GÜNEŞE BAKMAK
Vasconcelos’un “Güneşi Uyandıralım” eserinde;
“Hep güneşten güneşi uyandırmaktan söz eden oğlum nereye gitti?”
“Güç olacak sanırım, benim güneşim dondu” diyaloğu geçiyor. Bazen güneşimiz donar. Hayatın bize adil davranmadığını düşünürüz. Neden sorusunu sorduracak evreler geçiririz. Köşeye sıkışmış hissederiz.
Bu zor zamanlarda bir kahraman bekleriz. Gelsin bizi o acıların içinden çekip çıkarsın isteriz. Oysa insan, hikayesinin yegâne kahramanıdır. Demir ve çeliğe elleriyle biçim veren insan, tutar elinden, en aşağıdan en yukarıya çıkarır kendini ya da tam tersi.
Bu dönemlerde yapmamız gereken, acıyı, çaresizliği, pişmanlığı, dayanılmazlığı sonuna kadar yaşamaktır. Her şeyin geçici olduğunun bilinciyle, kitapları suya atmanın tam zamanıdır. Tüm bildiklerini unutmanın, yeniden başlamanın.
“İnsan acı duyabiliyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyabiliyorsa insandır” diyor Tolstoy. İnişler çıkışlar hep olacaktır. Bir kez hayatın büyük resmini görmeye başlarsak, her şeyin nasıl yerli yerinde olduğunu idrak ederiz. Gecenin koyu karanlığı, günün aydınlığına gebedir. Denizin parlayan suları bizi bekler, ağaçların görkemli gölgesi. Köşede üç beş çocuk, küçük şeylerle mutlu edilecek; yaşlı bir çift, ihtiyaçları görülecek.
Derin bir anlama çabası, tarafsızlık, yargısızlık bir üst bilinç hali yüzümüzü güneşe dönmekle, bütünsel bakışla mümkündür. Acılarımız, başkalarının suskun kederlerine çare oldukça bizden uzaklaşır. Her hal geçer, geçici olanın içinde kalıcı olanın farkına varmaktır esas olan ve varoluşun sahiline anlamlı izler bırakabilmek. Neyzen Usta ile sırlayalım akışı;
Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer,
Ömr-i fani gibidir; gün de geçer, dem de geçer,
Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer,
Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer,
Gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer.