Dürbünlü

Dürbünün ortasındaki ayar düğmesiyle oynadı, “Bozmasalar olmaz!” diye söylenerek tekrardan gözlerine göre ayarladı. Acelesi vardı. Film birazdan başlayacaktı. Gonk her sabah 10.30’da çalıyordu bu sinemada. “Oh!” dedi, “İyi ki çocuklar işe başladı.” Pandemide bir sürü insan işsiz kalmıştı. Öyle bir şey olmamıştı şükür de biç evden çalışma modası çıkartmışlardı ki hiç sevmemişti. Şikâyet edip duruyordu telefonda kankisine: “Ay bu iki akıllı da hemen kabul etmişler. Biz dışarılarda dolanıp dolanıp eve gelcez, sana taşımayalım. Keşke bi yazlığımız olaydı oraya giderdin anneee. Başıma gelecek felaketi bilmiyorum sanki! Hemen itiraz ettim, yok yok bi şey olmaz bana, korurum kendimi. Sizin gidin işinize. Maske takarım evde de… Ama kim dinliyor beni? Aman hiç olur muymuş efendim. Bir tanecik anneleri varmış. Ya bi şey olursaymış? Vicdan azabından gebersinler miymiş? Siz adamı öyle gebertmeseniz böyle gebertirsiniz be! İt ite, it kuyruğuna… İşverenler bunlara buyuruyor bunlar da bize! Az uyanık değil onlar da ha! Oh ne rahat, servis parası yok, yemek parası yok, elektrik, su, hom ofis mi ne diyorlar, bi de ona dönerlerse tamamdır, kira derdi de biter, kendi malınsa üstüne bi de kira geliri… Oh, kaymak valla! Yabancı işverenler uyanmış zaten bu işe… Çocuklar 24 saat ekran başında. Hadi bizimkiler bekâr, hizmetçileri de var nasıl olsa! O evli-çocuklular ne yapıyor acaba? Hiç düşünemiyorum. Ne felaketti ama başlarda! Resmen hapsolduk yahu! İkisi birden tepemde! Ne o çalışıyorlarmış. Anneee onu getir, anneee bunu götür! Zaten hizmetçiydik, katmerlisi olduk.” O ilk zamanlar aklına gelince içi titredi bir an… Don Kişot gibi yel değirmenlerine karşı savaşıyorlardı. Görünmeyen bir düşmana salla dur kılıcını. Yerini bulmayan darbeler aldıkça, kim bilir ne dalga geçmiştir o virüs denen meret? “Valla iyi eğlenmiştir bu bilmem kaç mikronluk dalgacı Mahmut. Hala da dalgaya devam, yok o varyantı yok bu varyantı, geç bakalım maytabını,” diye söylenirken gözü saate ilişti, son beş dakikaydı filme. Gülümsedi, dürbünü alıp köşesine gizlendi. Tekrar kontrol etti, görüş güzeldi. Tam vaktinde başladı film.    

Karşıya yeni taşınan komşu elinde muhabbet kuşlarının kafesiyle göründü balkonda. “Ah şu eski adamlar!” dedi dürbünlü; ekoseli kaşe uzun robdöşambrını giymiş, kuşağı özenle bağlı, deri terlikler, alttan görünen pijama kesin saten, boyunda ipek fuları arzı endam etmişti başrol oyuncusu Cary Grant… Traş sinekkaydı tabii, saçlar limon jöleli! Bir yandan kuşlarıyla konuşuyor, bir yandan da kafesi yerine asmaya çalışıyordu. Hayvanlar açık havaya çıkınca bi de güzel bahar güneşi yok mu, bıcır bıcır muhabbete başladılar. Dürbünlü söylendi tülün arkasından, “Ay bi de muhabbet kuşu diyorlar bunlara. Nasıl dayanıyor acaba bu gagara gugaraya. Resmen ses kirliliği ayol!” Adam kafesi asınca içeri geçip gazetesiyle kahvesini getirdi. Geniş balkonun duvar tarafında duran beyaz ferforje iskemleye bi güzel kuruldu. Fincanı mermer cam kenarına bırakarak şöyle bir etrafına bakındı. Dürbünlü hemen geri çekildi onu tülün arkasından görebilirmiş gibi. Sonra da güldü kendi kendine. Adamın oturup gazeteyi açmasıyla o da eski vaziyetini alıp arka sayfayı okumaya başladı. Başlıklar kolay okunuyordu da… Ünlüler ve Kedileri: Sait Faik’in kedilerle tanışması bi başlık, Kediler de yaşlanır bi başlık. Ama altlarını okumaya teleskop lazımdı bu yaşta bu gözlerle. “Eee, tabii evlere tıkılınca hayvancıkların kıymetini anladı millet. Nasıl ilaç oluyorlar insana, yalnızlığına,” diye söylenirken bir yandan da düşünüyordu mesela şu Holywood bozması kesin yalnız yaşıyordu. Kuşlarıyla adamdan başka hiç kimse görünmüyordu balkonda. Pandemi başlayalı beri bütün balkonlar ondan sorulur olmuştu. Bir garip merak peydahlanmıştı. N’apsındı yani, onun da eğlencesi bu olmuştu işte; salgında babadan kalma dürbünle evleri gözetlemek. Kızlar ne söylenmişlerdi ama ayıp yahu ayıp, biz yapsak demediğini bırakmazsın, röntgenci misin sen, diye. Evet, o da onaylamıyordu yaptığını ama bakmaktan da geri duramıyordu. Amannn kime ne zararı vardı ki? Aslında şu bahçe ortasındaki kayısı ağacı olmasa hele şimdi bi de çiçeklenmişti baharda, her bi balkon emrindeydi. Ama Cary Grant taşınalı beri başkalarına bakmaz olmuştu. Allah için yakışıklı adamdı. Bi de havalı. Adamın yatak kıyafeti bile artiz gibiydi. Bi de kendine baktı. Altta nuhu nebiden kalma eşofmanı. Üstte kendinden geçmiş bi sweatshirt. Ayaklarda delik çoraplarla anacığından kalma terlikler, ne o hatırası varmış, saç baş desen bi yanda. Kızlar da söyleniyordu ama pandemide iyice salmıştı kendini altı kaval üstü şişhane idare ediyordu durumu işte. Berber merber hak getire. “Aman boşver, kim görecek ki zaten!” dedi, bi de elini salladı uyumlu, oldubitti. Gözlemeye devam etti. “Haksız mıyım ya, eski adamların hali başka! Şu gazete katlama sanatına bakın, şu zarafete… Şimdikilerde nerde?” Önce sağ yarı kapak solun üstüne dikine katlanır, altta kalan taraf da sağdan alta, sonra hep birlikte ortadan ikiye ve okuma başlar. “Hah! Bu pozisyonla mah cemalini görelim!”

Adam, katlama sanatıyla gazetesini okuyup bir yandan da kahvesini yudumlarken seyirden yorulan dürbünlü söylenmeye başlamıştı: “Yok valla olacak gibi değil, hatıra matıra dinlemeyip yeni hafif bir dürbün almalı. Kollarım koptu sabah vakti!” diyerek rahatlama hareketleri yaparken karşı balkonda bir hareketlenme yaşanıyordu. Dürbünlü sinema arasından tekrar filme dönünce gözlerine inanamadı: Adam balkonda bir o yana bir bu yana koşuyor yakalama balesi yapıyordu sanki. Daha dikkatle bakınca kuşun birinin kafesten kaçtığını adamın da onu yakalamaya çalıştığını anladı. O an bir şimşek çaktı kafasında fırladı, bir koşu banyoya gitti. Cam bezlerini kaptığı gibi balkona yollandı. Kapıyı açıp çıkınca hemen camları açıp silmeye başladı. Bir yandan da çaktırmadan adamı izlemeye çalışıyordu, şu münasebetsiz kayısı olmasa daha iyi görecekti ya neyse. Birden kuşun karşı balkondan havalanıp kendisine doğru uçtuğunu gördü. Hayvan pır diye kapalı balkonlarına girmez mi? Adam balkondan yarı beline kadar sarkmış, ellerini kollarını sallaya sallaya: “Hanımefendi, hanımefendi, kuşum size kaçtı, kuşum size kaçtı!” diye avaz avaz bağırıyordu. Dürbünlü telaşlanınca elindeki cam bezini aşağıya düşürdü. Bu arada da adama, “Tamam, tamam gördüm merak etmeyin!” demeye çalışıyordu ki kuş evin içine kaçtı. “Hah tamam bu iyi oldu,” deyip balkon kapısını kolundan çekip kapadı. Adama dönüp “Tamam emniyete aldım merak etmeyin,” diyerek el salladı. Adamın heyecandan beti benzi atmıştı. “Aman lütfen iyi bakın ona, hemen geliyorum, kaç numaraydı efendim?” diye sordu. Kadın numarayı verdi, bir de düşen cam bezini getirmesini rica etti ki zamandan kazansın. Adam acilen içeri geçti. Kadın şansına söyleniyordu ah ah hiç bu vaziyette yakalanır mıydı insan? Bir yandan da adam şimdi giyinecek, sonra kendi apartman merdivenlerini inecek, dışarı çıkıp sahanlıktan bezi alacak, sonra bizim apartmanı bulacak. Dört kat çıkana kadar haydi kızım koş koş diye kendine tekmil veriyordu. Hayatında hiç böylesine hızlı hazırlanmamıştı. Önce üstüne onu ince gösteren siyah elbisesini geçirdi, çorabı boş verdi, altına da bir ev ayakkabısı. Hemen banyoda yüze, saça rötuşlar. Dudaklara ruj, ay gözleri unutma en mühimi, deyip kalemi de çekince, bir de güzel koku, “Oldu da bitti maşallah!” derken, kapı tokmağının sesi geldi. Tak tak vuruluyordu nazikçe. Açtı ki karşısında o. İki dirhem bir çekirdek giyinmişti iki arada bir derede. Ah bu eski adamlar, haza İstanbul beyefendisi diye iç geçirecekken toparlandı, “Buyrun!” dedi. Adam şaşırmıştı. “Afedersiniz hanımefendi, arka balkonunuza bakan karşı apartmanda oturuyorum. Kuşum size kaçtı da. Hizmetçinize söyledim az önce, yakalayabildi mi acaba?” dedi. Dürbünlü hiç bozuntuya vermedi, “Ay siz onun kusuruna bakmayın efendim, şaşkındır biraz, hiçbir şey söylemeden alışverişe gitti. Buyrun birlikte arayalım kuşunuzu.” dedi. Adam çekingen hareketlerle eşiği geçti. Kadın ayakkabıları içeri alıp kapıyı kapattı. Gülümsüyordu; ikinci bahar şansı mıydı ne?

 

 


İlginizi Çekebilir

Keskin Bıçak

Erol ÇOLAK

İstanbul

Aysel AKGÜL

AMORTİ

Banu ERCAN