Gayya Kuyusu
Bin bir gecenin sonunda kendine anlattığın masal bitti bu gece Lebriz Hanım. Şehrazad olmayı hayal ederken, Şehriyarın gayya kuyusunda buldun kendini. Geri dönmedi, arkandan da gelmedi. Oracıkta bırakıverdi seni bir başına. Yalnızlığını, oyuncak yapıp büyümedin mi bugüne kadar? Kılavuzun, tek başınalığının korkusu olmadı mı bunca yıldır? Kitaplıkta unutulan, sayfaları sararmış kitabı senden çok ezber eden kaç kişi tanıdın? Hep bildiğin gölgeli, dolambaçlı yollar. Öfke duyduğun her duygunun hayaleti, kollarını açıp sarıp sarmalamak için beklerken seni, yine hiçliğini kucakladın. Ama bu kez tek başına değilsin.
Ne popüler züppeler, ne de sırnaşık ilişkiler ilgini çekti. İlk görüşte aşk da değildi seninki. Zaman içinde sevdin. Fırtınalardan kaçtığın günlerde, göz tanışı olduğun adamın uzattığı eli görmezden gelemedin. Yüzü az çok babanı andırıyordu ama gözlerinde öfke yoktu. Bakışlarında garip bir sıcaklık vardı. Yakıp kavurmayan, ama ısıtan cinsten. Küçüklüğünde hanımannenin kuzinesine, üşüyen ellerini ısıtmak için her uzandığında vücuduna dalga dalga yayılan o aşina duygu gibiydi. Mesafede durduğun sürede sevgisi ısıttı içini ama, bugün dağladı yüreğini. Ne zaman yaklaşsan kuzineye o da ellerinde derin yaralar açmamış mıydı? Biliyordun bunun böyle olacağını, hesap da etmiştin. Aslında tıpkı Orpheus gibi, yıllarca sevdiğin adama kavuşmayı beklemiştin.
İlk karşılaşmanızda saçlarına takılmıştı bakışların. Boyasız kurşuni renk saçları daima kalıp gibi durur rüzgârda bile dağılmazdı. Çocukken babanın dağınık saçlarını ellerinle karıştırmayı çok severdin. Onun da saçlarını dağıtmak istedin. Yasak olduğunu bile bile yaşamına girmekten çekinmedin. Ferah feza bir hayat değildi istediğin. Ah Lebriz ah! Sen bu adamı çok sevdin. Babasız büyümenin zorluklarını en çok sen göğüslememişsin gibi nasuh tövbeni bozmayı da dert edinmedin. Oysa babasız evleri en iyi sen bilirdin. Birbirinize iyi gelmenin heyecanıyla unutuverdiniz kaygıları, tasaları, iki kişilik dünyanızın dışında kalanları. Dehlizlerinin karanlığında, ışıldayan şerarelerin yansımaları gibi ufak ufak aydınlatmaya başladı yaşamını. Zamanla yok oldu başkalarının düşünceleri, duyguları. Çabucak yükselen makamları, daha lüks ev ve arabaları, ardı arkası kesilmeyen seyahatleri sevdin.
Sadece bu debdebeli yaşam değildi aklını başından alan. Çocuklarına şefkatini, hayırseverliğini, mağrur duruşunu sevdin. Her gün, her an yanı başında duran gölgesini, derdine, gülüşüne ortak oluşunu, şifasını sevdin. Şimdi kevser şelalerinde alabildiğince yüzmenin sarhoşluğu içindeydin. Eşine aldığı bilmem kaç karat yüzüğü de kıskanmadın. Kim bilir belki de daha büyüğünü sana hediye ettiği için. Sen de ona bir şey vermek istedin. Hayallerinin sarıp sarmalandığı beyaz çubuğu ona uzattığında sonun başlangıcıydı yaşadığın. Hazırlıklıydın aslında olacaklara. Pembe renkli çift çizgi, umutlarından utandı zehirli sözleri karşısında. Karardıkça karardı. Her kelimesi, kızgın kuzinenin demir gövdesi gibi dağladı hücrelerini. Tarifsiz tartışmalar, feryat figan hırıltılar. Kolun kanadın kırıldı sanki o an. Acısı nakış gibi oyuldu içine. Ne kımıldayabildin, ne de ses çıkarabildin.
O an, sararmış kitap sayfaları geldi gözünün önüne. Steinbeck, Bitmeyen Kavga kitabının son cümlesinde ne diyordu?
“O kendisi için hiçbir şey istemedi ”
Mavi denizlerin fışırtısı, yeşilden kızıla alacalanan yaprakların hışırtısı, annenin ninnisi. Hepsi bir an şimdi. Hakkını vere vere kendini gösteren pembe çizgilere anlat artık masallarını Lebriz. Bırak Şah Şehriyar kendi gitsin gayya kuyusuna. Yaşamına giren meleğe merhaba de, saçlarını dağıtmasan da olur.