Savunma
Sandalyeyi tek elle açtım ve hızlıca masaya yerleştim. Örtüsüz masaya iki kolumu birden dayadım, parmaklarımı birbirine kenetledim. Masanın üzerindeki kollarımdan güç almak ister gibi bir halim vardı. Lacivert ceketin içinden çıkan beyaz gömleğime ve kol düğmelerime hızlı bir bakış attım, her şey yerli yerinde. Gözlerimi karşımda oturanların arkasında, ta duvarın üzerinde bir belirsizliğe diktim.
Kimseyle göz göze gelmek istemiyorum ama gözlerimi önüme devirip mahçup bir tavır takınmaya da hiç niyetim yok. İçimdeki sıkıntının yüz kaslarım üzerindeki hakimiyetini hissedebiliyorum, dudaklarım kilitli. Mahçup muyum? Mahçup olmalı mıyım? İçimi dolduran bu sıkıntı, bu mağlubiyet hissi. İtiraf ediyorum, sorumluluğu kabul etmek zorundayım. Her ne kadar bu bir takım işi olsa da eğer lidersen sorumluluğun büyüğü sendedir. Ben dedim yapmadılar mı diyeceksin? Motive mi edemedim? Motive olmak mı istemediler? Belki daha çok vaktimiz olsaydı. Yaşları küçük, tecrübesizler, stresi yönetemediler mi demeli.
Yaşları küçük mü? Ya biz küçükken? On beş yaşındaydım, aileme bakmaya başladığımda. Kilim dokuyarak yedi kişilik ailemizi geçindirmeye çalışan yorgun babam… Yokluktan çıkmak için dört elle, gece gündüz sevmediğim bir işi yaptım. Yirmi dört yıl, dile kolay. Bu çocukların karnı tok. Moral bozma lüksleri var, tırnaklarıyla kazımaları gerekmiyor hiçbir başarıyı. Asıl sorun bu. Ya da açların dilinden anlayan ben, tokların dilinden anlamıyorum. İstifa etmemi bekliyorlar, oysaki etmeyeceğim. Her başarısızlıkta pes etsem, bugün bu takım elbisenin içinde bu maaşla burada oturuyor olabilir miydim?
İşler yolunda gitse yerlere göklere sığdıramazlar ama ters gidince yerin dibine sokarlar. İnsanoğlunun iki yüzlülüğü midemi bulandırıyor. Övgüleri de yalan. Karşımdaki yüzlere bakmadan görüyorum avını bulmuş yırtıcı hayvan bakışlarını. Yetmiş yaşına kadar uğraştığım kurtları, kokusundan tanırım. Avının zayıf anını sinsice bekler; yakalayınca dehşet saçarak, şehvetle üzerine atılırlar. Kanlar saçarak etini çiğ çiğ koparırlar. Püskürtmek için hazırım. Ne zaman bitecek bu mücadele? Emekli olacağım elbette. En güzel yerinde olsaydı. Tadı damağımda kalsaydı. Böyle ekşimiş peynir gibi olmamalıydı. Takımıma da kendime de güveniyorum aslında, çok büyük başarılara imza atabiliriz. Başarmak da ne güzel şeydir. İnsanların ne söylediği önemli değil. O heyecan… Verdiğin emeklerin karşılığını almak, her gece yattığında gördüğün o rüyayı canlı canlı yaşamak… Yapmak ne güzeldir.
İlk soru geliyor, mikrofonu kendime yaklaştırıyorum, usulca nefes alıyorum, gazetecinin sözünü bitirmesini sabırla bekliyorum.
• Hocam, Avrupa Şampiyonasına puansız veda ettik, istifa edecek misiniz?