Soğuk Duvarlar
Sanatoryum, Heybeliada’nın tepesine bir kartal yuvası gibi dikilmişti. Eski bina, çam ağaçlarının ve mimozaların arasından eşsiz görünüyordu. Adayı kucaklayan derin mavilik ise tüm hastaların şifa kaynağıydı. Bu hoş görüntüye kuş cıvıltıları, arıların vızıltısı da ekleniyordu.
Rana, bir yıl önce yaşadığı ihanetin ardından kendini bu sanatoryumda buldu. Günlerce kan kusup hiçbir iyileşme belirtisi göstermedi, ta ki yeni gelen Doktor Faruk’a kadar. Doktor onun hem sağlığına iyi geldi hem de içine gömülü kalbini tekrar dışarı çıkardı. Aşk kıpırtıları içinde Doktoru düşünmeden edemiyor, onu görme arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Ona sürpriz yapmak için akşam olmasını dört gözle bekledi. Bir hastalık kokulu koridorlarda bir bahçede heyecanla dolaşıp durdu. Formun Altı
Nihayet karanlık çökmüştü. Doktorun odası erkeklerin bulunduğu binadaydı. Erkeklerin binasına kadınların geçmesi yasak olmasına rağmen Rana bunu korkusuzca göze almıştı. İki binayı birbirinden ayıran büyük demir kapının yanına ulaştığında kapının dar aralığından ince bedenini sürüyerek girdi bahçeye. Sık çam ağaçlarının örülü olduğu bahçeden ayağına takılan kozalakları kenara iterek ilerledi. Binanın ışıkları tek tek kapanıyordu. Devasa palmiye ağacının oraya gelince durdu. Burası Faruk’un odasının önüne denk geliyordu. Onun perde ardındaki silüetini gördü. Doktor masanın başında oturuyordu. Biraz daha binaya doğru yaklaştı. Bastığı kuru bir dalın çıtırtısı kuşların çığlıklarına karıştı. Rana’nın içinden bir ürperti geçip gitti. Bir müddet doktoru sessizce seyretti. Orada olduğunu belli etmek için eline küçük bir taş alıp cama atacakken Faruk’un yanında beliren bir gölge fark etti. Uzun saçlarından, vücut kıvrımlarından bunun bir kadın olduğu bariz ortadaydı. Gölgelerin birbirlerine sarılıp öpüştüklerini gördü. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Geri geri gidip sırtını palmiye ağacının gövdesine sertçe dayadı. Nisan rüzgârı hoyratça üzerinden esip geçti. Aynı anda ağaçların kıpırtısı, bir baykuşun sesi zaten içi hop etmiş Rana’yı daha da ürküttü. Perdenin arkasında oynanan gölge oyununu kıskançlıkla seyretti. Birden olduğu yerden fırlayıp koşmaya başladı. Patika yoldan merdivene hızlıca ulaşmaya çalışırken ayağı takılıp düştü. Çenesini basamağa çarptı. Acıyla olduğu yerde büzüldü. Aslında bu acıdan çok biraz önce gördüğü manzara canını acıttı. Odasına girdiğinde per perişandı. Tepesinde topladığı saçları omuzlarına dökülmüş, üzerindeki pelerin terden sırılsıklam olmuştu. Bir müddet öyle yatağın üzerinde oturup kaldı. Sonra kalkıp banyoya gitti. Paslı ve kırık aynanın arasından kendi görüntüsünü seçmeye çalıştı. Çenesi şişmiş ve kanamıştı. Aynada kendisine ihanet edenlerin alaycı gülüşlerini ve Doktor Faruk’un sessizce ona bakan yüzünü gördü. Bu yüzlere bir de musluktan damlayan suyun asap bozucu sesi eşlik etti. Bu sesleri duymamak için ellerini sıkıca kulaklarına bastırdı ama nafileydi. Sesler gittikçe büyüyordu. Elleri morarana kadar musluğu sıkıp havluyla sardı.Bedenindeki titreme kulaklarındaki uğultu bitmek bilmiyordu. İpten kurtulmuş bir boğa gibi odanın içinde dört döndü. Daha fazla dayanamayıp Faruk’un odasının bulunduğu binaya bu sefer öfkeyle koştu. Faruk’un loş odasına girdiğinde onu o kadınla birbirlerine sarılmış halde buldu. Elindeki ayna parçasını arkası dönük olan Faruk’a hınçla sapladı. Ortalık bir anda çığlıkla inledi. Rana’nın gözü dönmüştü bir kere sapladıkça sapladı. Işıklar açılıp odaya insanlar doluştu. Yere çökmüş Rana’yı biri kucaklayıp dışarı çıkardı. Rana, başını kaldırıp baktığında karşısında Faruk’u gördü.
"Rana sen ne yaptın? Nasıl yaptın böyle bir şeyi?" Rana’nın ceylan irisi gözleri daha da açıldı.
"Sen ama sen" diyebildi sadece. Her yanı zangır zangır titriyordu. Hastanedeki telaş yaralıya müdahale ortalık ana baba günü gibiydi. Rana’yı iki kişi zor tutuyordu. Saldırgan hâli durdurulamıyordu.
Rana "Seni onunla birlikte gördüm. Pencerenin altındaydım. Gölgelerinizi birbirinize sarılışınızı gördüm." diye bağırıp duruyordu. Faruk donup kalmıştı.
"O gördüğün ben değildim ki. Odamı sadece o geceliğine beni ziyarete gelen doktor arkadaşıma vermiştim. Hulusi ayriyeten de Nermin hemşirenin nişanlısıdır." Rana inanmayan gözlerle ona baktı.
"Yalan söylüyorsun. O kadını ve seni öldüreceğim. Kimse beni kandıramayacak artık." Faruk sıkıntıyla ayağa kalktı.
"Ben bunu nasıl anlayamamışım? Senin ruhun hasta. Yazık çok yazık."
"Seni seviyorum Faruk. Seni kaybetme endişesi aklımı başımdan aldı. Daha önce yaşadığım ihanetler aklıma geldi. Yine öyle oldu sandım." diye saldırgan tutumunu sürdürüyordu Rana. Faruk hiçbir şey söylemeden onun yüzüne baktı. Onu heveslendirecek, onu umutlandıracak bir şey yapmadığından o kadar emindi ki. Ona her zaman hasta doktor mesafesinde yaklaşmıştı.
Faruk bir kenarda sakince büzüşüp kalmış hasta ruhlu genç kadına acıyarak baktı. Biraz önceki saldırgan halinden çok uzaktı.
“Üşüyorum Faruk. Burası çok soğuk, duvarlar üzerime geliyor. Beni yalnız bırakma. Beni sev.” Faruk ona şefkatle yaklaştı.
“Merak etme iyileşeceksin.”
Doktor Faruk müşahede altında tutulan Rana’nın dosyasına bir not iliştirdi. “Verem hastalığı iyileşmiştir. Ama ağır nevroz bozukluğuyla ruh ve sinir hastalıkları hastanesine sevkini rica ederim.”
Rana Sanatoryumun soğuk duvarlarından geçerken ardında bıraktığıtiz çığlıklar hala duyuluyordu.