Güzün Penceresinden

Mevsimler gelip geçiyordu, ömrümüz gibi. Her ömrün de bir Eylül’ü vardı.  Güllerin arasından esen bir rüzgâr, kapatılan, üst üste dizilen şezlonglar, kepenk indirmiş mekanlar, terkedilmiş akşamlar, bir serin yağmur ve yitik hatıralardan ibaretti adada sonbahar.
Adada yaşayan insanlar, ömürlerinin yazını çoktan devirmişlerdi. Bazı mekanlar bazı mevsimlere yakışırdı ya da bazı mevsimler bazı mekanlara. Yedigöller’e ve adalara çok yakışırdı dans eden sarı yapraklar.
İlkbahar masum çocukluğuydu ömrün, yaz gençliği, sonbahar yetişkinliği, kış yaşlılığı ve ilkbahar yeniden doğuşu. Güney Koreli Yönetmen Kim Ki- Duk’un usta bir keşiş ve öğrencisinin göle uzanan yüzer bir tapınakta, mevsimleri, hayatı nasıl yaşadığını anlatan eşsiz manzaralarla bezeli görsel şölenini izlerken bir kez daha düşündüm mevsimleri, getirdiklerini, götürdüklerini, mekâna kattıkları anlamı. Vivaldi’nin, bazen köylülerin dansıyla coşan, bazen de Baküs’ün şarabının etkisiyle derin bir uykuya dalan kemanının yarattığı izdüşümlerle buluşuyordu izlediğim görüntüler.  Döngüselliği iliklerime kadar hissettiğim bu yapıt, beni aldı, görünür dünyanın ötesinde bir yerlere götürdü. İlkbaharla yeniden başlıyordu. Sonbahar bir tür ölümdü, bedel ödemeydi ancak yeniden dirilmek için ölmek gerekiyordu. İbni Sina ‘’Mevsimlerin de mevsimi olacağını’’ vurguluyordu. Biraz da bizim anlayışımızdı neye nasıl baktığımızı belirleyen. Sonbahar, kimi için hazan mevsimi, kimi için bereketti. Doğanın tüm zenginliğini sunduğu Eylül hasatı, bereketi, süzülen yaprakların kanatlarında parlıyordu. Ahmet Hamdi Tanpınar; Kalbimizi dinlememizi, mevsim ne olursa olsun ufuklara bakmamızı dile getiriyordu dizelerinde; ‘’Durgun havuzları işlesin bırak, Yaprakların güneş ve ölüm rengi, Sen kalbini dinle, ufuklara bak, Düşünme mevsimi inleten rengi’
Kuzey yarımküre sonbahar ekinoksunu yaşarken güney yarımküre ilkbahar ekinoksunu yaşıyordu. Güzün penceresinden adanın masmavi sularına dalmış, kendimi hesaba çekip silkeleniyorken rüzgarla süzülen yapraklarla çiçekli badem ağaçları birleşiyordu hatıralarımda. Yeşili henüz gitmemiş, kahve kırmızıya çalan yaprağı yerden aldım, kokladım. Mis gibi toprak ve yağmur kokuyordu. Sonuçta eşsiz bir melodiyle savrulan yapraklar da sonbaharın nazlı çiçekleriydi.

İlginizi Çekebilir

Şairin Kitabı

Gülcan KORKMAZ

Gökten Düşen Ruhlar

Tahircan GÜRSOY

Anadolu Uyanıyor

Çağrı ÇANKAYA