Fiş
Bir fırtınanın öncesi gibi her şey. Metruk, masum ve sakin. Zaman kavramın kaidelerinde, evvel zamanın içinde, ahir zamana yakın bir metanette dimdik durma anına şahit olmadan biraz önce.
Yol yorgun, iz bulanık. Yamaçlar çıkılmış, harita kaybolmuş. Kayba ayak basan gök, aklı karışan toprak. Bir belirsizliğin son raddesi.
İşte ölüm denen meçhul…
Hissediyordu onun öldüğünü. Ne bir son çare vardı. Ne de bu kadarından sonra bile duruma alışabilmişti. Elinde çekilecek bir fiş ve sadece onun inisiyatifinde bir eylem bulunuyordu.
Yanında duran makine son sinyallerini vermeye devam ediyordu. Sinyal sanki “Ha-yat-yok” ritminde geliyordu.
Durdu, izledi. Her zaman ani yapması gerekirdi bu işi. Düşünmesine fırsat olduğu an vicdanı engel olurdu çünkü. Sonuç olarak tuttu ve çekti. Ardından elindeki telsizle yapması gereken anonsu geçti.
"4.046.620.463. fiş. Neredeyse dünya nüfusunun yarısını kaybettik..."