Kürk Mantolu Mualla

Bu yeni yazı işleri müdürü de tam kıl çıktı. Gazetede otururken görmesin, hemen fırçayı basıyor. Neymiş efendim, haber ayağımıza gelmezmiş, çıkıp sokakları dolaşmak, haberi bulmak lazımmış. Hava da amma ayaz. Dondu bir yerlerim. Sokakta dolaşmakla nasıl haber bulunur acaba! Ona da yanıtı var beyfendinin, görmesini bilmek lazımmış. Görmesini bilen haberi görürmüş. Hiçbir anormallik yok işte. İnsanlar sokaklarda yürüyor, otobüsler, metrolar çalışıyor, martılar uçuyor, simitçiler simit satıyor, çöpçüler yolları süpürüyor, çiçekçi kadın cikletini balon yapıp patlatıyor, tekir bir serçeyi kovalıyor, bir sokak köpeği caddeyi karşıdan karşıya geçiyor... Öff! Böyle saçmalık mı olur? Neyi haber yapacağım sokakta? Şu kafede oturayım biraz. Sıcak bir şey içeyim, içim ısınsın. İçeri girmeyeyim. Şöyle dışarda oturayım. Isıtıcalar da yanıyor nasılsa. Hem caddeden gelen geçenleri izlerim. Belki önümden bir haber geçer, ben de hemen üstüne atlar yakalarım. Tövbe tövbe! Bu yeni müdür beni deli edecek.

-Süleyman, şu çayı Kürk Mantolu Mualla'ya götür oğlum.

-Tamam usta.

Deli olmamak elde değil. Bu kış gününde sokaklarda sürtüyoruz. Ne? Ne dedi o yaşlı garson? Kürk Mantolu Madonna mı dedi? Madonna demedi galiba! Mu...Mu... Mualla. Kürk Mantolu Mualla mı dedi? Bu ne ya! Kafayı yedim galiba. Yanlış duydum herhalde. Ha, çocuk dönüyor, ona sorayım.

-Bakar mısın?

-Buyur abi.

-Sen çayı kime götürdün?

-Kürk Mantolu Mualla'ya.

-Kürk Mantolu Mualla!

-Evet abi.

-Kim o Kürk Mantolu Mualla?

-Şu gazete bayiinin yanında selpak, patik falan satan kürklü yaşlı kadın var ya, işte o.

-Sağ ol. Bana bir çay getirsene.

Vay be! Şaka gibi. Kürk Mantolu Mualla. Acayip haber olur ha! Kürk Mantolu Mualla'dan inciler... Da da da daan!! Haber on metre ötemde. Elimi uzatsam tutabilirim. Yavaş ol biraz. Önce izleyeyim kadını biraz. Ne yapıyor, ne ediyor bir fikrim olsun. Notlarımı alayım, sonra haberi yazarken bazı ayrıntıları hatırlamıyorum.

-Çayın abi.

-Eyvallah.

Kürk mantolu kadın, iki büfenin arasına küçük bir tezgah açmış. Büfenin biri tost, sandviç falan satıyor, diğeri gazete, dergi, milli piyango, loto falan. Kürk Mantolu kadın, sırtını gazete satan büfeye dayamış, geleni geçeni tezgahına çağırıyor.

-Mualla, müjdemi isterim.

Gazete bayii kafasını camdan uzattı, bizimkine sesleniyor ama duymuyor galiba. Yaşlı kadın, belki kulakları işitmiyordur.

-Kürk Mantolu Mualla, duymuyor musun? Cevap versene. Başçavuşun eşeği mi ozon tabakasını deliyor burada?

-Ne bağırıp duruyon Hoşşik!

-Kürk Mantolu Mualla demeyince de bakmıyorsun ha!

-Yiğit namıyla anılır demişler duymadın mı?

-Müjdemi sormuyorsun?

- Ne soracam, kimbilir yine ne hinlik peşindesin Allah bilir.

-Emeklilere yüzde 35 zam yapılmış. Yaşadın hadi! Zam alınca bir şeyler ısmarlarsın artık.

-Bir don lastiği kadar olamadık desene.

-Don lastiği ne alaka?

-Haberlerde görmedin mi? Don lastiği yüzde 90 zamlanmış bir yılda. Lastik kadar hükmümüz olsa, bizim maaşlar da yüzde 90 zamlanırdı.

-Alem kadınsın vallahi!

Oooo! Gerçekten alem kadın. Espriler falan gırla gidiyor. Taşı gediğine koyuyor. Bunu da not alayım. Buradan iyi haber çıkacak, kokusunu alıyorum. Gidip konuşalım şu Kürk Mantolu Mualla'yla. Nazik olalım, teyzemizin gönlünü kazanalım. Hadi bakalım, gazamız mübarek olsun.

-Merhaba, hayırlı işler teyzeciğim.

-Buyur gadasını aldığım. Ne lazımdı? Yün çoraplarım soba gibidir. Bu soğukta ayaklarını ısıcacık tutar.

-Sağ ol teyzeciğim. Ben aslında seninle biraz sohbet etmek istiyorum.

-Abooo! Zorunda mıyım?

-Şey! Kötü bir niyetim yok teyzeciğim.

-Şaka şaka. Dilber Ay bi gazatacıya demişti ya, ha ha!

-Ha ha ha! Ben de gazeteciyim. Senin namını duydum. Biraz konuşmak istedim seninle. Tabii iznin olursa.

-Bak hele, demek gazatacısın. Şuradaki poşeti yere koy, tabureyi çek şöyle, çök bakalım karşıma. Ha şöyle. De bakalım, ne diyeceksen.

-Sana burada herkes Kürk Mantolu Mualla diyormuş.

-Hep şu hoşşiğin işleri bunlar. Millete eğlence lazım. Ağızlarına sakız olduk.

-Kürk nereden çıktı, senin mi?

-Kim kaybetmiş kürkü ben bulacam gadam. Ara sıra kadınlar bana el örmesi banyo lifi, yün çorap falan getirirler satmam için. Hani para falan istemezler ha! Halime acırlar zaar, verirler öylesine, satayım da elime üç kuruş geçsin diye. İki, üç yıl önceydi. Çok asortik bir hatun geldi, elinde bir poşetle. Ben de satmam için bir şey verecek sandıydım. "Bunun bende çok kötü hatırası var. Al giy, sıcak tutar, bu kış gününde" dedi. Ben de imirin iti gibi titreyip duruyom. "Allah razı olsun" dedim aldım giydim. O günden sonra adımız oldu Kürk Mantolu Mualla. Hep bu Sadık'ın başının altından çıktı. Bir roman mı ne varmış.

-Kürk Mantolu Madonna. Sabahattin Ali'nin.

-Ağzına sağlık, işte o romandan ötürü, Adanalı Mualla oldu sana Kürk Mantolu Mualla.

-Adanalı mısın? Kimin kimsen yok mu, İstanbul'da ne yapıyorsun, anlatır mısın biraz?

Abooo, gurban olduğum, gazatalara mı çıkacam?

-Anlatırsan yazarım.

-Yaz gazatacı yaz. Hani kıvırcık saçlı bir kadın şarkıcı var. Neydi adı? Ha Selda, Selda. O öyle diyor ya. Sen de yaz bakalım. Beni böyle görüp hafife alma ha, benim hayatım roman olur roman. Nereden başlasam bilemedim şimdi. Buralara nasıl düştük onu anlatayım sana, iyi dinle. Biz İstanbul'a rahmetli herifimle kaçıp da geldik. 50 yıl falan önce bu söylediğim. Ben o zamanlar çırçır fabrikasında çalışıyom. Bakma şimdi bu halime, onca dert, onca kahır... Çöktük. Beni parmakla gösterirlerdi Adana'da. Ama benim gözüm Rauf'tan başkasını görmüyo. Rauf benim rahmetli herif. Askerden yeni geldi, fabrikada işe başladı, uzun boylu, kara yağız bir delikanlı. İkimiz de birbirimize tutulduk. Bu arada bana görücü gelmesin mi? Adamın yaşı epey var ama babama göre bir önemi yok. Parası var çünkü boyu devrilesicenin. Bak böylelerinin utanması da yoktur gadasını aldığım. Çünkü yüzleri cıncıkla sıyrılmıştır bunların. Ceplerine koyarlar parayı, el kadar kızı, karı diye isterler kendilerine. Neyse uzatmayayım, baktım beni zorla everecekler, "Kaçır beni" dedim Rauf'a. İş çıkışı aldı beni, Kozan yolu üzerinde hısımlarının yanına götürdü. Vardık Hasan emminin evine. Böyle böyle dedi, halımızı anlattı benimki. Allah'ı var, bizi iyi karşıladı Hasan emmi, evinin kapısını açtı. Bir gün, iki gün, üç gün, eve tıkılıp kaldık. Biri görecek diye dışarı çıkamıyoz. Küçük yer, eninde sonunda duyulacak diye yüreğimiz ağzımızda. Bir akşam Hasan emmi bizi karşısına aldı, "Siz böyle nereye kadar saklanacaksınız? En iyisi büyük şehire gidin, orada kim kime dum duma. İzinizi kaybettirirsiniz. İstanbul'da asker arkadaşım var, gardaştan öte. Sizi onun yanına göndereyim" dedi. Başa gelen çekilirmiş, yapacak bir şey yok. "Sen bilirsin emmi" dedik. Arkadaşına mektup yazdı, adresini verdi, Rauf'un cebine de yüzelli lira koydu. O zaman iyi para ha! Gardaşları Hacı ile Ömer'e, "Bunları Adana'ya götürün, trene bindirin. Sakın yakalatmayın" diye sıkı sıkı tembihledi. Gece yarısı traktörle yola çıktık. Biz arkada naylondayız. Sağımıza solumuza içine saman doldurdukları çuvalları koydular, üstümüzü çullarla örttüler. Neyse Adana'ya vardık, bizi trene bindirdiler sağ salim. Sonra ver elini İstanbul. Hasan emminin gardaşlığı bize çok yardım etti. İkimiz de bir fabrikada işe girdik. Çalış babam çalış. Bir gecekondu sahibi olduk. Tam rahata ereceğiz derken, bizim kondular kentsel dönüşüm müdür ne zıkkım, ona girdi. Evlerimizi yıktılar, sonra yıllarca hiç bir şey yapılmadı. Kiralarda perişan olduk. Benim herif kahrından öldü. Ben de tek başıma kaldım ortalarda. Evlerin bitip bitmeyeceği de hala muamma. Mecburen burada tezgah açıp ekmeğimi kazanmaya çalışıyom. Emekli maaşım var ama kiraya yetmiyo. Şurada bir kaç parça bir şey satmasam acımdan ölürüm gurban olduğum.

-Çoluk çocuk yok mu?

-Allah vermedi yavrum. Nasip değilmiş. Neyse bu kadar yeter gazatacı oğlum. Artık tezgahı toplayıp gitme vakti. Bana müsaade, sana hayırlı işler.

-Bir kaç kare fotoğrafınızı çekebilir miyim?

-Çek gurban olduğum, çek. Şu ahir ömrümde bir gazataya çıkmadığım galmıştı. Ama fotoğrafta beni keleş çıkar ha! Tamam mı? Hadi ben gidiyom, kal sağlıcakla.

-Çok teşekkür ederim sohbet için. Güle güle, kendinize iyi bakın.

Bizim müdür doğru söylüyormuş. Bakmasını, görmesini bilene sokakta ne haberler varmış. Gitmeden bir de Sadık ile konuşayım, Kürk Mantolu Mualla lakabı nasıl çıkmış.

-Merhaba Sadık bey.

-Merhaba.

-Ben gazeteciyim. Mualla teyze ile röportaj yaptım. Kürk Mantolu Mualla lakabı sizden çıkmış. Nasıl oldu diye soracaktım.

-Vay bizim Mualla ünlü mü oluyor? Olsun be hakkıdır. Yallardır şu kaldırımın kahrını çeker. Ama dobra kadındır, mert kadındır ha! Lafını esirgemez. Ayrıca hoştur, eğlencelidir. Şaka yapmayı da sever, kendisine yapılan şakayı da kaldırır. Esnafla da arası iyidir. Birbirimize takılıp, gülüp eğleniriz. Zaman başka türlü nasıl geçer. Senin soruna gelince, ben emekli öğretmenim. Onu bir gün kürkle görünce, hemen aklıma Kürk Mantolu Madonna geldi. Madonna, Mualla da birbirini çağrıştırıyor. Oldu Kürk Mantolu Madonna, Kürk Mantolu Mualla. Sana ne anlattı?

-Adana'dan kocasıyla kaçıp gelmişler, kocası ölmüş, geçimini sağlamak için burada tezgah açmış. Zengin bir kadın, haline acıyıp bu kürkü vermiş.

-Sana böyle mi anlattı? O hikaye öyle değil. İşin gerçeğini bana anlatmıştı efkarlı bir gününde. Adana'da film çekiliyormuş, rejisör bunu görmüş, çok beğenmiş. İstanbul'a gel "Seni artist yaparım" demiş. Mualla da kaçıp İstanbul'a gelmiş. Bir süre rejisörle yaşamış, filmlerde yan rollerde falan oynamış. Sonra rejisör Mualla'yı başından atmış. Bunu filmlerde görüp aşık olan bir kumaş tüccarı varmış. Peşinde koşup dururmuş. Rejisörden ayrılınca bununla nişanlanmışlar. Ama adam çok kıskançmış. Mualla da genç, güzel, alımlı. Adam sonunda kıskançlıktan deliye dönmüş, önce Mualla'yı vurmuş, sonra da kendi kafasına sıkmış. Mualla günlerce hastanede yatmış ama kefeni yırtmış. Kumaş tüccarı sizlere ömür. Bu kürkü o kumaş tüccarı almış Mualla'ya.

-Allah Allah bana bambaşka bir şey anlattı.

Kafam karışmıştı. Hangisi doğru söylüyordu, Mualla mı, Sadık mı? Ne yapacağımı düşünürken, gazete bayiinin yanındaki büfenin sahibi konuşmalarımızı duymuş olacak ki araya girdi:

-Gazeteci misin delikanlı?

-Evet.

-Bizim Mualla'yı mı haber yapacaksın?

-Evet.

-Onun ilginç bir hikayesi var, anlattı mı sana?

-Anlattı. Ama Sadık Bey de farklı bir şeyler söyledi, kafam karıştı.

Kel kafalı, kısa boylu, tıknaz büfeci, işi bırakıp heyecanla yanımıza geldi.

-Geçen gün bizim hanıma anlatmış. Kafasıyla büfedeki kadını gösterdi. "Araları çok iyidir."

Sadık da meraklanmıştı, benimle birlikte büfeciyi dinliyordu.

-Bunlar kocasıyla birlikte Adana'dan kaçıp gelince, kocası Eminönü'nde, Nimet Abla'nın yanında ayakkabı boyacıları var ya, orada ayakkabı boyacılığına başlamış. Adana'dan gelirken bir akrabaları mı ne bunları asker arkadaşına göndermiş. O asker arkadaşı orada ayakkabı boyacılığı yapıyormuş. Bunun kocasını da yanına almış. Yıllarca orada fırça sallamış kocası. Neyse lafı uzatmayayım, bunun kocası nasıl bir ballı adamsa, tam üç kere büyük ikramiye çıkmış milli piyangodan.

-Hadi canım!

-Sallama Rasim. Bir insana üç kere ikramiye çıkma şansı milyonda kaç senin haberin var mı?

-Ben araştırdım, o zaman gazetelerde haber olmuş. Nerede kalmıştık? Çıkan ilk ikramiyede kocası buna bu kürkü almış. Adam her seferinde paraları bir güzel ezmiş. Son ikramiyeden sonra da ortadan kaybolmuş. Mualla,

"Mafya parayı elinden alıp öldürdü" diyormuş.

-Hayda ben şimdi ne yazacağım? Herkes farklı bir hikaye anlatıyor. Bu işin gerçeğini kim bilir acaba?

Ben kara kara düşünürken, Sadık ile Rasim kıs kıs gülüyorlardı. "Ne yapacaksın gerçeği?" dedi Sadık. "Al sana üç hikaye, hangisini beğenirsen onu yaz."

 


İlginizi Çekebilir

Yeterince Anladığımızda

Bünyamin ÇOBAN

Kuzgun

Alper NAMAL

Hayat Kırıklığı

Gizem YAZGAN