Suna'nın Sandığı

Kararsız kadın yıllar süren evliliğinin ardından, temeli evinin çatısı sayılan bir rüyayı gerçekleştirmek için tek başına üç ayı aşan bir yolculuğa çıkar.

Tıpkı küçük bir kaplumbağa gibi evini sırtına alır ama ait olduğu yeri bilemez. Sanki iki yol ağzında kalmış yavru ceylan gibi yürüyeceği yolu seçemez yine de koşar.

Kocasının hayatında başka bir kadın olduğunu öğrendiği günden beri kadının aklı çok yorulur. Heyecanı azalır, sevinci azalır, mutluluğu azalır. Günden güne erir. Duygularında kıyameti yaşar, her şeye rağmen çocukları için ayakta kalmaya çalıştıysa da sadakatsizlik labirenti içinde büyür. Güzelliği güneş gibi olsa da gözlerinin ışığı söner.

Kocasının sevgisini hissetmemeye başladığında dünyası başına yıkılır. Kim olduğunu bilemez. Yalnızlaşır, ötekileşir.

Yepyeni planlar kurar en büyük hayali küçük bir ev almaktır.

Memleketinde baba evi gibi gördüğü kız kardeşinin evine yanında çocukları ve torunları olmadan ilk defa tek başına gider.

Kardeşler birlikteyken zamanı hiç hesaplamazlar. Her yürüyüşe çıktıklarında kadın gülerek büyüdüğü köyü eliyle gösterir “bir ev alacağım ama bu taraftan” der.

Kız kardeşi oğlunun geleceğini söylediğinde hiç inanamaz. Çünkü oğlunun bu yıl gelemeyeceğini biliyordur. Sevinçten iki kanatlı bir kuş olmuştu. Kardeşiyle hazırlıklara başladılar.

Güllaçlar, baklavalar, incir reçelleri mi dersin laz böreği mi dersin, her şeyi hazırladılar.

Oğlunun gelmesine birkaç gün kala, o şen şakrak kadının bir anda heyecanı azalır, enerjisi düşer, uyku hali artar.

O gece oğlunu beklerken kardeşine, birdenbire bir şeyler anlatmaya başlar.

Öyle dolu öyle tıkanmıştır ki bedeni patlayacak atom gibiydi. Elini masaya koyup parmaklarını teker teker katlayarak sıraladı. Yıllardır ayrı yaşadığı eşini ne kadar çok sevdiğini ne kadar çok nefret ettiğini ama artık ona öfkesinin, sinirinin, hissinin bittiğini, biraz yüksek sesle “her yerimden çıkardım attım onu kardeşim” dedi. Göğsüne bastırarak işte tam da buramda adını koyamadığım bir şey var çok derinlerde ablacığım onu hiç tanımlayamıyorum.

Zamanın mecnunu gibiydi aslında dokunulmaya, sevilmeye, özlenilmeye hasret kalan kadın, sabaha karşı gelen torunlarına doya doya sarılıp uyudu.

Daha birkaç saat olmamıştı ki kadın mide bulantısıyla uyandı. Her sabah söylediği şarkıyı haber gelmiyor yardan” mırıldanmaya başladı. Kız kardeşi şarkıyı duyup kadının yanına gitti.

Eline yüzüne kolonya sürerken sen uykusuzluğa dayanamazsın hadi biraz daha uyu kardeşim, dedi. Yaşadıklarını unutması için değil de alışması için elinden gelen her çabayı gösteriyordu.

Kahvaltı yaparken oğlu annesinin yokluğunu fark edip yanına gitti.

Hikâyenin bundan sonrasını anlatmak nehrin suyunu yutmak gibi bir şey. Gerçek yaşanmış bir hikâyenin son günüdür.

Kadın kardeşiyle doğup büyüdüğü köyüne gider. Sandığını annesinin evine götürür. Ne kadar eş dost vardıysa da bilmeyi unutur.

Bu hikâye tek taraflıydı.

Kardeşinin yanına her geldiğinde acısını yıllarca anlatmaya çalıştı. Soluduğu her nefesi dağları devirir gibi içi hep parçalanırdı.

Adını koyamadığı bir aynası vardı derinlerde.

Yıllar önce kaybettiği annesi, kızına yeni evinin kapısını açtı.

 


İlginizi Çekebilir

Asırlık Miras

Fatma SOYER

Gül Dedin Bana

Hatice İBİŞ

Lotus

Sonay SALMAN