Mavi Kapı

Bir ev bir insanın hayatını ne kadar değiştirebilirdi? Değiştirmişti işte, Kayra elindeki mis kokulu mimozalarla ahşap, oymalı, yüzü ona tanıdık gelen o mavi kapıyı çaldı. İçeriden gelecek ayak seslerini heyecanla beklemeye başladı ama hiçbir ses işitmedi. Bir müddet kapının önündeki basamaklarda oturup bekledi. Halbuki Cemile teyze geleceğinden haberdardı. Telefonda konuşup sözleşmişlerdi. Tam gitmek üzereyken kapı açıldı, karşısında Cemile teyze yaşlarında yaşlı bir kadın belirdi.
"Cemile teyzeye bakmıştım." Kadın biraz duraksadı, sonra:
"Cemile yok, gitti." Yaşlı kadın soğuk bakışlarıyla onu baştan aşağı süzüyordu.
"Sen, Kayra olmalısın senden bahsetmişti. Gel içeri." Kayra merakla girdi içeri hemen girer girmez de yüzüne çarpan soğuk havayla içi ürperdi. Dışarıdaki bahar havasının sıcaklığıyla içerideki serinlik bir tezat oluşturuyordu. Kaldı ki bu eve ilk gelişi de değildi daha önce hiç böyle hissetmemişti. Kadının yol göstermesini beklemeden odaya geçip her zamanki kadife, yeşil renkli koltuğa yerleşti. Bu evin antikalarla dolu oluşu duvardaki guguklu saat, ihtişamlı kristal avize, oymalı sehpalar, gaz lambaları, duvardaki el yazması panolar, tabaklar ve aplikler; hepsi ona tanıdık geliyor her geldiğinde de bu mistik havadan etkileniyordu. Odanın içine yayılan tuhaflıkla karşısındaki kadını incelemeye başladı. Ne kadar da Cemile teyzeye benziyordu. Kadının üzerindeki siyah elbisenin yakasına tutturulmuş broşun, parmağındaki elmas yüzüğün, kulağındaki küpelerin de antika olduğu belli oluyordu. Kadın kendinden emin sanki Rönesans tablolarından fırlamış gibi azametle oturuyordu.  Kayra, "Cemile teyze nerede?" diye soracakken kadın, konuşmasına fırsat vermeden atıldı. "Sana bir kahve yapayım" diyerek kendisinden beklenmeyecek bir çeviklikle yerinden kalkıp gitti. 
Kayra, onu beklerken kapının önünde fotoğraf meraklılarının sesleri geliyordu. Galata, İstanbul’un, en eski, buram buram tarih kokan insan seven semtlerindendi. Kayra da hem mimar olması hem de tarihe olan ilgisi nedeniyle o fotoğraf çekme meraklılarından biriydi. Her zaman bu semte özellikle de bu mavi kapılı evin önüne gelir burada anlamlandıramadığı bir çekimin içinde hissederdi kendini. Ev, mahalledeki diğer evlerden daha gösterişli tarihi dokusunu hala kaybetmemiş, dışı ahşap cilalı, cumbalı ve ihtişamlı kapısıyla oldukça etkileyiciydi. Kayra bu evin karşısında durup fotoğraflarını çekerken, "Kim bilir bu evde kimler yaşamış? Bu kapı kimlere açılmış? Kimler uğurlanmış, hangi mutluluklara, hüzünlere tanıklık etmiş, hangi sırlar saklanmıştır?" diye düşünürdü. Cemile teyzeyle de gide gele bu şekilde tanışmış zamanla ilerleyen dostlukları onları sıcacık bir ilişkinin içine çekmişti. Kayra, şehir dışındaki bir yurtta yetişmiş, kimsesiz, sevgiye aç bir kızdı. Aynı şekilde Cemile teyze de yıllar önce evladını kaybetmiş yaralı bir kadındı.
Kadın elinde tepsiyle nihayet göründü. Kahvenin yanında lokum ve bir de vişne likörü vardı. “Likörü ben yaptım. Mutlaka iç” dedi. Yaşlı birinden böyle hizmet görmek hem mutlu etmiş hem utandırmıştı onu. Kadın uzaktan uzağa onu süzüyor, elinde tuttuğu aslan başlı bastonuyla oynuyordu. Kadınla bakışırken deminden beri öğrenmek istediği şeyi bir çırpıda söyledi zira sabırsızlanmaya başlamış bu gizem onu sıkmıştı.
“Siz Cemile teyzenin akrabası mısınız?”
“Evet, ben ablasıyım.” Kayra şaşırmıştı, hiç akrabası yok biliyordu.
“Cemile teyze yakınlarda mı? Ne zaman gelir?"
“Cemile geçen hafta öldü.” O kadar kısa ve netti, öyle duygusuzca söylemişti ki Kayra yaşadığı şaşkınlıktan elindeki fincanı düşürüyordu. Kadın aynı soğuk ifadeyle “Aman dikkat et! Fincanı düşüreceksin” diye tiz sesiyle bağırdı. Kayra, “Bir yaşıma daha girdim. Kadının düşündüğü şeye bak! Fincanların derdine düşmüş, bir ölüm haberi hem de kardeşinin acısını insan sıradan bir şeymiş gibi mi söyler?” Tuhafına gitmişti doğrusu, “Ne acayip ne manyak bir kadındı bu.” Likörü bir dikişte içti, boğazı yanmıştı ama kendine de gelmişti. Gözlerine dolan yaşları elinin tersiyle sildi, inanamıyordu. En son yüz yüze görüştüklerinde bir sıkıntısı var gibiydi. Nereden bilebilirdi ki için için heyecan yaşadığını. “Ah! Cemile teyzem ne çok sevmiştim seni, aile sıcaklığını, anne sevgisini bana tattıran yegâne insandın. Niye bu dünyada hep yalnız yaşamaya mahkûm oluyorum. Seni o kadar sevmişken cenazene bile gelemeyip son görevimi yerine getiremedim. Beni affet.” Kayra hala inanmak istemiyor, içindeki keşkelerle kendini hırpalıyordu. Kadın konuşmadan gözlerini sabit bir şekilde ona dikmiş bakıyordu. Kardeşini kaybetmiş biri gibi hiç durmuyordu. Yüzünde en ufak bir üzüntü emaresi yoktu. Kayra karmaşık duygular içindeydi getirdiği mimozalar bile ortamın hüznünden boyunlarını bükmüş, guguklu saat yine ötmeye başlamıştı. Cemile teyzesiyle geçirdiği güzel anlar gözünün önüne geldi. Hayatının zor dönemlerinde ona yardımcı olmuş sıcacık kucağını ona sevgiyle açmış bu kadına bir vefa borcu vardı. Son günlerde ona ilgi gösteremediğinden vicdanen kendini rahatsız hissediyor bir an önce eve gidip ağlamak, matemini yaşamak istiyordu. En sonunda gitmek için ayağa kalktı ama başı fır fır dönüyor midesinde de kuvvetli bir bulantı hissediyordu. Kadın onun gitmesine mani olmak için aslan başlı bastonunu göğsüne dayayıp ittirdi. Kayra, sendeleyip koltuğa düştü. Bu kaba hareket şaşırtmıştı onu.
"Hayrola küçük hanım, nereye? Ben izin vermeden bir yere gitmek yok!" Kayra’nın gözleri kararıyor, kulakları uğulduyordu. "Hayda çattık, deli mi ne" diye düşündü. Kadın yerinden kalkıp yanına geldi. "Asla bu eve ve bu değerli eşyalara sahip olamayacaksın buna izin vermeyeceğim. Burası benim ve oğlumun hakkı. Likörün içindeki zehir birazdan seni de Cemile’nin yanına götürecek" Kadın tiz sesiyle bağırıp duruyordu. Kayra dediklerinden hiçbir şey anlamıyor üzerine yapışmış olan uyuşukluğu bir türlü atıp kadına karşı koyamıyordu.
Bir müddet sonra dışarıda delice yağan yağmurun sesiyle uyandı. Yaşadıklarının bir rüya olmasını umuyordu ama etrafına bakınca bir hastane odasında olduğunu anladı, sersem bir haldeydi. Pencere önünde bir hareketlenme hissedince o tarafa baktı karşısında tüm müşfikliğiyle ona gülümseyen eski yurt müdürünü gördü. Baba gibi sevdiği bu adama koşup sevgiyle sarılmak istedi ama yapamadı. Yurt müdürü, Kayra’ya olayın karanlıkta kalan yüzünü anlattı. "Cemile Hanım, bundan üç ay önce beni arayıp, senin hakkında konuşmak istediğini söyleyip beni evine davet etti ve senin geçmişinle ilgili bilgiler aldıktan sonra şöyle dedi: 'Yıllar önce çok büyük bir acı yaşadık. Kapımızın önünden hem benim hem ablamın evlatları kayboldu. O olaydan sonra nedense ablam hep beni suçladı. Zamanla ruhsal dengesini kaybetti, çıldırma noktasına geldi. Halbuki geride bir evladı daha vardı, bu yükü kaldıramadı. Ya ben ne yapsaydım? Benim bir tanecik kızım vardı. Bağrıma taş basıp, sabırla geçirdim günlerimi, ta ki Kayra’yı tanıyana kadar onu o kadar sevip o kadar bağlandım ki onu kaybettiğim kızımın yerine koydum. Onun varlığı sayesinde uzun yıllardır tatmadığım anneliği tattım. Ölümün ne zaman geleceği belli değil bu yüzden de uzun zamandır düşündüğüm şeyi gerçekleştireceğim. Gönül rahatlığıyla tüm mirasımı ona bırakacağım ama bunu gizlilik içinde yapmak istiyorum. Zira hasta ruhlu ablam bunu duyarsa bu Kayra için hiç iyi olmaz' demişti kadıncağız." Ne yazık ki Cemile Hanım’ın korktuğu başına gelmişti. O hayatını kaybetmişti ama Kayra hayata tutunmuştu.  
Yıllar önce o mavi kapının önünde kaybolan o iki bebekten biri Kayra’dan başkası değildi. Diğer bebek ise hayatını kaybetmişti. Fakat Kayra’nın bilmediği bir şey daha vardı. Annesi Cemile Hanım mıydı? Yoksa Cemile Hanım’ın ablası mıydı?  Bu saatten sonra o gerçekleri bilse ne olurdu bilmese ne olurdu. O, Cemile teyzesiyle zaten anne, kız gibi birbirlerini sevip, bağlanmışlar ve ayrılmışlardı. Tüm bunlara tanıklık eden o mavi kapı ise sırlarıyla orada duruyordu.

İlginizi Çekebilir

Ağaçlar

Banu ERCAN

İtirazım Var

Yaşar ÇALIŞKAN

Saklı Cevaplar

Merve BİÇER