Arya ve Trilye
Arya son günlerde bir nefes alma ihtiyacı hissetmiş ve kendisini Bursa’nın Mudanya ilçesine bağlı eski bir Rum balıkçı köyü olan Trilye’de bulmuştu. Marmara denizi kıyısında şirin bir yerdi ve ilk gördüğü andan itibaren yüreğinde sıcak bir yer edinmişti.
İstanbul’a yakınlığı, tarihi, deniz manzarası, Osmanlı-Rum senteziyle yapılan geleneksel evleriyle onu büyülemişti. Bazı kaynaklara göre Trilye ismini barbun balığının Rumcası olan Trigliya’dan alıyordu, adı 1960’lı yıllarda Zeytinbağı olarak değiştirilmiş ama 2011 yılında tekrar eski haline dönmüştü. Halkın büyük kısmı zeytincilikle geçimini sağlıyordu, sofralık zeytini, zeytinyağı ve zeytin kolonyası meşhurdu.
Kısa bir yokuşun sonunda bulunan bir falezin üzerine inşa edilen, bir yanı uçsuz bucaksız deniz manzaraları diğer yanı Trilye çatılarına bakan Çamlı kahvede sabah kahvaltısını yaptı ve manzaraya karşı sabah kahvesini içtikten sonra Rumlardan kalma dini yapıları gezmeye başladı. Bunlardan biri de 7.yy. Bizans’ından kalma bir kiliseydi. Bu kiliseye bir minare ve mihrap eklenerek 1560 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından camiye çevrilmişti. (Fatih camii)
Onu en çok etkileyen diğer yapıysa Taş mektep olarak bilinen neo-klasik tarzda 1909 yılında Tanzimat fermanı sonrası yaptırılan Osmanlı eğitim reformlarının halen ayakta kalan örneklerinden biriydi. 1924 mübadele sonrası öksüzler evi olarak kullanılmış sonra kaderine terk edilmiş ancak yakın zamanda restore edilerek turizme kazandırılmıştı. Gezerken kendini zaman tünelinde hissetti, sanki geçmişe yolculuk yapıyordu.
Dar taş sokakları, Rum mimarisi, çam ormanları ve zeytin bahçeleri Arya’yı büyülemeye yetmişti. Sahilde uzun yürüyüşler yaparken soluduğu hava öyle iyi geliyordu ki kısa zamanda bambaşka biri olup çıkmıştı. Yöre insanının güler yüzü, içtenliği, sıcaklığı unuttuğunu sandığı değerleri hatırlatmış ve yüreği ısınmıştı. Burada kim olduğu, ne iş yaptığı falan önemli değildi sadece varlığıyla değer görüyordu.
Ertesi gün 60 km uzaktaki Cumalıkızık köyünü ziyaret etmeye karar verdi, burası Unesco dünya kültür mirasında bulunuyordu. Burada Osmanlı erken dönem sivil mimarisi hakimdi. Evler genelde üç katlı olup moloz taş, ağaç ve kerpiçten yapılmaktaydı. Tarihi dokusu nedeniyle pek çok dizi ve film setine ev sahipliği yapıyordu. Köyde narenciye, ceviz ve kestane yetiştiriliyordu. 2015 yılından beri haziran ayında Ahududu şenliği yapılıyordu.
Köy meydanındaki etnografya müzesini gezdikten sonra Unesco proje uygulama evi olarak Küpeli evi ziyaret etti. Her yerinde küpe çiçeği olduğundan bu isim verilmişti ve yaklaşık 350 yıllık bir yapıydı. Gezerken tarih içinde yolculuk yaptığını düşündü, kim bilir kimler yaşamıştı burada ne acılar ne sevinçler yaşanmıştı, derinlere daldı. Bol bol fotoğraf çekerken bir yandan da köy kadınlarıyla sohbet etti ve yöre ürünlerinden tattı.
Köy meydanında dinlenirken gözlerini kapatıp kendini Ahududu şenliğinde hayal etti, festival neşesini ve coşkusunu iliklerine kadar hissetti. Birkaç gün içinde hem fiziken hem de manen bu kadar değiştiğine inanamıyordu. Gelen ve dönen Arya aynı insan değildi sanki. Hepimizin ara ara bu küçük kaçamaklara ihtiyacı vardı.