Sobe

“Önüm arkam sobe saklanmayan ebe”

Yavaşça arkama döndüm. Bu sefer kararlıydım en az bir kişiyi sobeleyip ebe olmaktan kurtulacaktım. Yumruklarımı kararlılıkla sıktım ve etrafa göz gezdirmeye başladım. Daha birkaç adım atmıştım ki bir rüzgar saçlarımı dağıtıp geçti.

“Sobe”

Şimdiden mi? Oysa ki çok dikkatli davranıyordum. Kafamı iki yana sallayarak “Şimdi üzülmenin zamanı değil” dedim. Daha iki üç kişi vardı. Eğer bir tanesini bile sobelersem…

“Sobe”

“Sobe”

Şaşkınlığımı gizleyemedim daha yeni başladık ama daha şimdiden üç kişi sobelemişti bile. Geriye bir kişi kalmıştı. İyice düşündükten sonra çalılıkların sardığı kayaya takıldı gözüm. İçimden bir ses oradan birini bulabileceğimi söylüyordu. Oraya yürümeye başladım ve o an son kişi oradan fırladı. Bu sefer bende aynı hızda koşmaya başladım. Önündeydim tam elim ağaca değiyordu ki bir ses duydum.

“Hanımefendi geldik. Uyanın”

Gözlerimi zar zor açtım. Otobüste olduğumu anlamam birkaç saniye sürdü. Rüyada bile başarılı olamıyordum demek ki. Hemen toparlanıp aşağıya indim. Muavin valizimi verdikten sonra eskimiş tabelası ile beni karşılayan köyün girişine gittim. Güneşin ilk ışıkları yerdeki çiy taneleri ile birleşince ortaya çok küçükken izlemek için sabahın erken saatlerinde kalktığım o muhteşem manzara çıkıyordu. Kaybolana kadar izlerdim bu manzarayı o zamanlar ama şimdi; buna ne vaktim ne de halim vardı. Bir an önce babaannemin benim için hazırladığı yatağa girmek istiyordum.

Çek çekli valizimi peşimden sürükleyerek yavaşça yürümeye başladım. Hem yürüyor hem de düşünüyordum. Gerçekten nerede hata yaptığımı bilemiyor, ne kadar denersem deneyeyim her seferinde başarısız oluyordum. Babam en sonunda dayanamamış beni köye sürgüne göndermişti; daha doğrusu o öyle olduğunu sanıyordu. Ben burayı ve babaannemi o kadar çok özlemiştim ki neredeyse teşekkür edecektim babama. Ama tam istediği gibi ceza aldığımı düşünerek üzgün davranmıştım. O da tatmin olmuş gibi koltuğuna geçip kahvesini eline alıp gazetesini okumuştu. Orada üzgün duran kızı umurunda değildi ki… Kafamı gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes aldım. Her şey yoluna girecekti buna inanıyordum.

Yaklaşık 15-20 dakikalık yürüyüşten sonra aşina olduğum o tahta kapının önüne geldim. Kapıyı ittirince kocaman bahçesi olan iki katlı ahşap ev tüm ihtişamıyla karşıladı beni. Sandığımdan daha fazla özlemişim seni.  

‘’Kuzum hoş geldin’’ babaannem yaşına rağmen enerji dolu bir şekilde karşıladı beni. Biraz kıskanmıştım çünkü içimdeki o enerjiyi kaybedeli çok olmuştu.

‘’Hoş buldum. Kız her gördüğümde daha da güzelleşiyorsun sen?’’

Babaannem valizimi elimden alırken “ Utanmıyor musun sen yaşlı başlı kadınla dalga geçmeye” dedi. Az önceki iltifatımın onun memnun ettiğini ses tonundan anlayabiliyordum.

“Hiç utanmıyorum” diyerek yanağına bir öpücük kondurdum. Salona geçer geçmez mis gibi kokular burnuma dolmaya başladı.

“Acıkmışsındır. Ha sen geç geliyorum.

 

 

“Neden zahmet ettin ki. Beraber yapardık.”

“Ne zahmeti kuzum. Hadi gel çay demlenmiştir. Sıcak sıcak çok iyi gider. Hem de ısınırsın”

“Fark etmemiştim ama gerçekten üşümüşüm”

“Buranın ayazını bilmez misin? Sen daha ne olduğunu anlamadan çarpar!”

“Haklısın valla!”

Beraber mutfağa geçip kahvaltı yaptıktan sonra babaannemin bana hazırladığı yatağa geçtim. Babamın beni küçük gören gözleri hala gözümün önündeydi. Hayatta en sevmediğim şeydi birisiyle karşılaştırılmak ama neredeyse her gün bu duruma maruz kalıyordum. Babaannem de durumun farkındaydı ama beni üzmemek için soru sormuyordu. Kaç defa babamı bu yüzden uyarmıştı ama nafile; hiç etki etmemişti. En sonunda o da vazgeçmişti haklı olarak. Ama kendime bir söz vermiştim en azından bir süre bunları düşünmeyecektim.

Uyandığımda öğlen ezanı okunuyordu. Babaannem evde değildi, büyük ihtimalle mandıraya gitmişti. Bir değişiklik olur diye ben de gitmeye karar verdim. Hem yürüyor hem de çocukluğumun geçtiği sokakları inceliyordum. Yenilenen birkaç ev dışında neredeyse her şey yerli yerinde duruyordu. Bu sabah rüyama giren o ağaç da.

Yanına gidip elimi üzerine koyup kısık sesle “Sobe” diye mırıldandım. Sanki bir şeyleri değiştirebilirmişim gibi…

“Zeynep?”

Dönüp sesin sahibine baktım yakışıklı uzun boylu genç bir adamdı ama hiç tanıdık gelmiyordu, cevap vermeden yüzüne baktım. Onu tanımadığımı anlamış olacak ki;

 “Beni tanımadın mı? Benim Meriç.” dedi. “Seni gördüğüme sevindim.”

Hafızamı yokladıktan sonra küçük, hep hasta olan doğuştan gelen hastalığı nedeniyle topallayan bir çocuk belirdi hayalimde. Normal yürüyordu. Demek iyileşmişti. Mutlu olmuştum.

“Hatırladım. Nasılsın?”

“İyiyim asıl seni sormalı, çok uzun zamandır yoktun buralarda?”

“İş güç; tabi iş güç denilebilirse…”

“Anlamadım.”

“Önemli değil kendi kendime söyleniyordum.”

Meriç ağaca yaklaşıp elini az önce koyduğum yere koydu.

“Ne çok oynardık değil mi burada?”

“Evet. Resmen çocukluğumuz bu ağaçla geçti desek yeridir.”

Meriç derin bir iç çekti ve bana döndü. Gözlerinde tanımlayamadığım bir duygu vardı.

“Galiba sana bir teşekkür etmem gerek. Hep yapmak istedim ama hiç kısmet olmadı.”

Şaşkınlıkla yüzüne baktım

“ Ne teşekkürü?”

“Eğer o gün bu ağaca elim değmeseydi sanırım umudumu kaybedecektim.”

Kafam karışmış bir şekilde yüzüne baktım. Oynadığımız bir oyundan bahsettiğini anlamıştım ama bana neden teşekkür ediyordu?

“Bu yüzden bana neden teşekkür edesin ki?”

“Bilerek yaptın.”

“Neyi bilerek yaptım?”

“Oyun oynadığımızda her seferinde bilerek kazanmama izin verdin. O zamanlar farkında değildim tabi ama zaman geçince farkına vardım. Sonra nedenini sorguladım, bunu neden yapmıştın ki?”

Bana döndü benim cevap vermemi bekliyordu. O an hayal meyal anılar canlanmaya başladı. Hasta olduğu için kimse onunla oynamak istemiyordu ama ben zar zor ikna etmiştim arkadaşlarımı. Hep ebe ben olacağıma söz vererek. Ben bunu nasıl unutmuştum ki?

“Neden yaptım bilmiyorum. Belki de bana o zaman doğru gelen oydu.”

“Evet sana doğru gelen oydu.”

Kısa süreli bir sessizlik oldu. Sessizliği bozan o oldu.

“Zeynep eğer başarısız oluyorsan o gerçekten başarısız olduğun için değil. Doğru olduğuna inanmadığın içindir.”

“Neden bahsettiğini anlamadım.”

Tam cevap vereceği sırada telefonu çaldı. Kısa görüşmeden sonra “Gitmem gerekiyor.” dedi. Gitmeden önce bana kartını verdi. “Neden bahsettiğimi çözdüğünde beni ararsan bu konu hakkında tartışabiliriz”

“ Tamam” diyerek kartı aldım ama neden bahsettiğini anlamıştım.


İlginizi Çekebilir

Üçüncü Sayfa

Mine TAPINÇ

Uyanış Dünyamız

Seda GAZİOĞLU