Kemik Tarak
‘Dünyada her şeyi bilen adamın adını ünlendireyim: onun görmediği hiçbir şey yoktur. Dünyanın bütün bilgeliklerini bilip torunlarına bırakan bir adamdır. Gizleri görüp bunların perdesini yırtan bir adamdır. Tufandan önce olanın haberini getirdi’ Haberciler hep olacaktı insanlık tarihinde. Akşam sabahı sarıyordu. Mevsimlerden gece yarısı.
(1990, Toronto). Bir sanat sergisi, ikinci salon. Hakan dayım ve oğlu Deniz’le birlikte büyülenmiş gibi tablolara bakıyoruz. Dayım gördüğü resimlere saygısından olsa gerek üstünü başını düzeltiyor.
‘Güneş, görüyor musun ışık oyunlarını. Şu insanlara bak hem yukarıdalar hem aşağıdalar, nasıl aşağıda olanlar yukarıda, yukarıda olanlar aşağıda olabiliyor? Bu nasıl bir optik yanılsama.’
‘Evet dayı, her birinin gerisinde de bilinçli bir alt yapı ve hazırlık var. Yüksek bir ruh ve bilgeliğin ürünü bunlar’
Deniz, sergideki tüm tabloları en ince ayrıntısına kadar anlattı. Aslında bilgisayar mühendisliğini bitirmişti ama birçok alanda derin bilgisi vardı. Çocukluğundan beri hep şaşırtmayı başarırdı bizi. Aynı zamanda esprileriyle de evin neşesiydi.
Anneannemin ölümünden sonra çok değişti. İçine kapandı. Okuduğu kitaplar, izlediği filmler hayatı oldu. Odasından çıkaramaz olduk. Varsa yoksa hayalleri, hayallerine saygı duymayanlarla konuşmuyordu bile. Marquez amcası, Borges dedesi oluyor, onlarla karşılıklı konuşuyor, sonra bu konuşmaları bize de anlatıyor, kitapları sanki okumuyor, çiziyor, buruşturuyor, bir film gibi canlı canlı yaşıyor, yazılmış tüm kitapları kendince yeniden yazıyordu.
Anneannem askeri disiplinle büyümüş, bembeyaz saçlarını topuz yapan, her zaman düzenli bakımlı bir hanımdı. Denizi, beni ve teyzemin iki kızını etrafına oturtur, doyumsuz masallar, varoluş hikayeleri anlatırdı. Bazen Keloğlan’a çıkardı yolumuz, bazen Deli Dumrul’a. Bazılarımız uyuyakalırdık onun yumuşacık sesi eşliğinde.
Deniz’e baktım. Soğuktu ayakları.
‘Deniz kalk, geç kalacağız’
’Güneş abla bak, kar ne kadar güzel yağıyor, hiçbir yere gidemeyiz. Gel bak dantel gibi kar taneleri. Anneannemi getirdi rüzgâr saçlarına takıp, teşekkürler gökyüzü ve ak saçlı rüzgâr! Biliyor musun yine buluştum anneannemle’
’Nasıl yani, konuştunuz mu?’
‘Elbette, ne dedi biliyor musun? Asimov’un sözüymüş ‘’Hayat satrancın aksine şah mattan sonra da devam eder.’ Elimi tuttu sonra. ‘Sana da kanaviçeli yastığının arasına bir hediye bıraktığını söylememi istedi. Yaşıyor o.’
‘Harikasın Denizciğim ne iyi olmuş keşke ben de yanınızda olsaydım. Ama nasıl olur yirmi gün oldu anneannemi toprağa vereli’
Koşarak odama çıktım Yastığımı yokladım. Bir peçeteye sarılmış güllü lokum ve kemik saç tokasını gördüm. Saç tokasına sordum;’ Nasıl geldin, nerelerden geldin buraya’ ’Deniz’e sor, o bilir.’ Gizlerin perdesi hala örtüktü. Cevaplayamadığımız ne çok soru vardı. Derhal dayımla konuşup hem kendim hem Deniz için bir psikiyatrist randevusu ayarlamalıydım.