Araf

Yüzlerce, hatta binlerce kez gittiği yoldaydı yine kadın. Evinin yolunda; doğduğu, çocukluğunu, gençliğini yaşadığı evinin yolunda… Evi, mutluluğu, huzuru, sevgi yuvası, en güvenli sığınağı, sırtını her zaman dayayabileceği kalesi, aradığı her şeyi bulabileceği tek adresi...vs.…vs...
"Zaman " yüzündeki gülümsemeyi kıskanırcasına atladı önüne. Çirkin suratındaki kocaman ağzıyla:
-Sana bir soru dedi, “ hadi bul bakalım!” deyip kayboldu .'' Geçmişte miydi, şimdi de mi?” Soru buydu..
Evinin göründüğü virajı dönünce her zamanki gibi ilk önce evine baktı. Yaklaşık altı yüz yedi yüz metre ötede, tepedeki evine… Annesi, babası, abisi, ablaları ve kardeşleri ile mutluluğun en büyüğünü yaşadığı evine... Bacasından çıkan duman daha orada ısıttı içini. Görmediği halde anacığının da camda olduğunu biliyordu. Bir yandan sobanın üzerinde pişen yemeği kontrol ediyor, bir yandan da çocukları geliyor mu diye camdan bakıyor olmalıydı. Bir tanesi bile gelmemişse bir yanı eksik olurdu. Anacığı; sevgi timsali anacığı, tüm dünyası; yuvası, eşi, çocukları olan ‘dişi kuş’. Sevginin somutlaşmış en güçlü hali... Hepsini aynı anda kucaklayabilirdi. Görünmeyen kanatları mı vardı acaba, yoksa bir melek miydi o? Meleklerin kanatları varmış hem de çok büyükmüş.
Annesinin onu gördüğünden emin, adımlarını sıklaştırdı. Kar da yeniden yağmaya başlamıştı. Yaşasın! Gelsin kardan adamlar, kartopu oynamalar, kızak kaymalar.Sonra buz gibi olmuş eller, ayaklar ve ıslak popolarla sımsıcak eve koşmalar.
Hoplaya zıplaya yokuş demeden evine koşuyordu. Bahçe kapısından girince annesinin gülümseyen yüzü iyice belirginleşti pencerede. O da tüm yüzünü kaplayan kocaman bir gülüşle karşılık verdi. Kapıda karşıladı onu annesi, eşi ve tüm çocukları gibi, sımsıcak...  Atladı annesinin boynuna, öptü yanaklarından, bir yandan da sırtını kontrol ediyordu kanatları var mı diye.
- Dur dur deli kız dedi annesi. “Üstünü çıkar bi.” Kapıdan girince sobanın üzerinde pişen tarhana çorbasının kokusu doldu içine. Bu çorba çok mu güzeldi yoksa anne mi kokuyordu? Çantasını bıraktı, üstünü çıkardı. Ablaları komşuya oturmaya gitmişlerdi. En küçük kardeşi uyuyordu. Küçük kız kardeşi de elinde makas, kâğıt kesiyordu. Akşama da babası ve abisi gelecek, tamam olacaklardı. Sobanın yanındaki yer sofrasında anacığının sevgisini de katarak yaptığı yemekleri neşe içinde yiyecekler sonra sobanın üzerinde kestane pişireceklerdi. Kedileri sobanın yanında mırıltılar çıkararak uyuyordu.  O da uzandı yanına güven içinde… Uyku ile uyanıklık arasında bir ses duydu. Müzik sesi gibiydi.  Kıpırdadı, yanındaki bir aletten geliyordu. Bir de yazı vardı üzerinde, yanıp yanıp sönüyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken anıları yutarcasına kocaman ağzını açmış ‘zaman’ atladı önüne
Pis pis sırıtarak:
- Yanlış cevaap, dedi. Şimdidesin...

İlginizi Çekebilir

NERO’NUN LANETİ

Sevil ÖZSOY

Mevsimler

Gülsün ERBUDAK