Kurabiye

 Sisin gri kasvetine bürünmüş bir mart sabahına uyanmıştı. Bir haftadır şirkete gitmiyordu. Uykulu adımlarla banyoya giderken gördüğü rüyanın sesi kulaklarında çınladı.

-Gönül gözü…

Neydi gönül gözü? Gönlün gözü mü olurdu? Ne garip bir rüyaydı. Rüyasında onunla konuşan kimdi? Hatırlayamadı. Fakat ses onunla konuşmaya devam ediyordu.

-Sus ve kendini dinle. İç sesine kulak ver. Gözünün görmediğini, kulağının duymadığını duy. Utanmayı geciktirme ki yolun aydınlansın.

Eliyle sesi kovalar gibi bir hareket yaparak aynaya baktı. Duş alıp hazırlanmalı, şirkete gitmeliydi. Sahibi olduğu şirkette onu bekleyen bir toplantı vardı.

Demir, Eskişehir’in önemli iş adamlarındandı. Onun için her şey maddi anlamda para, manevi anlamda ise zevkten ibaretti. Kalp ağzından çıkacak sevgiye dair her söz kalbinin zindanında hapsolmuştu. Benliğini sarhoş etmiş alıştırılmışlık, insanlara gökyüzünden bakan biri yapmıştı Demir’i. Parası ve gücü sayesinde etrafı değer vermediği insanlarla çevriliydi. Benlik duygusunu okşayan, egosunu tatmin eden etrafındakileri sıkıldığında fırlatıp atmaktan, kırmaktan çekinmiyor hatta bu durumdan büyük haz duyuyordu. Gerçek anlamda ne bir dostu ne de bir arkadaşı vardı. Demir, sevgi iletişimi deforme olmuş bir ailenin tek çocuğu olarak yaşam yolculuğuna başlamıştı. Ailesinde annelik ve babalık rolünün verdiği sorumluluk sadece maddi olarak kendini gösteriyordu.

Zeynep ve Erdal Gök, oğulları Demir’e ayıramadıkları çok değerli vakitlerinin yerini bir nevi satın alınmış sevgi olan oyuncaklarla, giysilerle doldurmuşlardı. İnsan hediyesini kalbiyle beraber vermezse onun ne değeri vardır.( Charles Tschopp )

Evet, Demir için de bir hiçbir değeri yoktu. Madden sorun yaşamayan Demir, manen doyumsuzluğa adım adım alıştırılıyordu. Ona arkadaşlık yapması için eve getirilen cansız varlıklardan çok çabuk sıkılır olmuş, kırıp dökmeye başlamıştı. Zeynep ve Erdal oğullarıyla içi sevgiyle dolu kaliteli zamanlar geçirememişler ya da geçirmek istememişlerdi. Orası bir muamma…

Günlerin, haftaların, ayların su misali akıp yıllara kavuşması gibi Demir’in kişiliği de zamanın akmasıyla güneşsiz bir ülkeye kavuşmuştu.

Demir’in toplantısı geç vakte kadar sürdü. Şirketinden çıktı ve rahatlamak için birkaç kadeh içmek düşüncesi ile Eskişehir’in ünlü bir mekânına gitti. Ardı ardına içilen kadehler aklına Selin’i getirdi.

Selin ile bir resim sergisinde tanışmıştı.  Gece mavisi saçları, badem şeklindeki siyah gözleriyle sergideki tablolara benziyordu Selin. Sesi kulakları okşuyordu, gülüşüyle sanki etrafa ışık saçıyordu. Selin yurt dışında sanat tarihi eğitimi almış ve farklı kültürleri tanımıştı. Kısa bir süre önce de Türkiye’ye gelmişti. Demir, Selin ile aralarında geçen sohbetten etkilenmişti. Ya, Selin?

Demir’in uzun boyu, ölçülü fiziği ve insanın içine işleyen yeşil gözleriyle bakışı Selin’in ruhunu ele geçirmeye başlamıştı bile. Tekrar görüşmek üzere sergiden ayrıldılar. Demir, ayrılmadan önce Selin’in telefonuna numarasını kaydetmiş ama Selin’in numarasını almamıştı. Acaba şişirilmiş egosu mu böyle yapmasını istemişti? 

Selin, iki gün boyunca Demir’i zihninde dolaştırdı ve aramaya karar verdi. Demir, telefonu çaldığında şirketteki odasında devasa camdan, kurulmuş oyuncaklara benzettiği insanların koşuşturmalarını izliyordu. Telefonu açtı. Selin’in sesini duyunca yüzünde yaramaz bir çocuk gülümsemesi oluştu. Birbirlerine hal hatır sorduktan sonra konuşmaya kahve eşliğinde devam etmeye karar verdiler. Kararlaştırdıkları mekâna Selin Demir’den önce gelmiş, güneşin ufukla buluşmasının yarattığı renk ahengini izliyordu. Günbatımının kızıllığı ona huzur veriyordu. Demir’in sesiyle irkildi.

-Günbatımı seni büyülemiş gibi görünüyor.

-Merhaba Demir, hoş geldin.  Evet,  her zaman günbatımının büyüsüne kapılırım.

-Hoş buldum, Selin.

Demir, Selin’in karşısındaki koltuğa oturdu. İki saate yakın sohbet ettiler. Selin’in yüreğinde sevgi temelinin atıldığı gün olmuştu, Demir’le buluşması. Selin sevgi temelini atmıştı da Demir için Selin ne ifade ediyordu? Çocukluğunda alıştırıldığı sevgi gibi miydi Selin? Hevesini alıncaya kadar oynayacağı bir oyuncak mı?

Evet, Demir Selin’e oyuncağı gibi yaklaşıyordu. Başka türlü olamazdı da. Çocukluğunda oyuncaklarından başka arkadaşı olmamış, sevgiyi alıştırılmış yanlış bir yaklaşımda görmüş birinin nasıl davranması beklenirdi ki.

Selin, onun umursamaz tavırlarından, pahalı hediyelerinden yılmıştı. O, sadece Demir’i Demir olduğu için sevmişti. Demir’in ne parası ne de unvanı onun için bir şey ifade etmiyordu. Zaten Demir’in aldığı pahalı hediyeleri de kabul etmemişti. Onun için sıcak bir tebessüm, gönülden gelen samimi cümleler yeterliydi. Bu düşüncelerini defalarca dile getirmişti. Selin sevgisinde samimi bir yaklaşım içindeydi ve Demir’den de beklentisi oydu. Demir ise yine Selin’e pahalı bir markanın elbisesini hediye olarak yolladı. Bu, Selin için bardağı taşıran son damla oldu.  Demir’i aradı. Selin’in aradığını gören Demir, yine yaramaz bir çocuk ifadesiyle telefonu açtı. Selin’in sesi buz gibiydi. Merhaba bile demeden konuşmaya başladı.

-Kaç kere daha söylemem gerekiyor Demir? Neden sürekli hediyeler yolluyorsun? Pahalı hediyelerini değil, sevildiğimi hissetmek istiyorum.

Demir bir an sessiz kaldı. Sevgi onun için pahalı hediyelerdi. Daha ne istiyordu Selin? Demir Gök, herkesin karşısında saygıyla ( Sevgiyle demiyorum.) eğildiği iş adamı. Gelemez böyle şeylere. Alışkın değil. Yüreğinin zindanlarında hapsolan sevgiye ait tüm cümleleri serbest bırakmaktansa yüreğinin karanlığını haykırdı.

-Yeter, uğraşamam seninle! Sıkıyorsun beni. Bir daha arama.

Yaptığı her şey için bir gerekçesi ve haklılığı olan Demir, Selin’in yüzüne telefonu kapattı. Selin’in sevgisinin onda nasıl bir boşluk yaratacağının; sevmeyi, sevilmeyi onunla öğreneceğinin o an farkında değildi. Bir haftadır neden şirkete gitmiyordu? Birkaç kadehten sonra neden Selin aklına gelmişti?

Demir, rahatlamak için gittiği mekândan çıktı. Arabasına bindi ve çalıştırdı. Evine gitmek üzere yola koyuldu. Sokak lambalarının aydınlattığı caddede ilerlerken birden kalbinde garip bir duygu doğdu. Önce önemsemedi ve arabasını sürmeye devam etti. Ama kısa bir süre sonra içindeki huzursuzluğu ve boşluğu hissetmeye başladı. Tüm benliğini saran bu duygu da neyin nesiydi? “ Çok parası var, malı mülkü var ama mutlu değil.” sözü aklına düştü. Bu sözün kendisi için söylenmiş olduğunu düşündü, fakat mutluluğun parayla satın alınamayacağının hâlâ farkında değildi. Evinin önüne geldi, arabasını park etti. Nedense bu gece arabasını bahçenin dışına park etmişti. Arabadan indiğinde gökte gümüş bir top gibi parlayan aya inat, yüreğinin karanlığı gecenin içinde Demir’in yüzüne yansıyordu. Cebinden anahtarları çıkardı ve evinin kapısını açtı. Eve girer girmez bir sıkıntıdır başladı yine. Görünmeyen bir el sanki onu boğuyordu. Alıştırıldığı ve kendiyle bütünleşen düzende çözemediği düğümler vardı. Varlığını hissettiği fakat görünmeyen o elden, düğümlerini çözdüğünde kurtulabileceğini düşünmeye başladı. Gecenin sessizliği ile baş başa kalmıştı. Sevdiği tek şey geceydi. Ona geceyi sevdiren anlamlandıramadığı düşünceler miydi?

Bahçedeki ağacın çıplak dalları karanlık hayaletler gibi yatak odasının duvarlarında hareket ederken, uykuya yenik düştü. Sabaha karşı korkuyla gözlerini açtı. Yine aynı rüyayı görmüştü. O ses sürekli “gönül gözü” diyordu. Gördüğü rüya yüreğini aydınlatacak bir ışık olacaktı. Rüyanın etkisiyle tekrar uyuyamayan Demir, yatağından kalktı ve mutfağa gitti. Bir kahve yapıp, pencerenin önündeki siyah koltuğa oturdu. Vakit fecr vaktiydi. Derin düşüncelere daldı. Rüyasındaki ses, küçük bir kız çocuğunun gibiydi. Kime aitti bu ses? Gözlerini kapatan Demir’in zihninin derinliklerinde gittikçe netleşen flu görüntüler canlanmaya başladı.

Altı ya da yedi yaşlarında olmalıydı. Kaş’taki yazlıklarının bahçesindeydi. Komşu bahçede yaşlı bir kadın ile küçük bir kız çocuğu vardı. Yaşlı kadın, küçük kıza bir şeyler anlatıyordu. Küçük kız Demir’i gördü. Masanın üstündeki tabaktan bir kurabiye alıp, oturduğu hasır sandalyeden kalktı. Tahta çitlere doğru yürüdü. Çitlerin üstünden Demir’e kurabiyeyi uzattı. Hiç arkadaşı olmayan Demir, kurabiyeyi küçücük eliyle aldı ve teşekkür etti. Badem gözlü küçük kız, anneannesinin ona hikâye anlattığını isterse onun da yanlarına gelebileceğini söyledi. Demir gidemezdi fakat hikâyeyi de çok merak etmişti. Küçük kıza hikâyeyi sordu.

-“Gönül Gözü” dedi, küçük kız.

Çocukken yaşadığı kısacık bir an, onu etkilemiş ve bilinçaltına itilip rüya şeklinde kendini ortaya koymuştu. Yetişkin olmasına rağmen hâlâ onu etkilemekte, çözülmediği sürece de etkilemeğe devam edecekti. Demir’in geçmişe dönük anıları, geleceğe dönük olayların bir armağanıydı. Üstelik çocukluğunda sevgi adına aldığı armağanlar gibi değil, kişiliği üzerinde manevi değeri olacaktı. Bilinçaltından çıkan küçük kız ve badem gözler… Demir oturduğu siyah koltuktan kalktı.  Kendi kendine konuşmaya başladı.

-Selin!

-Küçük kız, Selin olabilir mi?

- Evet, o olmalı! Badem gözler…

-Selin’le konuşmalıyım.

- Selin’e gitmeliyim.

-Uyuyordur ama şimdi.

- Olsun, gitmeliyim.                                        

Kendi kendine konuşan Demir hızlı bir şekilde giyinip, evden çıktı. Arabasına bindi ve Selin’in evine gitmek üzere arabasını çalıştırdı. Şehrin uyuyor olmasından dolayı sokaklar boştu. Kısa bir sürede Selin’in ziline bastı.  Zilin sesiyle uyanan Selin, saate baktı.

-Bu saatte zile basan kim acaba? Hayırdır inşallah!

Selin sabahlığını üzerine geçirerek kapıya doğru yürüdü. Kapının gözetleme deliğinden baktı. Demir’i görünce çok şaşırdı. Ne yapacağını bilemedi.  Demir ise ısrarla zile basmaya devam ediyordu. Selin kapıyı açtı. Demir ilk defa birinden özür diliyordu.

-Özür dilerim Selin. Saatin farkındayım ama seninle konuşmam gerekiyor.

Selin bir şey söylemeden, el hareketiyle Demir’e içeri geçmesini belirtti. Karşılıklı bir şekilde koltuklara oturdular. Sevgi sözcükleri kullanılmayan, ona vakit ayrılmayan, sevgi bağından yoksun bırakılan Demir,  gördüğü rüyayı anlatmaya başladı. Daha sonra da bilinçaltından çıkan küçük kızı. Demir’i sessizce dinleyen Selin de geçmişe dönük anılarını zihninde yokluyordu. Evet, Selin’in anneannesinin Kaş’ta bir yazlığı vardı. Anneannesinin anlattığı manevi duygular barındıran hikâyelerle büyümüştü. “Gönül gözüyle gör kızım. Sevgi en güçlü bağın olsun. Sevgi kapını her zaman açık tut.” derdi,  rahmetli anneannesi.

Selin’in seneler önce küçücük yüreğiyle Demir’e verdiği kurabiye, görünmez olan sevgi bağının düğümünü atmıştı. Sevgi duygusunu doğal bir biçimde hissettirmeyen Gök çifti, Demir’in ruhsal gelişiminde iyi izler oluşturamamışlardı. Demir, kimseye saygı ve sevgi göstermene gerek yok, bir canlıyı oyuncak gibi görebilir, onunla oynama hevesin bitince fırlatıp atabilirsin mesajını ailesinden almıştı. Çocukluğunda öğrendiği ya da alıştırıldığı değersizlik duygusunu kendiyle büyüterek yetişkinliğe taşımış, maddi gücüyle bencilliğini birleştirerek yanlış zevkler yaşamıştı. Demir’in, Selin’den öğreneceği çok şey vardı. Sevgi kapısı açık olan Selin, bir insanın başka bir insana verebileceği en değerli şey olan yaşamından verdi. Aralarında sevgi bağıyla örülen yol, Demir’in sevgi kapısına ulaştı ve kapı yaşam boyunca açık kaldı.

 

 

 


İlginizi Çekebilir

İstanbul Dünyadan Büyük Değil

Merve Yıldız Özbek

Bir Umuttur Yaşamak

Gülcan KORKMAZ

Bavul

Sinem ALTUĞ