Sessiz Sakine
Ocak 1923
Yemyeşil ağaçlarla kaplı, ortasından akan altın gibi bir nehirden ulaşım ve büyük şehirlere ticaret yapılabilen, "Ahşena" ya kuş uçuşu yaklaşık yedi kilometre uzaklıkta, insanların din, ırk ayrımı yapmadan mutlu bir şekilde yaşadığı küçük bir kasaba.
İki genç kız hafif hafif yağan kara aldırmadan kuşlar gibi cıvıl cıvıl konuşarak yürüyorlar. Biri, çıkık elmacık kemikleri, çekik gözleri, buğday rengi teni, iki yana örgülü koyu renk saçları,bir yanağındaki gamzesi ve başında hep takılı duran inci ve altınlarla süslü fesi ile çok güzel bir Tatar kızı Sakine, diğeri dalgalı saçları, kumral teni, açık renk gözleri , uyumlu yüz hatları ile bir başka güzel Rum kızı Damara.
-Sakine, Ta Fota bayramımıza geleceksin değil mi?
-Hayır Damara, gelemeyeceğim, Kırımdan akrabalar geldi, epey kalacaklar.
-Lütfen gel, ben Celil amcadan izin alırım.
-Olmaz canım, o kadar misafir evdeyken gelemem.
-Öyle olsun bakalım, ben de Ramazan Bayramında size gelmeyeceğim.
-Gelirsin gelirsin, sen annemin tatar tatlısını (çak çak) yemeden duramazsın.
-Off en sevdiğim tatlı..
-Hah hah ha....
Yol ayrımına geldiler, neşe içinde sarıldılar. Sakine tepedeki evlerinin, Damara da Irmak kıyısındaki Gotik mimarinin oradaki tek örneği olan muhteşem konaklarının yolunu tuttu. Babası sarraf ve maden işletmecisiydi. 19.yy.sonuna doğru Niğde'den göç eden Rumlardandı.
Sakine ise aynı yıllarda Kırım'dan göçen Tatar Celil Beyin kızlarından biriydi. Aynı yıl doğmuşlar birlikte büyümüşlerdi. Çok yakın arkadaş,kardeş gibiydiler. Aileler de aynı şekilde samimi dostlardı. Birbirlerinin inançlarına saygılıydılar. Bayramlarını birlikte kutlarlardı. Çocuklar küçükken birlikte Ramazan Bayramlarında şeker, Paskalya'da yumurta toplamışlardı.
Efevos, Damara'nın anne tarafından kuzeniydi. Anne babası küçükken ölmüş, teyzesi Marie yanına almış kendi oğlu gibi büyütmüştü. Adının anlamı gibi "delikanlı" bir gençti. Esmer, uzun boylu, yakışıklıydı. Çocuklukları kardeş gibi birlikte geçen Sakine'ye büyüdükçe duyguları değişmiş ama bunu belli etmemek için elinden geleni yapmıştı. Sevilen her kadın gibi Sakine bunu anlamış ama anlamamış gibi yapmıştı. O da ona karşı farklı duygular hissediyor olmasına rağmen, olmayacak duaya amin demeyecek kadar aklı başında bir kızdı. Bu yüzden de duygularını kendine bile itiraf etmemişti.
Bugünlerde bir " mübadele" lafı dolanıyordu büyüklerin ağzında. Gençler önce pek oralı olmadılar. Sonra büyüklerdeki huzursuzluk ve endişe onları da meraklandırdı. Sakine babasına sordu, şöyle anlattı Celil Bey;
-Kızım, Birinci Dünya Savaşı bitti, Osmanlı Devleti parçalandı, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Balkanlardaki ülkeler arasında nüfus değiş tokuşu düşünülüyor.
-Aaaa yani Damaralar...
-Evet kızım , bütün Hristiyanlar gidecek, Balkanlardaki bütün müslümanlar gelecekmiş. Çünkü mübadele kapsamına giren kişilerin ana kriteri "din" olarak alınmış. Yani Rum olup müslümansa gitmeyecek, Balkanlarda Türk olup hristiyansa gelmeyecekmiş.
Başı döndü Sakine'nin, nasıl olurdu bu. Kaç kuşaktır yaşadıkları, vatan bildikleri toprakları, evlerini yuvalarını,geçmişlerini, geleceklerini ,hayallerini umutlarını bir anda bırakıp nasıl gideceklerdi. Kalbi sıkıştı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Damara da durumu öğrenmiş ilk günkü şoku atlattıktan sonra Sakinelere gelmişti. Ağlamaktan yüzü gözü şişmiş ve kızarmıştı. Hiç konuşmadan sarıldı arkadaşına, uzun süre öyle kalıp ağladılar.
Eylül 1970
Okul yolu, siyah önlüklü , beyaz yakalı , beyaz kurdelalı öğrenciler hoplaya zıplaya gidiyorlar. Neşeli sesleri güneşe ulaşıyor.Güneş de onlara sıcacık ışınlarını gönderiyor.
Küçük kız ablasının elinden tutmuş birşeyler anlatıyor.Irmak kıyısındaki yola döndüklerinde , üst taraftaki duvarda, küçük bir pencere kadar bir boşluk ilgisini çekiyor. Parmaklıklı ve karanlık. Tam ortaokulun altında.
-Ablaa, bu ne?
-O tünel canım , yani yeraltında bir yol. Bu ortaokul var ya eskiden zengin bir Rum aileninmiş, bizim okulun karşısında bir bina var hani o da rumların kilise binasıymış. Bu tünel bu binadan o kiliseye kadar gidiyormuş.
Biliyor musun bizim okulumuz da Rumlarınmış, onların çocukları okurmuş orada, onlar gidince bize okul yapmışlar.
- Nereye gidince?
- Bunu şimdi anlayamazsın , Seda biraz daha büyü de anlatırım.
Ocak 1924
Damaraların evi ; sessizlik, hüzün, acı, umutsuzluk, kaygı, endişe... Sakine arkadaşının yanında ona destek olmaya çalışıyor, toplanmasına yardım ediyor. Ta Fota bayramından sonra gidecekler. Birbirlerine bakamıyorlar, gözgöze gelseler ağlıyorlar. Efevos giriyor içeri, hüznün somutlaşmış hali...
"Sakine, gelir misin?" diyor.
Sakine sessizce gidiyor arkasından, giriş kattaki oturma odasına iniyorlar. Efevos çok dalgın, düşünceli sanki söyleyeceklerini aklından geçiriyor.
"Sakine, diyor sevgi dolu bir sesle. Nasıl başlasam bilmiyorum, mübadil olmasaydık sana bunları söylemeyecektim. Uzaktan bakmakla yetinecektim, şuan zorunluyum." Duruyor derin bir nefes alıyor, kalbi yerinden fırlayacak gibi konuşmaya devam ediyor. "Seni ne kadar sevdiğimi tahmin bile edemezsin. Biliyorsun beni teyzem büyüttü, ailemi çok küçük yaşta kaybettim. Eğer bir ailem olacaksa sadece seninle olabilir. Öğrenmek istediğim senin bana karşı duyguların. Onu bileyim yeter. " Sakine yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde yere bakıyor. Tekrarlıyor Efevos ; "Lütfen söyle sen de beni seviyor musun? " Usulca başını kaldırıyor Sakine ve sadece "evet" anlamında sallıyor. Öyle mutlu oluyor ki Efevos , sanki bir anda kanatlanmış ve ayakları yerden kesilmiş. Heyecanla iki elini avuçlarına alıyor ve "bak Sakine" diyor "çok dikkatle dinle. Yarın Ta Fota bayramına gel. Haçı senin için çıkaracağım. Yalnız şunu unutma, hiçbir şey göründüğü gibi değildir, tamam mı anladın mı sakın unutma, hiçbir şey göründüğü gibi değildir"." Tamam" diyor Sakine...
Ertesi gün Ta Fota Bayramının merkezi olan Asma Köprüde, İsa' nın doğum günü ve vaftiz edilişini kutlamak için toplanan halk çok sessiz ve üzgün. Çünkü burada kutladıkları son Ta Fota Bayramları.
Sakine de kız kardeşleri ile geliyor bayrama, Damaralarla köprünün başında yerlerini alıyorlar. Kilisenin papazı köprünün ortasına kadar gelip, elindeki haçı nehire atıyor. İçlerinde Efevos'un da olduğu yirmiye yakın genç, haçı çıkarmak için buz gibi nehire atlıyor. İçi ürperiyor Sakine'nin, üşüyor sevdiğiyle beraber. Yaklaşık beş dakika sonra Efevos haçı bulup çıkarıyor, papaza doğru uzatıyor , bir alkış kopuyor ama o anda tuhaf bir şey oluyor. Efevos haçı tekrar suya atıyor, Sakine'ye doğru dönüp el sallıyor ve tekrar nehire dalıyor. Halk şaşkın bir şekilde tekrar bulup çıkmasını bekliyor ama üç dört dakika geçmesine rağmen çıkmıyor. Sakine nefes almadan bekliyor. Yarışan bütün gençler panikle tekrar suya atlayıp arıyor ama bulamıyorlar. Bol yağmurlardan ve eriyen kardan sonra suyu iyice çoğalan ırmağın akıntısına kapılıp gittiği sanılıyor. Herkes çığlıklar atarken Sakine ağzı ve gözleri kocaman açılmış bir halde suya bakarak olduğu yerde kalıyor...
Ocak 1970
İki katlı taş bir ev. Alt katta gürül gürül soba yanan sıcacık bir oda. Kalabalık mutlu bir aile. Anne dikiş dikiyor, baba ile abi radyodan maç dinliyor, büyük kızlar dantel örüyor, küçük kızlar sehpada ödev yapıyor. En küçük kız tahta beşikteki oğlan kardeşini sallıyor. Abla sesleniyor;
-Sedaa...
Kardeşi duymuyor, tekrar sesleniyor;
-Sedaa... Seda dönüp ablasına bakıyor. Ablası;
-Cevap versene Seda, ne bakıyorsun Sessiz Sakine gibi,
-Sessiz Sakine kim abla?
-Anneannemin teyzesi.
-Neden sessiz Sakine diyorlarmış ona,
- Off Seda, bana yanındaki dolaptan yumağımı ver, sonra anlatırım Sessiz Sakine'yi...
Temmuz 1924
Sakine ve kız kardeşleri bir kaç gündür temizlik , annesi de ünlü Tatar tatlısından yapıyor. Sakine dışında herkes neşe içinde işini görüyor çünkü yarın Kurban Bayramı. Akşamı da sarma ve çibörek yapmakla geçiyor.
Sabah erkenden kalkıyorlar, taze su dolduruyorlar, erkekler bayram namazından geliyor, bayram sofrası hazırlanıyor, yemek yeniyor.
Celil Bey birkaç komşusu ile bahçede kurbanını kesiyor. Evin önündeki taştan yapılan ocakta kurban eti pişiyor.
Celil Bey ve eşi Halime Hanım evin önünde oturuyor, kızlar evde, gelecek misafirler için hazırlık yapıyor.
Bahçe kapısından uzun boylu bir delikanlı giriyor. Başında fesi, takım elbiseli biri. Oturanlar başını kapıya çevirmiş gelenin kim olduğunu anlamaya çalışıyor. Delikanlı ağır adımlarla yaklaşıyor,
-Selamün Aleyküm , diyor.
-Aleyküm Selam , diyorlar. Misafir Celil Beye yaklaşıyor, elini öpüyor.
-Celil Amca tanımadın mı ben Efe diyor.
-Efe mi
-Efevos...
,Herkes olduğu yerde kalıyor. Sesleri duyan kızlar pencereden bakıyor, Sakine hariç bağırışıyorlar çünkü O Ta Fota Bayramından beri konuşamıyor. Efe'yi görünce bayılıyor.
-Nasıl olur, diyor Celil Bey?
-Başka çarem yoktu, affedin beni diyor.
-Otur hele şöyle, derken Sebile'nin sesi duyuluyor.
-Annee, koşun ablam bayıldı!..
Hep birlikte koşuyorlar, Sakine'nin yüzüne su serpiyorlar az sonra ayılan genç kız inanamaz gözlerle etrafa bakıyor.
-Sakin ol kızım, sakin ol, evet Efe geldi, yaşıyor diyor, annesi.
Hıçkırıklarla ağlamaya başlıyor Sakine.
Celil Beyin sesi duyuluyor;
-Herkes gelsin buraya Efe'nin anlatacakları varmış.
Sakine iki kız kardeşinin kolunda çıkıyor dışarıya, yürüyecek hali yok, Efe'nin yüzüne bakamıyor tekrar bayılmaktan korkuyor, Efe ise bitimsiz bir sevgiyle bakıyor sevdiğine, halen bilmiyor konuşamadığını... Başlıyor anlatmaya;
"Burda kalabilmek için bir plan yaptım. Ta Fota Bayramında haçı çıkardıktan sonra tekrar daldım ve ırmağın dibinden gözden kaybolana kadar yüzdüm. Herkesin öldüğümü sanmasını istiyordum. Okulumuzun ordan kıyıya çıktım, insanlar köprüde olduğu için kimseye görünmeden kiliseye girdim. Oradan tünele geçtim. Sadece teyzem biliyordu planımı. Birkaç gün bana yiyecek ve su getirdi. Onlar gidince eve geçtim. Kapı mühürlü olduğu için kimse evi aramadı. Haftalarca evde kaldım, bir gece gizlice çıktım ve yumurta gemisinin kaptanına yüklü bir para vererek İstanbul'a gittim. Orda bir camiye girdim, imamla konuştum. Müslüman oldum, imamın yardımı ile yeni nüfus kağıdı çıkardım, ticarete başladım. Celil amca, Sakine'yi çok seviyorum, artık senden onu isteyebilirim."
Derin bir sessizlik oluyor, Sakine'nin hıçkırığı duyuluyor, Efe ne olduğunu anlayamıyor. Sakine kalkıp eve giriyor o gidince Celil Bey olanları anlatıyor. Efe kahroluyor, "ama ben onun anladığını sanıyordum, benim yüzümden, affedin beni" diyor , ellerini yüzüne kapatıp hüngür hüngür ağlıyor. Neden sonra ağır ağır kalkıp, Sakine'nin peşinden eve giriyor, sımsıkı sarılıyor sevdiğine , af diliyor, evlilik teklif ediyor. Kabul ediyor güzel Sakine. "İstersen burada istersen İstanbul' da otururuz" diyor. İstanbul'a gitmek istemiyor. Bir iki ay içinde babasının evinin yanına tek katlı, iki odalı küçük bir ev yapıyorlar. Çok güzel bir düğünleri oluyor.
Her İstanbul'a gidişte sevdiğinden bir hafta ayrı kaldığı için ticareti bırakıyor Efe. Celil Beyle çiftçilik yapıyor. Her yere birlikte gidiyorlar, güzel eşiyle tarlaya bahçeye. Gelincik tarlasında elele koşuyorlar, Aladağlardan menekşe topluyor, mor sümbüllerden taç yapıyor güzel sevdiğine.
Sadece ikisinin anladığı bir işaret dili geliştiriyorlar aralarında.Efe de hayatı boyunca bu dille konuşuyor Sakine'siyle, duyuyor olmasına rağmen.
Ocak 1975
Kasaba yine kardan gelinliğini giymiş, mutlu bir gelin edasıyla gülümsüyor insanlara.
Seda ile ablası evlerinin yolundaki Asma köprüye geldiklerinde Seda duruyor birden...
-Abla, diyor. Sen bana Sessiz Sakine'yi anlattığından beri buradan her geçişimde aklıma geliyor. Durup ırmağa bakmadan geçemiyorum. Sakine'nin hissetiklerini anlamaya çalışıyorum.Düşünsene sevdiğin gözünün önünde buz gibi suda kaybolup gidiyor.
-Evet yaa... Tam da bu ayda, böyle soğuk günlerde. Sen de çok etkilenmişsin.
-Evet abla, devamlı aklıma geliyor. Türkçe öğretmenim kompozisyon yazılarımı çok beğeniyor. "Yazılı ifaden çok iyi, ileride senden hikayeler bekliyorum" diyor. Onun hikayesini yazmak istiyorum. Şimdiden notlar alıyorum.
-Yazarsın canım, sana inanıyorum, hem de çok güzel yazarsın...