Sanmak
Tabloya önce uzaktan, sonra yakından baktım. Altı kişiydiler. Bir aradaydılar lakin hepsi farklı bir yöne bakıyordu. Yüz ifadelerini incelediğimde birbirine benzeyen ortak bir nokta bulmak çok zordu. Niye zordu peki?
Çünkü aralarında gerçek bir iletişim yoktu. Daha çok birbirlerinin ne düşündüğünü tahmin etmeye çalışan veya sadece konuşmaya ya da önce anlatmaya, dinlemeden anlamadan.
Neden böyle düşünüyorum? Kanımca insanlar arasındaki kaosların ana sebebi, tahmin etmeler, akıl yürütmeler, zannetmelerden kaynaklanıyor; anlayabilmek, anlaşılma odaklı iletişim kurmak yerine.
Örneğin Ayşe o gün sırf söz verdiği için gelmişti. Günlerdir kayınpederinin hastane işlemleri ile ilgileniyorlardı ailece. Geceleri uykusuzluktan gözlerinin altı morarmıştı. Ona rağmen birkaç saatliğine arkadaşlarına verdiği sözü tutmak, keyifli birkaç saat geçirmek için koşarak gelmişti. Fakat en yakın arkadaşı Nesli, yanındaki Şermin’e Ayşe’nin dedikodusunu yapıyordu. “Şuna bak! İnsan arkadaşlarının yanına gelirken biraz özenir, gözleri mor mor açlarına bir topuz yapmış, ne kadar özensiz.” Şermin de gerçekten çok bakımlı ama eşiyle aralarındaki sorunları hissettirmemek için üstün bir çaba sarf ediyordu... Hatta bir gece önce boşanma kararı almışlardı ona rağmen aşırı mutlu, gülüyor şahane makyajıyla ama içi kan ağlıyordu. Kendisine yaptığı baskıyı tahayyül edebiliyor musunuz?
Halbuki Nesli yakın arkadaşına ‘nasılsın, niye gözlerin mor’ diye sorsa veya hiç sormasa sadece o anda arkadaşlarının varlığına şükretse ve akışına bıraksa... Ne yanındaki Şermin’i anlayabiliyor, ne Ayşe’yi... Çünkü anlamak zor iş vesselam. İşte tahmin etme, akıl yürütme; arkadaşını bakımsız, özensiz ve saygısız olarak etiketlendirmesi bir çeşit sanma, akıl ve kalp arasındaki bağlantı kopukluğu, kendisinin gerçeği öğrendiğinde utanç duyacağı bir tablo oluşturacak ama şimdilik bunu bilemiyor.
Oysa Ayşe, arkadaşı, günlerdir kalbinin en güzel haliyle kayınpederini iyileştirmeye çalışıyor. Bir arkadaşın sahip olacağı en merhametli arkadaş tipi... Ama Şermin çok güldüğü ve güzel olduğu için Ayşe’den bir adım öne geçiyor. O çok iyi, dertsiz, tasasız, eşi onu çok seviyor ve çok üst düzey bir hayat tarzı var olarak tahmin ediliyor. Yine bir sanma hali.
Burada şöyle bir iletişim olsa:
Merhaba Ayşe’ciğim! Görüşmeyeli nasılsın?
İyiyim Nesli de kayınpederim çok hasta. Günlerdir uyumadım. Bak buraya da ev halimle geldim. Bakımsız.
Nesli de “Canım benim senin varlığın yeter. Var mı yapabileceğimiz bir şey?” dese...
Bu olumlu, yapıcı iletişim zinciri nelere kadir olurdu. Ayşe kendini daha güvende, mutlu, umutlu hissederdi. Yorgunluğunu giderdiği bir limanda olduğunu hissederdi. Bu olumlu duygularla attığı her adımda biraz daha yumuşak olurdu ve hayat mücadelesinde daha hevesli olurdu. İşte bu kadar! Etkili, doğru iletişim.
O sırada Şermin de rol yapıp kendini zora sokacağına, “Arkadaşlar ben böyle gülüyorum ama aslında sorunlarım var.” dese, sizce bu soğuk tablo, sıcak ilişkilerin olduğu, çözümlerle dolu bir dünyada serginin en güzel tablosu olmaz mı?
Biz ne kadar tek başımıza güçlü olduğumuzu düşünsek de biz gücümüzü sevgiden, olduğumuz gibi olmaktan, sevgi dolu ortamlardan alırız. Düşünsenize tek başımıza güçlü, zengin, sağlıklı, muhteşem olduğumuzu veya tam tersi, duygularımızı paylaşacağımız kişiler olmadıktan sonra somut bir eşyadan ne farkımız olurdu? Bizler makine değiliz ki insanlardan utanacağımız özelliklerimiz olsun...
Ben öyle düşünmemiştim
Ama ben sanmıştım ki
O öyle sanmış! Gibi
Ve bu sanmaların sonucu olarak, bol acılı tartışmalar, ayrılıklar, yargılar, cinayetler derken mutsuzluğa giden çok sağlam adımlar atılır.
Milyonlarca aklı, fikri, hatayı, insana ait her şeyi bir kafaya, bir söze, bir bakış açısına sığdırmaya çalışmak, gökkuşağının bütün renklerini yok etmek ve hayatı sadece siyah renge mahkûm etmek olmaz mı?
Kısacası sanmak üzerine kafa harcamak yerine anlayabilmek ve anlaşılır olmak amaçlı yargısız, pür dikkat bir iletişim bizi nasıl zenginleştirir ve özgürleştirir...