Aysız Gece
Deniz dalgalı bu gece köpük köpük. Gökyüzü, ağır kara bulutlarla, karışık.
Bir kaçak ışık aradan sızmış, denize düşmüş, soluk, renksiz yakamozlara küçük de olsa bir can vermiş.
Yakamozlar güzeldir. Pırıl pırıldır.
Benim gözüm yok o yakamozlarda.
Denizin köpüklü dalgasında da.
Kör olmuş sanki, gecenin karanlığına karışmış bakışlarım.
Esen rüzgâr hafifçe ürpertir kollarımı. Olsun, varsın üşüyeyim.
Bedenimde tek bir canlılık belirtisi yok. Belki yeniden hissederim yaşadığımı.
Kumsalda öylece duruyorum göğsüm denize cephe,
kum taneleri parmak aralarıma batıyor, soğuk mu soğuk.
Neden buradayım? diye soruyorum kendime.
Bu gecenin anlamsız sessizliğinde, üstelik tek başıma bu sahilde, ne işim var? Uzaklardan gelen köpek havlamaları da olmasa, beni yalnız hissettirmeyecek hiçbir şey yok.
Yalnızlık! Evet hatırladım. Yalnızlıktan geldim buraya.
Eksilen evimin duvarlarının üstüme üstüme gelmesi beni sokağa fırlattı.
İçimdeki depremin sarsıntısından, arkama bile bakmadan koştum.
Evdeki yalnızlıktan, sokaktaki yalnızlığa.
Selamladı önce ayın ışıkları beni.
Bir an, tek bir an bile olsa acaba mı? dedim. Bunca zaman sonra
Umut mu o?
Ama sonra hızlandı bulutların kayarcasına akışı gökyüzünde.
Kapattılar ayın neredeyse tamamını, defnettiler onu.
Bu geceki nedenleri, nasılları, keşkeleri sorgulama mesaim de bitti.
“Bak orada bir bank var, titrek bir lambanın altında” dedi içimdeki ses.
Sırtı, oturağı tahtadan, ayakları kenarları siyah demirden,
tıpkı gece gibi, tıpkı yalnızlığım gibi.
O banka doğru yöneldim.
Adım adım, kumlara bata çıka.
Elimde öylece kalan hayatımın her günü diplere dalıp tekrar yükselme çırpınışlarıma eş.
Öylesine yorgun ki bedenim, yok yok bedenim değil yorgun olan.
Ruhum.
Onu teslim etmeye geldim geceye.
Hemen şuracıkta, bir çırpıda…