Gözümü açtığımda tanımadığım bir evde eski bir kanepenin üzerindeydim. Akşam üzeri gibi bir vakitti. Pencereden gelen silik ışık, güneşin batmakta olduğunu haber veriyordu. Kalbim hızlı hızlı atmaya başladı, nefesim sıkıştı, dehşet içinde doğruldum. Ses çıkarmamaya çalışıyordum. Koltuktan insem mi? Tereddüt ettim. Sanki ani bir hareket yapsam, başıma tanımadığım insanlar üşüşecek ve sonunu bilmediğim bir maceraya sürüklenecektim. Başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Bütün cesaretimi toplayarak ağır ve ağrıyan bedenimi doğrulttum ve odanın kapısına doğru ilerledim. Kapı kapalıydı. Yavaşça kapının kolunu tuttum, bastırırken pür dikkat dışarıdan gelen sesleri dinledim. Tam bir sessizlik… Kapıyı yavaşça araladım ve koridora doğru başımı uzattım. Bir ucunda başka bir kapalı kapı, öbür ucunda hol gibi bir açıklık vardı.
Holün karşısında mutfağı andıran bir yer görünüyordu. İçimde evden çıkışın o tarafta olduğuna dair bir kanaat oluştu. Usulca odadan çıktım ve mutfağa doğru süzüldüm. Yaklaştıkça mutfağın sağ yanında kapısı açık başka bir oda olduğunu fark ettim. İçeride birisi vardır korkusuyla kapının önüne yaklaşamıyordum. Tedirginlik ruhumu sarmıştı, sırtımı duvara yaslayıp derin bir nefes aldım. Mutfağın solunda ise ufak bir antre ve önünde dağınık bir şekilde çıkarılmış ayakkabılarla çıkış kapısı gözüküyordu. Gözlerim hüsranla kendi ayakkabımı aradı, ikisi erkek biri kadın, üç çift ayakkabı seçtim. İçeride üç kişi mi var? Niye hiç ses çıkmıyor? Daha gece bile olmamış. Acaba daha önce çıkarılmış ayakkabılar olabilir mi bunlar? Yoksa beni buraya kilitleyip gittiler mi? Bir anda sorular etrafımı sardı, teker teker soludum. Odadaki kadınsa baş edebilirim.
Korkuların nefesi ensemde, arkamı dönüp usulca çıktığım odaya geri döndüm ve kapıyı yavaşça kapattım. Kapının arkasında öylece kalakaldım, sadece başım değil bütün vücudum ağrıyordu. Bana bir ilaç vermiş olabilirler mi? Bluzumu kaldırıp karnıma baktım, el yordamıyla vücudumu kontrol ettim, bir yara ya da iz arıyordum. Tanımadığım bir bedeni yoklar gibi dolandım yorgun ve yabancı kıvrımlarımda. Bir iz yoktu. Etrafı alıcı gözle süzerken, pencereye doğru yanaştım. Belki de çok yüksek değildir. Tül perdeyi aralayınca karşıdaki apartmanın penceresiyle karşı karşıyayım. Arada beş metre mesafe ya vardı ya yoktu, burası ara bir sokak, arnavut kaldırımlı bir yokuştu. İçinde bulunduğum daire birinci ile ikinci kat arası gibiydi, binanın iki yanında bir kata yakın kot farkı olmalıydı. Atlamaya cesaret edemezdim ama gayriihtiyari pencereyi açmaya yeltendim. Bir yandan da kulağım evdeki seslerdeydi. İçeri birisi girse, can havliyle kendimi aşağıya atmam gerekse... Pencerenin kolu elimde boşa döndü, zorlasam elimde kalacaktı. Pencere zaten bozuk muydu yoksa kaçmayayım diye bozmuş olabilirler mi? Ürperten bir düşünce... Eski püskü kanepeden başka, plastik bir dolap, bir de demir ayaklı ufak bir masa ve üzerinde kitaplık gibi birkaç raf vardı. Keyifsizce masaya yaklaştım, üstünde irili ufaklı kitaplar, birkaç sayfa boş kağıt ve iki tane tükenmez kalem... Aniden bir ışık yandı.
Öğrenci odası burası. Kapıya doğru bu sefer emin adımlarla ilerledim, kapıyı açarken bir yandan sesleniyordum: “Merhaba, içerde kimse var mı acaba?” Odadan çıktım, mutfağın yanındaki tehlikeli odaya varmıştım bile “Merhaba?” İçeride kimse yoktu. “Kimse yok mu?” Mutfağa girdim, holün öbür ucundaki kapıyı tıklattım. “Pardon, kimse var mı?” Orası da boştu. Tekrar mutfağa geri döndüm, antreye girdim. Bir yanda giriş kapısı, öbür yanda kapısı açık banyo. Giriş kapısına doğru hamle yaptım, korktuğum başıma gelmişti. Evde kimse yoktu ve kapı kilitliydi.
Nefesim hızlandı. Telaşla evi tekrar dolanmaya başladım. Derme çatma eşyalarla döşenmiş, öğrenci ya da bekar evi gibi bir yerdi. Uçtaki kapalı odada bir yatak vardı. Tehlikeli oda oturma odasıydı; televizyon, büyükçe bir koltuk, masa ve sandalyeler vardı. Odanın köşesindeki balkona doğru bir kehaneti doğrular gibi koşar adımlarla ilerledim. Balkon kapısı da kilitliydi. Beni buraya kilitlemişler, kilitlemişler! Umutsuz manzaram dört beş katlı apartmanların ufacık otoparklarına bakan bir açıklıktı, hava kararmıştı bile. Gecekondudan bozma bir mahalleye benziyordu. Burası neresi böyle? Tanıdık bir iz göremiyordum. Kapı kapalı. Burası ikinci kat. Camı kırsam, İmdat! diye bağırsam? Arkadan bir yerden araba sesleri geliyordu, ana caddeye çok da uzak olmamalı. Bir şekilde aşağıya inmem lazım, başka çarem yok. Eve gelmelerini beklesem. Kim gelecek? Belki kimse gelmeden kaçmalıyım. Aşağı inebilir miyim, insem nasıl giderim; param yok, hava kararmış. Başım zonkluyor! Dönüp tekrar çıkış kapısını zorladım, anahtar bulabilir miyim diye sağı solu karıştırdım. Ne yapacağını bilmemenin sarhoşluğuyla daracık koridorda yalpalıyordum kapıdaki tıkırtıyı fark ettiğimde. Uyandığım odaya girip kapıyı kapattım hemen, yere çömeldim kafamı ellerimle başımın arasına alıp sözüm ona saklandım. Ayak sesleri içinde olduğum odaya yaklaşıyordu, bir el kapının kolunu tuttu. Hala uykuda olduğum zannıyla olsa gerek yavaşça kapıyı açmaya çalışırken, kapıya yaslanan ağırlığım buna engel oldu.
-Bana zarar vermeyin, lütfen, ben zavallı bir kadınım, acıyın bana diye mırıldanıyordum, sesim ciğerlerimin arasına sıkışmış çıkamıyordu. Lütfen bırakın da gideyim. Kapının arkasından tok bir erkek sesi geldi.
-Anne, Annecim, benim Ahmet, oğlun, ekmek kalmamıştı annem, hemen bir koşu gittim, iyi misin? Aç kapıyı lütfen derken bir taraftan da kapıyı zorluyordu.
-Oğlum yok benim! Sen kimsin, bırak beni gideyim… Ne istiyorsun, neden getirdin beni buraya, bırak beni, lütfen…
Nihayet Ahmet kapıyı açmayı başarmıştı, odaya girince yerde çömelen bana acıma ve sevgiyle karışık bakıyordu. Omzuma dokunan eli korkacak bir şey yok, bana güvenebilirsin der gibiydi. Gözlerinin içine bakarken, nasıl bu şizofrenik adamın eline düştüm diye düşünüyor, hatırlamak için kendimi zorluyordum. Anne demesi beni biraz rahatlatmıştı, insanlar annelerine zarar vermez diye kendimi teselli ettim. İşe yarayan bir plan yapana kadar bu bana zaman tanır. Ahmet benim plan yapan gözlerimden gözlerini kaçırdı. Babasının ölümünden sonra borçlar yüzünden taşındıkları bu iki göz odaya alışamayan hasta annesinin ağırlığı yüreğine çökmüştü. Yutkundu, boğazını temizleyip en yumuşak sesiyle sordu,
-Karnın acıktı mı?