Ayasofya

Kutsallık, bilgelik anlamı Ayasofya. Gizli geçitleri, sembolleri, melek tasvirleri birçok inanca konu olmuş rivayetleriyle günümüzde hala sır küpü.  Bu inançlar Hristiyanlar için değil Müslümanlar için de günümüze kadar ulaşmıştır.

Hep merak etmişimdir Ayasofya’nın yeraltı geçitlerinin nerelere bağlandığını. Dan Brown’un Dijital Kale kitabına dahi konu olmuştur. Yeraltı tünellerinin bazılarının kapalı olduğu bilinir. Gizli geçitleri olduğunu düşünüyorum. Çok değerli arkadaşımla Ayasofya’yı ziyarete gittik. Önce Medusa Cafe’de güzel bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı yaparken derinlere dalmaya başlamıştım. Cafede tarihi eşyaların kokusu beni Medusa’ya hazırlıyordu. Kahvaltımızı bitirdikten sonra sarnıcın kapısından içeri girdik. Gece soğuğu gibi yerin altına merdivenlerden iniyordum. Tarihin ilk inşasının temelinin kokusunu içimde hissediyordum.

Yeryüzünün ilk çağlarında su ihtiyacı için Yerebatan Sarnıcı kurulmuştur. Arkadaşım beni kendi halime bırakmaya başlamıştı. Sütunlara dokuna dokuna Medusa’ya doğru yürüyordum. Çok heyecanlıydım. Sararıp soldum. Ağzım kuruyordu. Yavaş yavaş Medusa’ya yaklaştım. Sanki Medusa olmuştum. İçim üşüyordu. Çok duygulanıyordum. Beynimi onu anımsamakla doldurdum. Anıtın her bir köşesini inceledim. Sağına, soluna, önüne ,arkasına, yukarıya, aşağıya iyice baktım. Medusa’nın etrafında silindir şeklinde dolandım. Medusa aşağıya bakarken ben yukarıya baktım. Geçmişi düşünüyordum sanki o tarihte ben yaşıyordum. Bembeyaz olduğumu, sararıp solduğumu hissedebiliyordum. Medusa’ya dokunduğumda bir çok hikaye bağlantıları aklıma geliyordu.

İnançların bütünlüğünü oluşturan bu yapıda le tipi sistemler mevcuttu. Medusa’nın gözlerine bakarak nereye baktığına bakıyordum. Medusa’yı anlamak için tarihte bir çok gizemli, farklı hikayeler vardı. Bu hikayeler bana göre şifreli anlatılmaktaydı. Aklıma o anda Mona Lisa, Marlin Monroe, Meryem, Şahmeran, Lilith, Havva, Belkıs, Madonna Medusa gibi tarihten birçok isim geldi. Havva ilk kadın olarak bilinirdi. Lilith ilk kadın olarak bilinmez. Medusa’nın taş olarak işlenmiş yüzünü düşünerek ilk çağların çukurlarına iniyordum. Sanki o dönemi yaşıyordum. Medusa’nın gözleri pusula gibi Ayasofya’daki kutsal kaseyi gösteriyordu. Bu geziyi yazarken bile kanım çekiliyordu. Medusa benim için çok özel araştırdığım bir konuydu.

Da vinci bu yüzden farklı boyutta resim çizmiştir. Medusa’nın heykeli hepsini birden anlatıyordu. O anda çok üzgün olduğumu söylemek istiyorum. Medusa’nın gözlerinde birçok sır betonlaşarak gizlenmiş burada duruyordu. Mistik hikayeler, inançlar ve benzeri farklı anlatımlar günümüze kadar uzanmıştır. Yaşadığımız evrende gizli bir sır olduğu söylenir. Bu sır yeraltı batan sarnıcının içindeki lahittir. Sırlarla dolu yerin altında bir hazine yatıyordu bu hazine altın gümüş değildi, kutsallıktı.

Medusa’nın açık gözleri yerin altında le tipi sistemin şifrelerini anlatmaktaydı Medusa’nın baktığı yön kutsal kaseyi gösteriyordu. Ayasofya’nın giriş kapısının solunda kutsal kase iki yılan tarafından korunuyordu. Başının yerde olması, ayaklarının yukarıda olması çok şeyi anlatıyordu. Bir kelime yeter ama o kelimeyi yazamazsam diye düşünüyordum ve de öyle oldu. Hiç konuşamıyordum. Sanki Medusa olup bir şeyler anlatmaya çalışıyordum.

Da Vinci’nin çizdiği Mona Lisa tablosunda Mona Lisa’nın kaşlarının olmadığı görülür. Yerebatan Sarnıcı’nın içinde ters duran Medusa’nın gözleri açıktır. Geçmiş tarihin le tipi bağlantısının kutsal sırlarını böyle resmetmişler diye düşünüyorum. İki ayrı ayrı gözlerin sırlarını anlatan tarihi hikayelerin aynı sırrı sakladıklarını düşünüyorum. Aynı yapı görülse de yerin altından, tünellerden Ayasofya’ya gidiliyordu bana göre. Yerebatan Sarnıcı’nın tünellerinden Ayasofya’ya gitmeyi çok isterdim ama geldiğim yerden çıkmak zorundayım. Medusa tarihin en başlangıcıydı. Son olarak Medusa’yla vedalaşıp oradan çıktık.

Dışarıda derin derin nefes alıp arkadaşımın koluna girerek yakında olan medreseye kahve içmeye geldik. Medrese çok güzeldi. Ayakta zor duruyordum. İşlemeli demir masa sandalyeli, çok otantik, nostaljik tarihin kokusu yayılmıştı meydanlara, hemen bir sandalyeye oturdum. Arkadaşım Türk kahvesi söyledi. Hala hiç konuşamıyordum. Arkadaşım ‘kahveni içince biraz açılırsın diyordu.’ Kahvemi içerken bile Ayasofya’nın bağlantılarını Medusa’nın üzerinden değerlendirip düşünüyordum. Medusa aklımdan hiç çıkmıyordu. Çok ağırlaşmıştım, biraz dinlendikten sonra medreseyi dolaştım. Çok şirin bir yerdi. Küçük ahşap kapılı bir çok odası vardı. Kapıları kapalı olduğu için küçük pencerelerden içeriye göz attım. Sanırım çok eskilerde çalışma odaları ya da dükkan olarak kullanılıyordu. Küçük bir çarşı gibi… Etrafta ağaçlar, mis gibi kokan çiçekler, klasik müzik eşliğinde kahvemizi içiyorduk.

Çok derin rüzgarlarda dolaşıyordum. Dinlendikten sonra, Ayasofya Camisi’ne doğru yürüyerek giderken bastığım yerlerin altında geçitlerin, tünellerin olduğunu, bu geçitlerin Medusa’yla Ayasofya’ya bağlandığını düşünüyordum. Ayasofya’nın kocaman kapısının önünde, tarihin derinliklerinde yüzüyordum.  Sağ tarafımda kocaman taştan lahit duruyordu. Hemen aklıma ahit sandığı geldi. Lahitte görünen sembolleri inceledim. Lahite dokunarak soğukluğunu hissettim. Sol tarafta kocaman kaseyi görünce hemen kasenin yanına gittim. ‘Medusa’nın gözlerinin baktığı yer burası’ diye düşündüm. Kaseyi görür görmez ‘işte bu kutsal kase’ dedim. Kaseyi gördüğüme çok sevindim. İki yılan sarılı beton kaseyi ellerimle dokunarak bu kasenin altında Medusa’nın ayaklarının bunun altında olduğunu düşündüm. Ayasofya bir ibadet hanesi değil, semboller dizgesiydi. Mimarisi kare olarak tasarlanmıştı. Kare; dünyayı ve yeryüzünü sembolize ediyordu.

 İçeriye girdiğimde, duvardaki resimlerde kişilerin kara kutulara bastığını görürüz. Bunun anlamı, ayaklarım yerde, başım ise gökte demekti. Zaten kubbe, dünyayı saran gökyüzünün sembolüdür. Bugünkü Ayasofya bilinenin üçüncü inşası Ayasofya’dır. Öncesinde aynı yere yapılan iki küçük Ayasofya vardı. Yağmalar ve yangınlar nedeniyle tahrip olmuşlardı. 537-637 yılında ise son Ayasofya yapılmıştı öğrendiğim bilgilere göre. Ayasofya’daki son kubbe yapımı yapıldıktan sonra hiç hasar görmemiştir. Binaları ayrı olabilir ama aynı bağlantıları olan, inşa edilen Yerebatan Sarnıcı’nın da bana göre yerin altından Ayasofya’yla birleştirilmiştir. Bana göre yerin altıda stratejik dama oynanıyordu. Kız Kulesi’ni de unutmuş değilim. İstanbul’un altını okumak gerek, bir başlandın mı soluğu bitmez. Bütün şehirleri dolaşır yerin altından çıkamazsın. Şehrin altı labirent gibi girdiğin yerden çıkmak için giriş kapısını değil, çıkış kapısı olmadığını görürsün eğer dört kişilik stratejik oyunları bilmiyorsan. Her şeyle bağlantı kuruyordum mesela iskambil kağıtlarının on üçlük dörtlü oluşu, maçaların kupaların karoların sineklerin her birinin bir amacı olduğunu ve kupaların krallar olduğunu bende felsefik açından belki boyut ötesi gözlemlerimle algılayıp bir çok şeyin hatta her şeyin içi içe olduğunu kendimce fark ediyor olabilirim.

Düşündüğüm birçok şeyin bağlantılarını yapmak biraz daha fazla düşünmeme ve birçok şeyi okumama sebep olmuyordu. Kitap olmadan okumayı biliyorum gibi mi ne. Her şey okunmak için vardır. Çok mutluydum bugün. Bağlantılar beni bir gül yaprağının tomurcuğuna kadar götürüyordu. Geçmişin hüznünü yaşıyordum. Aslında merak ettiğim daha bir çok yerler vardı. Bu le hattının bağlantısını olduğunu düşündüğümde bir çok şeyle kavramaya çalışıyordum. Bilmeyi bilmeyi çok seviyorum. Hiç konuşmadan ne çok şey konuşmuşum kendimle duvarlara ,sütunlara dokunurken. Arkadaşım bir iki adım yanımda beni izliyordu. ‘Sırada Göbekli Tepe’ var diyordu. Ona sadece bakarak cevap veriyordum. Ağzım kuruyor sararıp soluyordum.

 Ayasofya’nın içinde altı kanatlı Serafim meleklerinin cennetin bekçilerinden olduğuna inanılıyordu. Sütunlu anıtlarda, Azrail, Cebrail, Mikail, İsrafil kabartmaları bulunan tablolar vardı. Cebrail kanat çırpıp bağırınca bolluk, İsrafil kanat çırpıp bağırınca kıtlık, Mikail kanat çırptığında kuzeyde bir kahraman, Azrail kanat çırptığında veba salgını anlatan hikayeler işlenmişti motiflere. Bu tılsımlar dünyadaki le hatları üzerine yapılmıştı. Dünya üzerinden manyetik çizgilerin noktalarıdır. Noktalar olarak bilinen paralel ve meridyen sistemlerdir. Örneğin, Giza Piramitleri, tarihin önemli tapınakları ve İstanbul tılsımları le hatları üzerine kurulmuştur.

Gezinin sonlarına doğru gelmiştik. Vücudumun ağırlaştığı hissediyordum. Duvarlara, sütunlara, kapılara, havaya en ufak gördüğüm sembollere baka baka yürüyordum çıkış kapısına doğru. Sanki geçmişte yaşıyordum; surların, kalelerin, yaşanmışlıkların içinde. Çıkış kapısına geldik. Hava kararmak üzereydi. Ayasofya meydanına çıktık. Dışarıda yürürken bile le hatlarını düşünüyordum. Dünyanın her yerine bağlanan şifreli hatlar ayağımın altından bütün evrene dağılıyordu. Arkadaşımın koluna girerek vapur iskelesine gittik. Hiç konuşamadım, sesim soluğum kesilmişti. Eve gelene kadar öylece vapurda oturdum. Arkadaşım beni eve kadar bıraktı. Akşam olmuştu. Eve geldiğimde gece boyu hiç kimseyle konuşmadım. Eşime, çocuklara hiç cevap veremedim. Beden dili kullanarak onlarla anlaştım. Yorucu ama çok etkileyici gezinin sonunda Medusa’nın Mona Lisa ile aynı kişi olduğu kanısına vardım.

 

 

 

 

 

 


İlginizi Çekebilir

Birtakım Eylüller

Erol NAGAŞ

Gökten Düşen Ruhlar

Tahircan GÜRSOY

Zamansız İnsanlar

Betül ÇEKİCİLER