
Sabah sabah koğuş tam formunda bende itilip kakılmadan ayağa kalktım. Üzümler kırmızı çizgimizdi. Osman abi kapıya doğru yöneldi, daha dün yeni işe başlayan pratisyen hekime bakarak:
“Çağırın şu hekim başını. İlaçlarını versinler şunun, nedir bu ya…”
Zavallı doktor gözleri fal taşı gibi açılmış odanın içinde dönen piyesi anlamaya çalışıyordu. Ali tekrar girdi araya “Abi üzümlere dalmışlar!”
Bu garibinde tek derdi boğazdı. Mehmet abinin de kırmızı çizgisi üzümlerdi.
“Tekfurla konsolos itidir!”
“Evet.”
“Sizinle helaya bile gitmem ama üzümler ayrı mesele. Yürüyün hadi kutsal babamız yardımcımız olsun…”
Osman abinin alnı geriye gitti gözleri iyice açıldı. “Kim!” Fevzi abi yakaladı kolundan “Aman padişahım deli işte uymayın siz şuna… Gazamız mübarek, kutlu, mutlu hepsi olsun haydi!”
Osman abi de ikiletmedi, severdi Fevzi’yi. Ne de olsa odacı başısıydı. Odanın kapısında bekleyen doktoru eliyle kenara çekti. Koridor boyu ilerlerken mehter marşı yerine bir şiir patlatıverdi:
“Çocukluğum kanar dizlerimden
Avuçlarıma batmış taşları sıyırırım
Çukurlarında yuvarlanır kimsesizliğim
Yine kalkar koşarım topu ardından
Bahtımda batan güneşe aldırmam
Gece toplarım çiği yapraklarıma
Düşeriz kalkarız yol boyu durmadan
Hedef yarın hedef umut…”
Ali gaza gelip bağırıverdi, “Hedef üzümler!..”