Mahalleye Yeni Komşular Gelmiş
Yıllardan sonra ilk kez sokağımıza birileri taşınıyordu.
Lakin o kadar kalabalık bir aile idi ki; yabancı biri görse, bu sokakta “Tarihi Salı Pazarı” kuruluyor sanırdı.
Laf aramızda, bizim sokağın kadınları çok meraklıdır.
Günlerdir gözlerini uyku tutmuyor. Bizleri sıkıştırıp duruyorlar.
“Sorsanıza ulan geri zekâlılar! Kim bunlar? Nereden gelmişler? Niye bu sokağı seçmişler?”
Yahu ne bilelim? Sanki bizler çocuk değiliz de “Teşkilat-ı Mahsusa’nın istihbarat elemanlarıyız…”
Güneşli bir sabahtı.
Mahallenin kadınları kaldırıma sandalye ve minderleri çekmiş, sehpaların üzerine Gelincik ve Bahar cigaralarını koymuş…
Belli ki konu derin… “Kim bu mahalleye taşınanlar?”
Dimitri “Kimse kim… Size ne be anne” diyecek oldu, lakin anında Madam Eleni onun kafasına şaplağı indirdi.
Madam Eleni’ye göre burası aristokrat bir mahalle idi. Soyluların seçkinlerin oturduğu bir yerdi. Her önüne gelen buraya taşınamazdı.
Annem, teyzem, Naime Teyze, Madam Raşel, Madam Arus böbürlenerek ve biraz da kasılarak Madam Eleni’ye hak verdiler.
120 kiloluk Madam Sotiri kapı önüne inemez, sohbeti giriş katındaki penceresinden dinlerdi. Katılarak gülmeye başladı.
“Soylu ve seçkinler sınıfına bakın hele… Kocaları sıhhi tesisatçı, pastacı, kırtasiyeci, şoför, çatı-oluk tamircisi…”
Madam Eleni’nin “O çocuk geldi” diye bağırmasıyla bütün kafalar sokağın köşesine çevrildi.
Madam Sotiri konuşsun dursun, kimse onu duymuyordu bile artık…
Yeni taşınanların küçük çocuğu yukarıda ki köşedeydi.
On veya on iki yaşlarında oldukça esmer, kara kuru, cılız biri…
Sırtını ve bir ayağını duvara dayamış top oynayan çocukları seyrediyordu.
Bizimkileri aldı bir heyecan…
“Çocuktan al haberi” deyimi var ya akıllarınca çocuğu kafaya alacaklar.
El kol işaretleriyle çocuğa “Gel” demeye çalışıyorlar.
Çocuk tepki vermeden, havaya bakar gibi yaparak çaktırmadan hanımları süzüyor. Bazen başını sağa sola çevirerek, kimi zaman gözlerini kaçırarak “Bunlar benden ne istiyor ya” der gibiydi...
Birden çocuğun annesi köşede beliriverdi.
Esmer, hayli kilolu, renkli basma kumaştan çok bol bir kıyafet giymişti.
Ayağındaki takunyalarla sokağa çıkmış olması, mahallenin kadınları arasında bir müddet sonra mutlaka gündeme gelecekti.
Bizim mahallenin kadınlarına böyle malzeme verilmeyeceğini henüz bilmiyordu ne yazık ki...
Önce bizimkilere, sonra çocuğa baktı.
Çok sigara içenlere özgü kart ve hırıltılı bir sesle “Aaritin! Aaritin!” diye onu çağırdı.
Belli ki sesi kart olduğu kadar kendisi de sertti.
Çocuk daha “A” harfini duyduğunda annesine koşup ortalıktan toz oldu.
Kadınlar önce şaşkın, sonra kızgın birbirlerinin yüzüne bakakaldılar.
“Kadına bak be! Bize baktı ve bi günaydın bile demedi” diye serzenişte bulundu Madam Raşel...
Madam Eleni “Sana hiç katılmıyorum Raşel” dedi “Bence bizi gözünde çok büyüttü. Tipimize, halimize baktı. Bunlar aristokrat hanımefendiler dedi. Bunlar beni ezer geçer dedi. Haksız da değil yani…”
“Aman Eleni sen kafayı Aristo ve Sokrat ile bozmuşsun. Dediklerinin alakası yok. Bunlar ecnebi diyarından gelmişler. Yabancılık çekiyorlar. Hepsi o!”
Biraz sükûnet oldu. Sessizliği teyzem bozdu.
“Kız Arus” dedi, “Bana kalırsa bunlar sizinkilerden.”
Arus şaşırdı.
“O da nereden çıktı Melek?”
“Senin kocanın adı Artin değil mi kız?”
“Ne olmuş Artin ise? Çocuğun ki Aaritin !”
“Ha Artin ha Aaritin… Ne fark eder?” dedi teyzem, “Ayrıca Aaritin’in fazlası var eksiği yok!”
…
Yeni taşındığı mahallede hiç arkadaşı olmayan çocuk ne yapar ki?
Az sonra yine köşeye geldi.
Top kaçsa da koşup topu alsa ve çocuklara tekrar atsa, kısacası birilerine yalakalık yapsa ve sonrasında oyuna davet edilse diye beklemekte…
Madam Arus olanları görüyordu. Acıması geldi. Ayağa kalktı.
“Türkçe bilmiyor ki garibim.. Çocuklarla oynamak istiyor ama çocuklar acımasız, ilgilenmiyorlar bile. Çocuğa yardım etmek bize düşer.”
Teyzem takmış ya çocuğun Ermeni asıllı olduğuna, Madam Arus’a ısrar ediyor.
“Kız acımak yerine bir-iki Ermenice laf etsene o zaman.”
“Lakin çocuğa ne denir ki? Mesela bi ‘günaydın’ falan mı diyeyim. Ama bence çocuk Ermeni değil bilesin”
Tüm şirinliğini takınarak çocuğa baktı. Ermenice “Bari aravot” dedi.
Çocuk, Madam Arus arkasındaki birine sesleniyor sandı. Başını geriye doğru çevirerek aranır gibi yaptı. Sonrası aynı ilgisizlik.
Teyzem meraklı taze... Madam Raşel’i dürttü bu kez…
“Sen bi günaydın de kız.”
Madam Raşel
“Bi günaydın da İbranice olsun!” dedi. Çocuğa el salladı. “Boker tov.”
Çocukta gene tık yok! Aval aval kadınlara bakıyor sadece…
Madam Eleni her zamanki gibi farklı görünecek ya...
Hafif kıkırdayarak şansını denedi.
Ağzından öyle bir “Kalimera!” kelimesi çıktı ki yoldan geçen simitçi, simit tezgâhını anında yola indirdi. Simit satıyormuş ayaklarına yatarak bir süre Madam Eleni’yi çaktırmadan seyretti.
Çocuk garibim, şaşkın!
Sanki biraz ürkmüş gibiydi. Aşağı doğru koşmaya başladı.
O sırada sokağın başında ilkokul öğretmeni Remziye Hanım göründü.
Yavaşça Havra’dan aşağıya iniyordu.
Remziye öğretmenin gözü birden koşmakta olan çocuğa takıldı…
Arkasından seslendi.
“Hayrettin! Hayrettin!”
Çocuk olduğu yerde kala kaldı.
“Buyurun öğretmenim.”
“Annen okula kaydını yaptırdı değil mi Hayrettin?”
“Yaptırdı öğretmenim. Atta alamın oğlu Ayrula da yaptırdı kaydını.”
“Hayrullah senin halanın oğlu muydu?”
“Evet öğretmenim, Ayrula alamın oğlu.”
…
Bizimkiler hayretle birbirinin yüzüne bakakaldılar.
“Hayrettin miiiii?”
“Evet! Hayrettin!” dedi Remziye öğretmen, “Neden bu kadar şaşırdınız ki?”
“Annesi ona Aaritin diyor ama.” dedi Madam Arus…
Remziye öğretmen gülmeye başladı.
“Bunlar Balkan muhacirleri.” dedi, “H harfini söyleyemezler de…”
Ardından devam etti.
“Bu coğrafyanın da güzelliği de bu ya! Türkçeyi değişik lehçelerle konuşan bir Medeniyetler mozaiği…
…
Bu sırada Madam Raşel teyzeme çıkışıyordu.
“Şaşkınlığımız hep senin yüzünden Melek” dedi. “Çocukla her dilden münasebet kurduk da Türkçe ‘Gel’ demek ‘Günaydın’ demek bi türlü aklımıza gelmedi.”
O sırada çocuğun annesi yine köşede belirdi.
“Arittin” dedi. “Avranın yanında ki fırına gidesin, beş ekmek amuru alıp gelesin. Asan ile Ayrulaya da aber veresin. Adi çocuğum.”