Bana Masal Anlatma

Bir vardım bir yoktum. Evvel zaman içinde döndüm durdum, yolumdan oldum, kayboldum.

Hangi rüzgâr attı beni bilmem, düştüm yedi tepeli şehrin ardına. Kondum bir kelebeğin

kanadına. O da kondu ak pak bir lalenin yaprağına. Ninem kopardı laleyi koptu bir kıyamet.

Dedem açtı sandığı çıkardı boy boy aynayı kehanet. Baktım baktım büyüdüm, kıs kıs halime

güldüm. Sallanır sandık tıngır mıngır benim yüreğim bangır bangır. Siz söyleyin şimdi.

Sığmıyor bu masalım, masal içine. Ahir zaman mı bilmem niye?.. Düştüm yine düşlerimden

binbir gerçeğe...

Telefonun zil sesiyle irkildim. Arayan emlakçıydı. "İyi günler tam istediğiniz gibi bir ev

buldum. Dayalı döşeli merkezi ısıtmalı üstelik sizin düşündüğünüz kiranın yarı tutarında ve

depozitosuz" dedi. "Neden depozitosuz?" diye sordum. "Ev sahibi, yalnız yaşayan kimi

kimsesi olmayan genç kızlara kol kanat germeyi seviyor. Sizin için sıkıntı olur mu

bilemiyorum ama kendisi bir üst katta oturuyor. Sevimli ton ton bir teyze size zararı olmaz.

Evi görmek ister misiniz?" diye sordu. “Tabi ki isterim." dedim. “Size evin adresini

göndereyim saat 10.00'da buluşalım mı?" deyince hemen kabul ettim.

Apar topar hazırlanıp bir hevesle çıktım. Zira bu fare yuvası artık midemi bulandırıyordu. Hiç

istemeden de olsa uzunca bir süre bu evde tek başıma yaşamak zorunda kaldım. Çünkü dedem

ve ninem onlar öldükten sonra da evlerinde kalmaya devam etmem için bana çok ısrar

etmişlerdi. Onların anısına hürmeten çok bile dayandım aslında. İlk bulduğum eve taşınmak

ve diğer insanlar gibi normal bir hayat sürmek istiyordum. Hiç kimse gözlerini kapatır

kapatmaz ölüleri görmez ama ben bu evde görüyordum başka bir yerde değil. Bu nedenle

başka bir ev arayışına girdim. Tabi ki onları görmeyi dokunmayı seviyordum ama akıl

sağlığım için bir değişiklik yapmam şart olmuştu.

Buluşma yerine vardığımda emlakçı beni kapıda bekliyordu. "Hoş geldiniz" dedi. "Umarım

hoş bulurum" diye gülümsedim. Merdivenden çıkarken bir yandan da ev sahibi hakkında

konuştuk." Madam iyi biridir; ama biraz fazla konuşur. Umarım sabırlısınızdır. "dedi.

"Öyleyimdir; hem ben de sohbeti severim" derken kapının önüne geldik. Zile basmaya fırsat

bulamadan kapı açıldı. Emlakçı, "Merhaba madam bu hanım kızımız evinize kiracı olmaya

talip Rüya Hanım" dedi.

Ev sahibi madam kısa boylu yuvarlak ablak suratlı toplucaydı. Patlıcan burnunun sol

tarafındaki et beninin evrimini tamamlayamadığı ve büyümeye devam ettiği belliydi.

Gargamel'in dişi versiyonu gibi sevimli kötü karakter tarzında bir kadın izlenimi verdi bana.

Emlakçının dediğinin aksine suskundu. Evi görmek için aşağı indik. Madam, cebinden 3 tane

sol anahtarı çıkardı. Her birini bir deliğe yerleştirip sırasız dokunuşlarla kapıyı açarken nota

sürüsü yüzüme gözüme çarpa çarpa bir melodi oluşturup koridordan uçtu gitti. Bir müddet

şaşkınlıktan dilim tutuldu konuşamadım. Kapı önündeki dama taşlarından avizelerin

üstündeki mum kürelerine kadar her şey uyum içindeydi. Büyüleyici renklerle bezenmiş

halılar, koltuklar kendimi bana kül kedisi gibi hissettirdi. Mutfaktaki bütün eşyalar şeker

pembesi rengindeydi. Simli tül perde, çocukluğumdaki gibi belime sarıp omzuma atıp kabarık

bir asilzade kostümü yapma isteği uyandırdı. Dışarıdan bakıldığında köşkten bozma köhne bir

ev iken içerisinin hayal gücümün üzerinde güzellikte olması beni bir şüpheye sürüklese de

bunun benim hüsnü kuruntum olduğu varsayımı içimdeki çelişkiyi aklıyordu.

Alice harikalar diyarından bir kesit izler gibi göz alıcı masalsı bir havası vardı evin. Şömine

üzerindeki yan yana dizilmiş cam kavanozlar, rengarenk şekerlemeler çocukluğunu

yaşayamamış her yetişkini cezbedecek türdendi. Neredeyse "Hansel, Gretel!.. Hadi gelin

saklambaç oynayalım" diye seslenecektim.

Banyoya doğru yöneldim. Elimi kapıya uzattığım anda bir tıkırtı duydum. "Eyvah!" dedim.

"Böylesi bir evde fare olabilir mi?" Tekrar açmak için yeltendiğimde ayak sesleri duydum.

Gaipten sesler duyuyorum diye düşündüm. Kapıyı açtım. Karşımda duran altın varaklı ayna

göz kamaştırıcıydı. Aynanın üstünde bir yazı vardı. Okumak için bir adım attım. Sesli bir

şekilde "Ayna ayna söyle bana" derken sustum. "Hayır yapma" diyen bir kadın uğultusu gibi

geldi kulağıma. Arkamı döndüğümde emlakçı ile burun buruna geldik. "Hımm şey... Burası

eski bir bina, borulardaki öyle böyle tuhaf sesler sizi ürkütmesin" dedi. Okumaya devam

ettim. "Ayna ayna söyle bana benden güzeli var mı bu dünyada" der demez arkamdan kapı

büyük bir gümbürtü ile kapandı. Gözlerimi kapattım ve çığlık çığlığa bağırmaya başladım.

Duvar engeli şeffaflaşıp odanın renk cümbüşü yerini ölüm moruna bıraktı. Altın varaklar zift

siyahına döndü. Bana doğru gelen yüzlerce elden oluşan bir girdap yakama yapıştı ve beni

kendine doğru çekti. Artık aynanın içindeydim. Bayılmışım. Gözlerimi açtığımda aklımı

yitirmediysem daha da bana bir şey olmaz dedim kendi kendime. Yalnız değildim. Benim

dışında 11 kız daha vardı. İçlerinden biri yanıma yaklaştı okkalı bir tokat attı yere düştüm.

"Bu seni kendine getirir." diyerek konuşmasına devam etti. "Benim adım Olga. Sesimizi

duyman için çok uğraştık. 21. yüzyıla düşmüş kendi zamanına dönmek için lanetini kırmaya

çalışan genç kızları tuzağa düşüren bir cadının elindeyiz." İçlerinden biri "Tek hakkımız

kaldı" diye umarsızca iç çekti. "Ne demek istedi" diye sordum." Cadının 13 genç kız adağı ile

aynadan başka bir boyuta atlamasına engel olabilmemiz için son kişinin gelmemesi için dua

edelim demek istedi. Burada zaman kavramı yok. Günler haftalar dakika gibi geçiyor.

Sonumuz yakın yani birazdan biri daha düşer biz de bu belirsizlikten kurtuluruz" dedi. Öyle

de oldu kapı açıldı bir kız daha geldi. Avazları çıktığı kadar bağırmaya başladılar. Ama

seslerini daha önceden olduğu gibi şimdi de duyuramıyorlardı. Banyo kapısı açılır açılmaz;

yeni kız iştah açıcı görüntüsüne dayanamayıp kucakladığı kocaman şeker kavanozunu aynaya

doğru fırlattı. Hepimiz aynadan dışarı fırladık; adeta bir et yığını oluşturduk. Kendime

geldiğimde avuçlarıma ılık ılık dolan kanın ve ölümün ağır kokusu bütün odayı sarmıştı. Tuz

buz olan aynanın parçaları madamın vücuduna saplanmış ve ölmüştü. Eisoptrofobisi* olan

birinin gelip bizi bu şekilde kurtaracağı düşüncesi hiç aklımıza gelmemişti. Bu bir mucizeydi.

Bu hikâyede gökten düşen meyvelerden ne yazık ki bana düşen cam kırığı saplı ayva oldu.

Bilinmezlik serüvenim hala devam ederken bakmaya cesaret edemediğim cebimdeki bir şey

bana "Gel !.." diye seslenmekte.

* Eisoptrofopi : Aynaya bakma korkusu


İlginizi Çekebilir

Uyanış Dünyamız

Seda GAZİOĞLU

Temmuz

İrem ATALAR

BİZken BİRiz

Sevil ÖZSOY