Pamuk İpliği

Yıl 1909. İtalya’nın güneyinde yoksul bir köyde koyun otlatıyor Rosa. 4 çocuklu bir ailenin en büyüğüydü. Köylerinin sahibi olan Don Baroni, bu koyunların da, onların da sahibiydi. Gönlü istediğinde doyururdu karınlarını; ancak ölmeyecek ve çalışacak kadar. Don Baroni, padrone denilen bu ağaların en zenginlerindendi.
İtalya’nın bu en geri kalmış, yoksul kesiminde 20. yüzyıl başında bile padronelerin “ilk gece hakkı” hala vardı. Orta çağdan beri iktidarın ve paranın gücü ile dayatılan bu zorbalığa göre, padrone isterse evlenecek bakire kızın gerdek gecesi O’na gönderilmesini isteyebilirdi.
Rosa da bu zalimliği yaşamıştı. Çok güzel değil ama güçlü kuvvetli, uzun boylu, benim diyen erkekle baş edebilecek sıhhatteydi ama zavallı kocası Paolo’nun da o’nun da yapabileceği bir şey olmamıştı. Yoksa her ikisinin ailesi de açlığa ve dayağa mahkûm edilirdi. Belki daha da kötüsü olurdu.
Şimdi de 50 küsur yaşındaki Don Baroni küçücük kardeşi Gina’yı izlemeye başlamıştı kanlı gözlerle. Rosa’nın her günü endişeyle geçiyordu.
Bir gün tarlada çalışırken ahırdan bir şey alması gerekti. Ahırdan içeri girdiğinde Don Baroni’yi Gina’nın üzerine eğilmiş olarak buldu. Gina ağlıyordu. Eline geçen ilk nesne olan orağı boynuna sapladı patronunun Rosa. Gık bile diyemeden yere yığıldı Don Baroni.
Çevrede çalışan işçiler olarak sadece kocası Paolo, abisi Giovanni ve babası Alfredo vardı. Hemen onları çağırdı. Eteği parçalanmış Gina’yı gören erkekler durumu hemen kavradılar. Babası birkaç saniyelik şoktan sonra hemen kendini toparladı. Oğlu ve damadına bir şeyler fısıldadı.
Önce adamın para kesesini aldılar.  Sonra cesedi ahırdaki büyük bir örtüye (kan damlamış samanları da doldurarak) sarıp sarmaladılar.
Alfredo :
“Kızım olan oldu; biz şimdi Giovanni ve Paolo ile cesedi asla bulunmayacak bir şekilde yok ederiz. Sen şimdi bu paraları al ve derhal Gina ile kasabaya kaç. Amcan sizi çalıştığı dükkanının deposunda saklar.”
Rosa :
“Sizi, kocamı nasıl bırakabilirim ki ama?”
Alfredo :
“Sen artık bizi düşünme, dedim ya. Olan olmuş. Değiştiremeyiz. Haftaya bir bahane ile Paolo’yu da yanınıza gönderirim. Oradan da beraber Amerika’ya; New York’taki teyzenin yanına kaçarsınız.” dedi. 
Rosa, babasının dediklerini harfi harfine yaparak, bir hafta sonra onlara katılan kocası Paolo ile Amerika’ya doğru uzun bir gemi yolculuğuna çıktı bir geminin ambarında. Bir hafta kadar süren yolculuk sonrasında New York’a giriş kapısı olan Ellis Adası’na ulaştılar. Ellis Adası’nda sıkı sağlık kontrolünden ve o kadar sıkı olmayan kimlik kontrolünden rahatça geçtiler.
Don Baroni kaybolup da izine rastlanamayınca dünya hiç de durmamıştı. 20 yaş küçük son karısı ve kayınbiraderi dahil kimse de çok üzülmüş gözükmüyordu bu duruma.
Neredeyse çocukken bu berbat herife satılmış olan karısı zengin dulluğun tadını çıkaracaktı Don çıkıp gelmezse. Bir ihtimal gelirse de alışmış olduğu örselenmiş ama rahat hayatı devam ettirecekti mekanik bir şekilde nasıl olsa.
Rosa, Ellis Adası’ndan salıverilince amcasının yazdığı adresle teyzesi Clara’yı buldu. Clara, Rosa ve kocasının çalışkanlığı sayesinde onlara kolayca iş buldu. Zaten ekonomik büyüme yıllarıydı. Vahşi kapitalizm ucuza çalıştıracağı kol ve beyin gücüne muhtaçtı. ABD dünyayı sülük gibi emeceği ileriki yılların antrenmanını yapıyordu.
Paolo limanlarda I. Dünya savaşı sonrası yıllarda mafyanın bel kemiğini oluşturacak olan İtalyan dayanışması ile ağır ve kol gücü gerektiren bir işte çalışıyordu. Rosa da teyzesinin yerine bir kadın giysisi fabrikasında işe başlamıştı. Teyzesi evde dikiş dikmeye başlamıştı. Fabrikanın ağır çalışma koşullarına dayanabileceği yaşları geride bırakmıştı artık.
1 yıl içinde Rosa fabrikanın en iyi işçilerinden biri olmuştu. Dış yaşamda yetersiz ingilizcesi önünde bir engel oluyordu bazen ama fabrikada rahat ediyordu çünkü işçi kızların yarısına yakını o’nun gibi İtalyan göçmeniydi. Hatta gözlerinde merhamet ışığının zerresi olmayan iki patronu da sinsilikleri ve fırsatçılıkları ile kapitalizmin rütbeleri arasında hızla yükselmiş iki eski İtalyan göçmeniydi.
Amerika dünyaya ihracat için açıldıkça bu madenleri, insan gücü bol; arazisi, şartları pek de zorlu olmayan dev ülke zincirlerinden boşanmış gibi dünya pazarlarına saldırıyordu. Bazen bunun için eski dünyanın efendilerinden İspanya gibi modern kölelik sistemine eski bildikleri kölelik sistemi kadar ayak uyduramayan ülkelerle ufak çaplı savaşlara bile giriyordu. Bunlardan bile kar etmesini öğrenmişti genç, fırlama ülke. Ahlak deyince sadece kadınların etek boyu geliyordu bu din ile kafayı bozmuş iki yüzlü toplumun aklına sadece çünkü.
1909 ve 1910 yılları Avrupa’da işçi hareketlerinin ve bilinçlenmenin arttığı bir yıl olmaya başlamıştı. Avrupa’da özellikle Almanya ve Rusya’yı saran insan ve işçi haklarının ilk uyanma ve emekleme adımları Amerika’ya kadar ulaşmıştı.
Rosa’nın çalıştığı fabrikanın çoğunluğu kadın olan işçileri de haftada 6 gün, günde 14 saat çalışmaktan bıkıp usanmıştı.
Bizden daha kötü beslenen bir insan kuşağı bir yüzyıl sonrasının iki katı çalışmak ile açlık arasında vicdandan muaf bir seçim yapmaya bırakılıyordu bir avuç kapitalist kan emici tarafından.
Bir gün artık beklenen grev patlak verdi. Haftalar süren grev sonunda işçiler sadece günde 2’şer saat az çalışma hakkı kazanabildiler, yani hala haftada 70 saat çalışıyorlardı. Maaşlarında ise %10 kesinti bile olmuştu. Pazar günleri de iyi birer Katolik olarak bu mutlu yaşam için kiliseye, tanrılarına ve oğluna (!) teşekkürlerini sunmaları bekleniyordu.
Rosa’nın içinde ise o orağı kendi köyünün tanrısı olan padronesine sapladığından beri bir şeyler kopmuştu. Artık kocasının tüm zorlamalarına rağmen kiliseye gitmiyor; Gina’yı da göndermiyordu.
Kocası Paolo dil öğrenmekte daha yetenekli çıkmıştı. Limandaki işinde yükseliyordu. Belki de 2-3 seneye kadar Rosa’nın çalışmasına ihtiyaçları kalmadan geçinebilecekler; kıt kanaat geçinmek yerine çocukların katılacağı bir aile olabileceklerdi. 
1911 yılı geldiğinde artık Gina da Rosa’ya katılmıştı fabrikada. Şık hanımlar için son moda elbiseler dikiyorlardı. Para hırsları ile işçilerin hiçbir şekilde ara vermeden çalışmasını isteyen patronlar, 8. Kat ve 9. Katın derme çatma yangın merdivenine giden kapılarını kilitlemişlerdi. Kendileri de 10. ve en üst katta 500 kişilik krallıklarını yönetiyorlardı. Bunun sonucu olarak sigara içmek için bile dışarı çıkamayan işçilerin kapalı ortamda içtikleri sigaralar bazen ufak tefek kazalara yol açıyorlardı. Ustabaşılarından birinin görevi sırf bu ufak yangınları takip etmekti.
O cumartesi günü de mesai saati bitimine yarım saat kala, yangın gözlemcisi ustabaşı tuvaletteyken kimin attığı bilinmeyen bir sigara bir pamuk yığınında yangın başlatmıştı kuytu bir köşede. Ustabaşı bunu fark edene kadar, 9. kattaki her şey tutuşmuştu.
Yangın onların bulunduğu 8. Kata ulaştığında Rosa ve Gina tezgâh temizliklerini yapmış, çıkmaya hazırlanıyorlardı. 9. Kattaki arkadaşlarının çoktan geri dönülmez bir tuzakta ölümü beklediklerini, bazılarının canhıraş bir şekilde kendilerini boşluğa bırakıp korkunç ölüm şekillerinden diğerini tercih ettiklerini bilmiyorlardı.
Gina, asansör tarafında bir hareket ve yığılma olduğunu fark etti. Rosa da şimdi alevleri fark etmişti. 100’ün üzerinde kadın işçi şimdi tek çıkış yolu olan asansörlere hücum ediyordu. Etraf tam bir can pazarına dönmüştü. Zar zor ustabaşına yangın merdiveninin kapısını açtırabilmişti oraya yakın tezgâhta çalışan kadınlar. Ancak, çok azı güvenle caddeye kadar inebilmişti. Köhne yangın merdiveni ısı ile beraber hiç alışık olmadığı bir yükle karşılaşınca pes etmiş, üzerindeki onlarca kadınla beraber yere çakılmıştı.
Rosa, hızla yaklaşan ölüm karşısında soğukkanlı kalmaya çalışıyordu. Kendinden çok, henüz daha 2 aydır çalışmaya başlamış 15 yaşındaki Gina’nın kötü kaderine kızıyordu. Asansör bir sefer daha yapar mıydı acaba? Hızla düşündü. Gina’yı bir köşeye çekip önce su bidonlarıyla kendinin ve onun üstünü ıslattı. Sonra yangın ile aralarına biraz olsun mesafe koyacağını düşündüğü kalın muşambalara sarındılar. Bu muşambalar asli işlerinin yanı sıra zaman zaman yaptıkları askeri işlerden kalmıştı. Bir umutla asansörün yanına gelebildiler.
Rosa asansörün kablolarının tutuşmaya başladığını ve artık geri gelmeyeceğini anlamıştı. Kapı birkaç saniye önce son seferini yapmak üzere suratlarına kapanmıştı bile. Hemen kararını verdi. Asansörün ince parmaklığını açtı. Gina’ya döndü: “Sen yaşayacaksın Gina. Yaşayacak ve beni unutmayacaksın” dedi. Sonra şaşkın gözlerle bakan küçük Gina’sını güçlü kollarıyla kucakladığı gibi ters dönerek kendini boşluğa bıraktı. 5 kat kadar aşağı inmiş asansörün üstüne düştüler. Rosa güçlü vücudunu sarmalayan muşambalara rağmen altta olduğu için darbenin şiddetiyle kafasını çarparak anında öldü. Gina ise ablasının yastık görevi gören sağlam vücudu ve kocaman kalbi sayesinde yaşadı.
Ufak tefek yaraları Gina’nın 350.000 New York’lu ile beraber ablasının cenazesine katılmasına da mani olamadı; katlettikleri işçi başına sigortadan aldıkları para ile kâr bile edip, hapisten kurtulan eski patronlarını mahkeme çıkışında arabalarına kilitleyip, benzin dökerek yakmasına da...

İlginizi Çekebilir

Kavimler Göçü

Sedef ERİK

Kısır

Dilek GÜLCÜ