Güneş ve Leylekler
Yazları adı üstünde yazlığa giderdik. Cuma iş çıkışı apar topar feribota binmeler. İki gün sonra mutlak dönüş kürkçü dükkânına. Sonra tekrar cumayı beklemek ve hurra yola! Seninle buluşurduk hem. Sıcak taşların üstünde hunharca güneşlenirdik. Bunalınca yürürdük sahilde. Ölü midye ve yengeç toplardık. Kolye ucu yapacağımız yengeç kıskacının o garip rayihası deniz çantasını sarınca nasıl da ne yapacağımızı şaşırmıştık! Sanki denizin tüm iyotlu kokusu kıskacın içindeki küçük dünyada hapsolmuştu ve dışarı çıkmak için can atıyordu. Ben buradayım demek için. Sonunda hortumla sulayıp deterjanla fırçalamakta çözüm bulmuştuk kot çantayı. Kokuyu ancak çıkarabilmiştik.
Şehirde göremediğimiz, uçsuz bucaksız bulutlu, bulutsuz çoğunlukla mavi belki gri gökyüzüne bakardık. Ve leylekler geçerdi üzerimizden. Seninle olmak hep güzeldi ama bazı bazı sıkılırdım. Koca sahilde tek başıma olup yalnızlığımla çoğalmak isterdim. Kitaplar okuyup hayallere, düşüncelere dalmak. Kıyıdan topladığım deniz kabuklarını kulağıma dayayıp melodisinde kendimi bulmak. Kendimi dinleyip kendimle kalmak. İçimdeki sızı ondan. Şimdi sen yoksun ve ben bir başımayım. Sahilde oturup seni düşünüyorum, seninle geçirdiğim günleri.
Ve bir masal gibi geliyor bana... Uzak olduğu kadar gerçekdışı. Bazen denizin serpintisi, bazen rüzgârın uğultusu hatırlatıyor. Bazen yanımda hissediyorum seni. Güneş kadar uzak olsan da tenimi ısıtacak kadar bana yakın. O gün bugün azaldım mı çoğaldım mı bilemiyorum. Ufukta hoplayan yunuslara bakıyorum. Ve leylekler geçiyor üzerimden.