Bir Yaprak Suç
Yılmaz ailesi için özel, Saadet Sokak sakinleri için sıradan bir gündü. Esnaflar, kepenklerini çoktan indirmiş evlerinin yolunu tutmuşlardı bile. Bazı evlerin ışıkları yanıyor, turunç ağaçlarının dallarının arasından yükselen ay, sokağa şavkıyordu. Kumru, her akşam olduğu gibi babasının işten dönüşünü beklemek için balkondaki yerini almıştı. Bahçe kapısının sesini duyar duymaz geldiğini düşünerek eğildi ama göremedi. Sokağın gündüz karmaşasıyla oluşturduğu hareket selinin kırıntılarını toplayan belediyenin çöp toplama görevlisinin, tenhalığın getirdiği rehavetle yarım ağız içine içine söylediği hasret dolu memleket türküsü ile gözleri doldu. Kısa süren duygusal hâl, zilin çalmasıyla normale döndü ve kapıya koştu. Kapıdaki kişi dört gözle beklediği babasıydı. Tam göremediği için koynuna bastırdığı şeye anlam veremedi. Babası eğilerek merakını hemen giderdi ve ona gösterdi. Kucağında pembe battaniyeye sıkı sıkı sarılmış bir bebek vardı. Artık onlarla yaşayacağını, onu da ailenin bir bireyi olarak kabul edip paylaşımcı bir abla olmasını beklediğini söyledi. Annesi şaşkınlıktan ağzını açıp tek kelime edemedi. Sonrasında kısa süren bir tartışma yaşadılar. Altruist bir kadın olmanın bütün vasıflarını taşıyan annesi, ilk başta bu sorumluluğu almak istemese de kucağındaki canla ilk temas hâli, vicdanını yumruklamasına ve onu kabul etmesine yetmişti. Adını koymasını isteyerek kızına doğru uzattı ve sevmesini bekledi. Sevdi de... Hem de çok mutlu olurcasına sevdi. Balkona çıkıp derin bir nefes aldı. İsmini ve yaşayacakları nice güzel anıları düşünmeye başladı. O, dolunay gecesinin güzel ışığıyla aileye katıldığı için “Adı Güneş olsun!" dedi heyecanla. Şehri sarıp sarmalayan alacakaranlığa, ılgıt ılgıt esen rüzgârın sesi eşlik ederken çıkan bu tını sanki bir masal dinletisi gibi zihninde gökkuşağı renklerinin en canlı halini resmediyor onu mest eden hayâl alemine sokuyordu. Aynen düşlediği gibi güzel anılarla yıllar aktı geçti.
Bir gün, aynı sokakta aynı evde aynı balkonda aynı gece içinde o günü tekrar yaşar buldu kendini. Bir an sanki zaman yolculuğuna çıkıp geleceğe gitmiş de hiç kıpırdamadan yaş almış gibi hissetti kendini. Yılların yorgunluğunu omuzlarından atmak istercesine yerinden doğruldu ve nedense onca zaman geçmesine rağmen kulakları, minik misafirlerinin geldiği gece dinlediği o memleket türküsünü aradı ve gülümsedi. Güneş hariç her şey yerli yerindeydi. Onu evde tutabilene, bulabilene aşk olsun. Eğlence, arkadaş ve oyun düşkünlüğü hem ailesini hem de mahalleliyi bezdirmiş durumda olsa da o bir şekilde sevimliliğiyle kendini affettirmeyi başarıyordu. Adı gibiydi, parlayan güzelliği dillere destandı. Burnunun üstünde başlayarak tüm vücuduna yayılan çilleri, özellikle gençliğinin verdiği dirilikle beraber bütün dişiliğini ortaya çıkarmak istercesine tıpkı puantiyeli bir elbisenin bedenini sarıp sarmalaması gibi albenisini arttırıyordu. Bal rengi ile harelenmiş tatlı, içten sevilmeye bir adımdan daha aç dokunaklı gözlerin bir anda sevimli, cilveli bakışlara uzanması, göbeğini cömertçe sergilemesi, özgürlüğünün bir temsili hatta eserekli ruhunun hayata karşı kuyruk sallaması olarak adlandırılabilirdi. Fit vücuduna rağmen şaşılır derecede ziyafet sofralarına düşkündü ve asla kaçırmazdı. Kokusu içine doğanlardan olsa gerek; damak zevki kuvvetliydi. Yeter ki bir şeyi beğenmeye görsün kendince bir melodi mırıldanır, yediğinden aldığı zevkten olsa gerek kendi etrafında döner bunu bir oyun hâline getirir beğenmediği takdirde homur homur homurdanırdı. Evden birine sinirlendiğinde soluğu hep bakkal amcasının yanında alırdı. Onu nasıl sakinleştireceğini gayet iyi biliyor, onun dilinden bir tek o anlıyordu. Çikolataya karşı aşırı zaafının oluşu da bu yüzdendi sanırım. Bütün sinirlerini gevşetir pamuk gibi olurdu. Sanki her an biri elinden alacakmış gibi sımsıkı tutar aynı zamanda da bir illüzyonist gibi saklayarak ne yediğini fark etmemenizi sağlardı. Yine benzer bir günde benzer bir olayın yaşandığı anda göz göze geldiği yabancıdan biraz ürktü. Birkaç kez birbirlerini görmüş fakat henüz tanışmamışlardı. Hislerine çok güvense de bu yabancı hakkında net bir duyguya bürünemediğinden olsa gerek tepkisiz kalarak sadece izlemeyi tercih etti.
Mahalleye yeni taşınmış orta yaşlarda bir hanımdı. Üzerinden çıkaramadığı kürk neredeyse kendi ağırlığı ile eş değer ya da ona yakındı. Bu durum yürüyüşüne doğal bir paytaklık verdiğinden attığı her adımda kalçasını bilerek bir sağa bir sola atması, dikkat çekmek için özellikle kıvırıyormuş gibi komikti. Toplu cüssesine rağmen kafası orantısız derecede küçüktü. İleri doğru çıkık kahverengi gözleri, uzun bir burnun altında belirgin bıyıkları, sol yanağının tam ortasında kat izi ya da derin bir kırışıklık gibi görünse de dikkatli bakıldığında uzun zaman önce delici ve kesici bir alet darbesi almış olduğundan kaynamış ama tamamıyla geçmemiş olan derin bir yara izi vardı. Hayatın çemberinden geçtiği, üstünü örttüğü derin acılar yaşadığı gözlerinden okunuyordu. Erken yaşta çekilen ıstıraplar ya olumlu yönde olgunlukla pişirir ya da nefret tohumlarını hayatın her noktasına saçarak intikam duygusu ile besler. Bu kaçınılmaz bir sondur. Böylelikle tükürseniz de izini ve hissini kolay kolay silemeyeceğiniz, damağınızda çürük fındık acısı bırakan bir hayatın içinde bulursunuz kendinizi. Bu yabancı, sallana sallana ağır adımlarla Güneş’in yanına geldi. Önce ona, sonra dükkânın vitrinine yaklaştı. Kibirli bir gurme edasıyla havayı kokladı, sonra şarküterinin bütün bölümlerini baştan aşağıya süzdü. Sanki hipnotize olmuş bir illüzyon seyircisi gibi zeytinyağlı bölümünde çok uzun bir süre boyunca takılı kaldı. Anlaşılan o ki Güneş'in çikolata tutkusu gibi yeni komşunun da hazır yemeğe zaafı vardı. Zeytinyağlı yaprak sarmasına öyle bir bakışı vardı ki gözlerinden ateş çıkacak da bütün dükkânı alevler saracak gibiydi. O sakin tavrı yerini sinirden kükreyen bir hiddete bıraktı. Ahmet bakkal bir terslik olduğunu anlamış olacak ki elindeki tesbihi sallaya sallaya dükkândan dışarı çıktı ve sağına soluna meraklı bir bakış attı. Ardından düelloya hazırlanan iki kovboy edasıyla birbirlerinin gözlerine kilitlendiler. Olayların büyümesinden korkan Güneş, zor bela onu uzaklaştırmayı başardı ama öfkesini dindirmek hiç kolay olmadı. Arkadaşlıkları da garip bir şekilde başlamış oldu. Güneş “Ne oldu, anlatsana gerçi daha adını bile bilmiyorum” dedi. "Benim adım Ateş" diye karşılık verdi. “Hııı... Onu anladık canım, sakin bir kordun, alev aldın. Söndürmek ne mümkün!" diye haykırarak dalgasını geçti Güneş. “O dükkânda bir dümen dönüyor” diye kafasını salladı. Güneş “Ne gibi” diye cevap verdi. Ateş “İmalı bir şekilde öğreneceğiz canım, bu bizim işimiz” diye iç çekti. Birbirlerini yakından tanımak için sohbete başladılar. Ateş, emniyet müdürlüğünde narkotik şubede çalışıyordu, kimliğini açık etmek pek işine gelmezdi. Sorulara üstün körü cevap vererek geçiştirmeye çalıştı; kimseye güvenemezdi. Vatanı için adanırcasına hizmet etmeyi yıllarca kendine görev edinmişti. Üstün başarılara imza atarak ruhunu beslemiş ve hayata olan bağlılığını arttırmıştı. Şimdi de iş yine kendisini çağırıyordu. Bütün bir gün takipte kaldı. Dükkâna giren çıkan müşterilerden tedarikçi elemanlarına kadar bütün profilleri zihnine kazıyordu. Geç saatlere doğru motosikletli bir yemek kuryesi geldi. Kaskını çıkarmadan içeri girdi. Ateş, bir gariplik hissetti. Bu duygunun onu daha önce de yanıltmadığından emin bir şekilde küçük adımlarla yaklaştı. İçeride konuşulanları net duyamıyordu, vitrine gözlerini dayadı ve yaprak sarmalarının hepsinin bu adam için paketlendiğini gördü. Görünürde yanlış bir şey yoktu, biraz daha yaklaşsa her şeyi anlayabilirdi. Kurye dışarı çıkınca tabii ki olanlar oldu. Ateş “Anlamıştım bir halt çevirdiğinizi” diyerek poşeti parçalamaya başladı. Kurye bir anda belinden çıkardığı silahı Ateş’e doğrulttu; tam tetiği çekeceği sırada Güneş, adamın üstüne atlayıp elini ısırdı ve silahın yere düşmesini sağladı. O esnada patlayan silahla Ahmet bakkal vuruldu ve yere yığıldı. Parmakları kırılan kurye kaçmaya yeltense de iki kafadar paçalarından tutarak kalkmasına izin vermediler. Polis otosu sireniyle Ateş’in gözleri parladı. Kulakları dünyanın en önemli bestecisinden en güzel bestesini dinler gibi bayram etti. Silah sesi ihbarıyla olay yerine intikal eden polisler yerlere saçılan kokain sarılı yaprak sarmalarının ele geçirildiğini ve iki kahraman köpeğin başarısını anons ettiler. Sakinleşmeleri için üzerlerine battaniye örtülen iki kafadar, birbirlerine manidar bakışlar atarak ortaklık selamı vermeyi de ihmal etmediler.