Yakar Top
Aziz idi adı. Elazığ'dan mahalleye geleli henüz yirmi gün falan olmuştu. Paşa Dede’sinin yanında kalacak ve burada hem liseyi bitirecek hem de üniversiteye hazırlanacaktı. Dedesi Paşa, askerde iken girdiği bir çatışmada yaralanıp bir bacağını kaybetmiş ve gazi olmuştu. Aslında rütbesiz bir asker olan gaziye, onu çok seven mahalleli “paşalık” rütbesini layık görmüştü. ‘Paşam aşağı, paşam yukarı...’
Bodrum katında küçücük bir odada yaşar, devletten aldığı maaşla geçinirdi. Bütün ideali torunu Aziz'i Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak görmekti.
İlginçtir, Aziz'in de bacağında sorun vardı. Sol bacağı birkaç santim kısaydı. Paşa, Aziz'i ilk görüşünde topalladığını fark edince, kendi bacağına bakarak çok üzülmüştü. Bunu fark eden Aziz,
“Dedeciğim” dedi. “Senin sağ bacağın eksik ama benim sol bacağım. Yan yana geldiğimizde eksiğimiz kalmıyor. Ya ikimizin de aynı bacağı eksik olsaydı?”
---
Sıcak bir bahar günüydü. Okuldan dönmüşlerdi. Meryem “Hadi yakar top oynayalım diye tutturdu. Bu oyun sözkonusu olduğunda Aziz, karşı evin basamaklarında oturur, kendi engelinden ötürü seyretmekle yetinirdi. Meryem'i seyretmek, Meryem ile oynamaktan çok daha güzeldi. Ama ona çok da bakamaz, onunla göz göze gelmekten kaçınırdı.
“Bir kere göz göze geldim. Keşke gelmez olaydım. Göz bebeğinden içeriye girip, derin bir boşluğa düştüğümü hatırlıyorum. O günden beri de hep o boşluktayım.” demişti Dimitri'ye...
---
Arto ile Dimitri oyuna davet ettiler. "Gel ya! Kakara kikiri yapıyoruz, gülüyoruz işte." dediler. Meryem itiraz etti. “Arkadaşlar o arkadaş topal. Nasıl kaçacak ki toptan? Hep vurulur.”
Aziz asıl şimdi vurulmuştu. Gururu isyan etmişti. Meryem'in göz bebeğinden çıktı, oyuna katıldı. Herkes gibi olduğunu göstermeliydi. Hatta daha iyi. Ayağı kopsa daha hızlı koşacak, vurulmayacak, toptan kaçacaktı.
Oyun başlayınca ilk hedef, ötekiler kadar hızlı koşamayan Aziz oldu. Hemen her etapta sırtından vurulup oyun dışı kalıyor, oyun sıfırdan tekrar başlıyordu. Sonunda patlayan yine Meryem oldu. Aziz'e döndü. “Oyundan çıksana arkadaşım. Takım seni kırmamak için söylemiyor ama sen anla artık. Yeter ya!”
Aziz, yine aynı merdivenlerin ikinci basamağına oturdu. Ağlamakla ağlamamak arasında gidip gelen bir duygu yaşıyordu. Kendini ağlamamak için zorladı. Yutkunurken boğazının kuruduğunu hissetti. Eve girip bir bardak su içmek istedi, ancak arkasından konuşulur ve alay edilir diye yerinden kalkamadı. Biraz dinlense pekala koşabilecekti. Çocuklara rezil olduğunu düşündü. Artık hiçbir oyuna kendisini davet etmezlerdi. Daha da hüzünlendi. Ne tuhaftır ki o çıktıktan sonra oyun dengelenmiş aradaki fark kapanmıştı. Bir ara Meryem ile göz göze geldi. Meryem kazandığı için neşeliydi. Aziz'e baktı.
“Her akşam sol bacağını bir kova suyun içine koy. Çiçekler nasıl uzuyorsa bakarsın bacağın da uzar.” dedi ve gülümsedi.
Karşı evde beyaz sakallı, fakat posbıyıkları daha göze çarpan biri “Hey! Sen delikanlı, sen!” diye birini çağırıyordu. Aziz, adamın kendisine baktığını gördü ancak üstüne alınmadı. Çünkü o adamı tanımıyordu bile. Dimitri, “Kaptan amca seni çağırıyor” dedi, sonra gelip kulağına fısıldadı “Kaptan amca Meryem'in dedesi.”
Kaptan amca muhitte çok sevilen ve sayılan biriydi. Sözlerine çok değer verilirdi. Çok okurdu. Üç katlı evinin zemin katının kitaplık olduğu söylenirdi. Kaptan değildi, Kaptan amca denmesinin nedeni yazdığı yazılardan, makalelerden ötürü sık sık gözaltına alınması veya tutuklanması nedeniyleydi. O zaman mahalleli onun için hapiste demeyi uygun görmez, “Kaptan amca sefere çıktı” derlerdi.
Aziz, ayağa kalkarak yanına gitti. Kaptan amca yanaklarını okşayarak “Otur bakalım delikanlı” dedi. Gülümseyen yüzüne, acımayla karışık bir hüzün oturmuştu sanki. Ya da Aziz onu öyle görüyordu. Bir süre konuşmadan birbirlerine baktılar. Ancak Aziz’in kafasını yere düşürmesiyle sessizlik bozuldu.
“Sen bu oyunu kazanabilir misin Aziz?” diye sordu.
“Uzun bir yoldan geldim. Biraz yorgundum, dinlenebilmiş olsam kazanırdım”
“Aralarında en hızlı koşan sen misin ki?”
“Hayır değilim efendim. Çünkü benim sol bacağım beş altı santim kadar kısa.”
Başını öne eğdi. Hiç konuşmadan yerdeki Arnavut kaldırımlarına daldı.
“Vücudunun bir organının eksik olması suç değil ki Aziz. Neden başını öne eğiyorsun? Kaldır bakalım kafanı ve yüzüme bak.”
Bakmayınca Aziz’in kafasını çenesinden tutarak kaldırdı.
“Sana bir soru soracağım. Bir insan, bir aslanı yenebilir mi?”
Aziz, soruyu tuhaf karşıladı. Şaka mı yapıyordu kendisine.
“Nasıl yenebilir ki efendim?” dedi “O bir aslan.”
“Lakin nasıl oluyor ? O çok güçlü dediğin aslanlar kafeste. Ve onları, o kafeslere kapatanlar insanlar.”
Aziz birden doğruldu. İnsan olmanın gücünü, sanki ilk kez fark etmiş gibiydi. Kaptan amcanın “Peki nasıl oluyor bu?” sorusunu duymuyordu bile. O kısa olan bacağını aslanın kafasına bastırmış, kudretinin dayanılmaz zevkini, bir insan olarak tatmaya çalışıyordu. Kaptan ikinci kez sordu lakin o anda gücün esiri olmuş olan Aziz, yılların acısını garibim aslandan almakla meşguldü.
“Sende var olan, ancak o güçlü aslanda olmayan nedir Aziz?”
“Para” demek geldi aklına. Aslanda para yoktu ama -ceplerini yokladı- kendinde de yoktu ki para.
Aziz bilmemenin sanki büyük bir suç olduğu algısıyla Kaptan amcanın yüzüne bakakalmıştı.
“Bakma suratıma öyle ablakça. Sen onunla bütün alemi yönetebilirsin ve yönetiyorsun zaten.”
Aziz bir an önce kendinde bulunan ve aslanları bile dize getirebilen kudretin ne olduğunu öğrenmek istedi. Şimdiye kadar nasıl olur da kendinde böyle bir kudretin olduğunun farkına varamamıştı. Kaptan amca ona baktı.
“Akıldır” dedi. “Aklınla çok güçlü bir aslanı nasıl alt edebileceğini önce düşünürsün. Sonra da zekanın yardımı ile onu yakalama gereçlerini keşfeder, o çok güçlü dediğin vahşi bir canlıyı kafesteki gösteri hayvanına çevirirsin. Tabii ki bu örnek güzel bir örnek değil. Hiçbir canlının kafese tıkılmasına gönlüm razı olmaz ancak insan aklının nelere kadir olduğunu anlatmak için söyledim.”
Çay bardağından bir yudum aldı.
“Gel seninle aklımızı kullanarak yakar top oynayalım. Bir aslan bir sürüyü kovalarken hangisine saldırır öncelikle?”
“En arkada kalana.”
“Sizin oyununuzda hep en arkada kalan kim oluyor?”
“Ben, efendim.”
“O halde karşı taraf öncelikle kime saldıracaktır. Tabii ki sana. Demek ki kaçmak çare değilmiş.”
“Ama kaçmalıyım. Oyunun kuralı böyle.”
“Hayır, oyunun tek kuralı bu değil ki. Kaçmayıp da kendini savunursan ve atılan topu tutabilirsen oyunu sen ve senin takımın kazanır.”
“Ya tutamazsam?”
“Ya tutarsan?”
“Bak evlat, kaçarsan en arkada kaldığın için seni vururlar. Yani işin özü hiç şansın yok demektir. Lakin kaçmayıp da kendini savunursan en azından yüzde elli şansın var demektir. Ya tutarsan yani”
“Yarı yarıya. Evet!”
“Şimdi topla seni vurmaya çalışan oyuncunun yerine koy kendini. Top senin elinde diyelim. Sen kimi vurmaya çalışırsın?”
“Kıçını bana dönmüş, savunmasız, dört nala kaçmaya çalışanı tabii ki.”
"Neden?"
“Savunma yapan ya topumu yakalarsa?”
“Bak gördün mü? Senin ya tutamazsam korkusu öteki tarafa geçtiğinde ya tutarsa kaygısına dönüşmektedir. O halde o top kendini savunmaya çalışana değil, sırtını dönüp kaçana atılırmış.”
“Bunu hiç düşünmemiştim efendim.”
“Bunu nasıl düşündük? Basit bir yakar top oyununda bile aklımızı kullanarak. Çözümler üreterek. Bu gerçek hayatta da böyledir. Kimse, hayattan kaçarak kazanamaz.”
Çayından bir yudum daha aldı.
“Yaşama sırtını dönersen onunla yüz yüze gelemezsin. Unutma. Bedeninde eksiklik olan değil, aklını iyi kullanamayan insan noksandır. Akıl iyi kullanıldığında en güçlü silahtır.”
O günden sonra Aziz, bu oyunların en aranılan oyuncusu oldu. Kimse ona top atamaz oldu. Ya tutarsa?
Seneler geçmiş lakin sokakta çay içme geleneği değişmemiştir. Kadınlar Madam Eleni'nin kapısının önünde toplanmışlardır. Her zamanki gibi cigaralar sehpanın üzerindedir lakin bu kez bir fark vardır. Cigaraların hepsi filtrelidir.
Rıhtımdan sokağa genç bir adam girer. Cumbalara bakarak yürümekte kimi zaman durup evleri incelemektedir. Kaptan amcanın kapısının önüne gelir. Perdeler kapalıdır. Balkonda ve pencere önündeki saksılar kaldırılmıştır. Belli ki Kaptan amca yine sefere çıkmış, çiçekleri komşulara vermiştir, sulansın diye. Mahallenin kadınları konuşmayı kesip kendilerine soru soran bu genç adama bakarlar.
“Kaptan amca sefere mi çıktı acaba?”
Madam Eleni birden ayağa kalkar.
“Ayol sen Aziz değil misin?”
Aziz gülümseyerek başına evet der gibilerinden sallar.
“Komşular çıkın cumbalara, bizim küçük Aziz gelmiş mahalleye.”
Kadınlar çay bardaklarını sehpaya bırakıp ayağa kalkarlar. Herkes Aziz'i zaten çok sevmektedir. Ne iş yapıyorsun, okul bitti mi sorularını hep yanıtsız bırakır.
Tekrar Kaptan amcanın evine bakar, onun için gelmiştir buraya. Kaptan amca yine zülfü yare dokunmuş olacak ki göz altına alınmıştır. Madam Eleni girer araya. “Tutuklu olarak yargılanmasına karar verildi. Yarın ziyaret günüdür.”
Aziz'in gözü bir ara Meryem'i arar. Kendisiyle kucaklaşan arkadaşlarından kurtulup sağdaki eve bakınca onu kapıda görür. Göz göze gelirler. Aziz sanır ki o gelecek ve “Hoş geldin” diyecektir ama gelmez. Dimitri kimseye sezdirmeden “Meryem” der, Aziz' i göstererek. Meryem, omuzlarını hafifçe yukarı kaldırır, “N'apim” der ve Aziz bunu hem duyar hem görür. Yutkunmak bazen ne kadar da zordur.
Hapishane önü, görüş günü olduğu için kalabalıktır. Aziz, avukat cübbesiyle oradadır ve Kaptan amca ile görüşme yapmak için gerekli işlemleri yaptırır. Bunu neden yapmaktadır? Kaptan amcaya duyduğu bir küçük vefa borcunu ödemek için mi, yoksa Meryem'e en güçlü olduğu sahnede görünmek için mi?
Bu sırada Meryem ile göz göze gelirler. Meryem cübbesiyle bekleyen Aziz'e bakar. Çok şaşırır. Onca avukat, bahaneler uydurup bu savunmayı almazken, hiç beklemediği bir anda ve hiç beklemediği bir kişi Kaptan amcayı savunmak için oradadır. Meryem heykel gibi duran bu genç adama çok sıcak bir gülümsemeyle yaklaşır. Aziz bunu fark eder lakin hiç gülmez. Başıyla soğuk bir selam verir. Oysaki Meryem o an çok konuşmak ister havadadır. Gülümseyerek “Hayırdır” der, biraz sitemkar. Aziz aldırış etmez ve karşıdan gelmekte olan Kaptan amcayı karşılar.
“Beni tanıdın mı ihtiyar?”
Kaptan amca gülerek
“Tanımaz mıyım evlat. Aziz” der “Savunmacı Aziz.”
“Evet. Şimdi kendimi değil seni savunmak için geldim.”
“Yoksa?”
“Evet başardım Kaptan amcacığım. Ben Avukat Aziz. Şunları imzala, sonra da. Çak!”
“Gurur duydum. Çak evlat. çak!”
Aziz'in gözü bir yandan da Meryem'dedir. Şaşkınlıkla hemhal olmuş bir hayranlıkla Meryem'in kendisini izlediğini görür. Bu belki de hayatında gördüğü en güzel sahnedir.
---
Görüşme saati bitmiştir. Mahkemede görüşmek üzere vedalaşırlar. Aziz arka masada bıraktığı çantasını almaya giderken Kaptan amca onu izler.
“Aziz” der “Oğlum topallamıyorsun artık.Yoksa?”
“Evet düşündüğünüz gibi” der, “Kısa olan bacağımı akşamları hep su dolu kovaya koydum. Uzadı işte.” Sonra da Meryem'in yüzüne bakar.
Meryem'in kafasını öne eğdiğini görür. Kaptan amcaya döner.
“Sence böyle bir şey mümkün mü Kaptan amca?”
“Saçmalama.Tabii ki hayır.”
“Bizi diğer canlılardan üstün kılan şey nedir?”
Kahkaha atarak, “Akıl”
“Sol ayakkabımın topukları sağ ayağıma göre beş santim uzun. Topuklardan birini uzattım ve bacakları eşitledim.Hepsi bu.”
----
Görüşme bitince Meryem ile Aziz baş başa kalırlar. Herkes savunmaktan kaçarken bu genç avukatın dedesini savunma yürekliliğini göstermesi onu duygulandırmıştır. Aziz'i bir çay bahçesinde çay içmeye davet eder. Aziz ona gülümseyerek bakar.
“İnan ki çok isterdim ama” der, “Şu anda beni nişanlım beklemekte.”
“Nişanlandın mı? Ciddi misin?”
Aziz kafasını evet anlamında sallar.
“Anlaşılan çok seviyorsun onu.”
Aziz Meryem'in gözlerinin en derinliği neresi ise oraya kadar inerek bakar.
“Çok” der, “Hem de çok ama çok.”
Başka bir laf konuşulmasına izin vermemek için hızla arkasını Meryem'e döner. Yoksa ağlayacaktır sanki. Hızla yürümeye başlar. Arkasına bakmaz bir daha. Kendi kendine bazen inler gibi konuşur.
“Ne yaptım Allah'ım ben” der. “İktidar bir saniyelik de olsa elime geçti diye yılların intikamını mı almak istedim? Oysaki hayatım boyunca onunla baş başa kalmayı, bir çay bahçesinde oturmayı hayal etmemiş miydim? Nişanlı olayı nerden çıktı ulan? Hiç böyle bir senaryo yazılır mı manyak herif. Ah be! Gururum bir anda öne geçti, yüreğimin sesini bastırdı. Gururumu kurtardım lakin şimdi yüreğime ne diyeceğim? Bir insan kendine hiç bu kadar acı çektirir mi.”