Duvar
Pencere önüne ekmek kırıntıları bırakırdı kuşlar için; annesi “mutlu bir sabaha uyanmanın ilk eylemi’’ dermiş. O yüzden annesi öldükten sonra bu geleneği sevgilim üstlenmiş. Sanki kuşları beslemeyi bıraksa annesinin ruhu huzursuz olacakmış gibi hissediyordu.
Beş yıl önce bu sabahki gibi kuş cıvıltılarına uyandığımda gün ağarıyordu. Hava epey soğuk olmalıydı, pencereden lapa lapa kar yağdığını görebiliyordum, bense kan ter içinde kalmıştım. Hastanedeydim ama paçayı ucuz kurtarmıştım anlaşılan, sol kolumda serum bağlı olmasına rağmen kollarımı ve bacaklarımı hareket ettirebiliyordum.
Bir iki saat sonra acı haberi verdiklerinde babam beni dinlemiyordu. Her zaman böyle değilmiydi? Kim ne derse desin pek dinlemezdi zaten, karar vermişse kimse onu kararından döndüremezdi. Başarısızlıkla yüzleşmez, olumsuz bir şeyi mutlaka olumlu hale getirirdi. Ona göre yetiştirdiği çocukta kendisi gibi mükemmeldi. Oysa ne babam ne de ben mükemmel değildik. Dünyada bu kadar acı varken ve bu acılardan birine de ben sebep olmuşken nasıl bir şey olmamış gibi yaşayabilirdim ki?
“Alt tarafı bir trafik kazası, hapse mi girmek istiyorsun, senin yerine içerde yatacak birini ayarlamışken’’ diyen babama vereceğim yanıt belliydi ve o bunu kabul etmeyecekti. Bu yüzden cevap vermek yerine sustum. Bir duvarla savaşmanın ne kadar zor olduğunu öğrenmiştim yıllar içinde.
Büyüdükçe dünyanın adil olmadığını ve annenle babanın her şeyi yoluna sokamayacağını anlıyorsun. Adalet istiyorsan, onu almak için savaşmalı, çabalamalı ve ne gerekirse yapmalısın. Yaşantımın bundan sonrası benim ellerimde olmalı ve bu duvarı yıkmalıydım.
Hastaneden çıktıktan birkaç gün sonra UNICEF’in Türkiye bürosundan haber gelmiş, Ankara’ya görüşmeye gitmek üzere bavulumu hazırlarken, annem ve babama göre sarsıntı geçiriyordum kazadan dolayı. Oysa kazadan çok önce yitip gitmiştim. Bedensel ve ruhsal olarak bu dünyada değil gibiydim. Genç yaşımdan kaynaklanan tutku ve heyecan birde babamın baskısı beni böyle bir yaşama sürüklemişti ama şimdi fark ediyorum ki ne kendi istediğim gibi ne de babamın istediği gibi bir kişi olamamıştım. Kaza tüm bunların sonu yeni bir başlangıç gibiydi.
Dört yıl boyunca UNICEF’in proje tabanlı işlerinde ülkeden ülkeye dolaşarak, çalıştığım süre boyunca çok fazla ve farklı insanlarla iletişime geçmek, zor durumda olan çocuklara ve kadınlara yardım edip, az da olsa fark yaratabilmek, ruhsal açıdan beni tatmin ederken, sabırlı ve iyimser biri olmamı da sağladı.
Beyza ile de geçen sene UNICEF’in projesi sayesinde tanışmıştım. Gaziantep de Suriyeli çocuklara Türkçe öğretmek üzere bir araya gelmiştik. Fazlasıyla ilkbahar kokan rengârenk bir elbise giymişti. Parlak siyah saçları, aralarından boncuklar geçirilerek örülmüştü. Babamın kurduğu vakfın, üniversiteden yeni mezun olmuş öğrencilerinden biriydi.
Tüm yaşadıklarımın ardından Beyza ne kadar büyük bir ödüldü; güzel yüzü ve ruhuyla. Onunla birlikte dünya insanın gözüne ne kadar da huzurlu ve muhteşem görünüyordu. Sırlarımla arasına ördüğüm duvar yıkılana dek, bedeli ne olursa olsun onunla olmak her şeye değerdi.
O bedel, bir gün annesinin katili olduğumu öğrenecek olması bile olsa.