İnadına Kasımpatı
Yaşam bir yanılgı haline geldi artık benim için. Koca bir girdabın içerisinde, tersine kürek çekiyorum sanki. Sisifos’un kayasını yuvarlaması misali, tepeye çıkıp çıkıp aşağı yuvarlanmaktan artık tüm gücüm yitti. Şalteri kapatıp gitme vakti şimdi. Yoo, korkak sanmayın sakın beni. Öz kıyım, insana bahşedilmiş bir lütuftur. İsteyen kullanır, istemeyen kullanmaz. Ben bu hakkımı kullanmayı seçiyorum. Bu korkaklık değil, büyük cesaret olsa gerek.
Gidişimin nasıl olacağını seçtim. Evimin penceresi, Karadeniz’in hırçın dalgalarına bakıyor. Kocaman bir kaya üzerine oturtulmuş, hep o kızgın dalgalarla dövülmüş, yorgun bir ev bu. Tıpkı benim gibi. İşte o pencerenin aşağısında, kızgın dalgalarda, özgürleşmek istiyorum. En kötü ihtimalle, akkor gibi ruha düşen bu duygu durumundan giderim diyebiliyor olmak, kara gecelerde umutlanmamı sağladı hep. Şimdiyse bu hakkın varlığının bir köşede duruyor olması ve onu kullanacak olmak beni özgürleştiriyor. Bu fikir hep bana hayata tahammül ettirdi, yaşamı anlamlı kıldı. Tabi bu bir intihar mektubu, bir intihar güzellemesi ya da Werther etkisine yol açma fikri değil, insanın soluk alma zorunluluğundan bile kendini kurtarabilecek güçte olmasının farkındalığı. Bu farkındalıkla da hayata daha çok sarılacak güçte olmasıdır. Çünkü ölümden korkmak, bir mahkûmiyettir. Kadere karşı itaatsizlik hakkının var oluşu bu mahkûmiyetten bizi salar, tıpkı tutukevinin kapısının aralık oluşu gibi. Fakat bu seferde özgürlüğe mahkûm olma hâli doğar.
Lafı fazla uzatmayayım, açıyorum pencereyi, o azgın dalgalara teslim olacak olmanın heyecanıyla. Pencere kenarında saksıda bir kasımpatı karşılıyor beni. Buz gibi soğuk bir hazanda, topak topak açmış rengârenk kasımpatı. Geçen gün markette hâline üzülüp almıştım. Market çalışanı kış soğuklarına dayanıklı olduğunu, -15 derece soğukluğa kadar dayanabileceğini söyledi diye pencere kenarına koymuştum. Cıvıl cıvıl ötüşen kuşlarıyla, bol bol güneş banyosuyla, doğanın en verimli olduğu zamanı, ilkbaharı değil de kasımın ortasında, sert bir havada, yapraksız ağaçların, çıplak toprakların olduğu bu sonbaharı seçmişti. Ne bu anarşizm anlam veremedim. Durdum kasımpatıyı inceledim. Büyük çiçek başlarına sahipti. Dertsiz bir çiçek derler, toprak ayırt etmezmiş. Hemen hemen her ortamda kolay bir şekilde yaşar, zahmetsizmiş. Kimi zaman cenaze çiçeği olmuş, kimi zaman ölümsüz aşkı anlatmış, kimi zaman platonik sevdaların kahramanı olmuş ama o büyülü güzelliğinin ardında her zaman bir hüzün taşımış. Tüm çiçekler baharda ve yazın çiçek açarken o, bunun yerine kasım ayını bekler, diğerleri kururken o açar; soğuk, yağmur, rüzgâr, fırtına umurunda olmaz. Güçlü, mücadeleci, savaşçı ve yapayalnız. Güneş varken ısınmak kolay, sonbaharın ayazı yüzüne vurduğunda açmak hiç kolay değil, güneşsiz açıyor olması diğerlerinin olmamasına aldırmıyor olması… Kasımpatı hakkında bunca düşüncelerim kasvetli sonbahar mevsiminde, sevimsiz gri bu havada penceremden atlamak üzere bakarken, renk renk gözlerimin içine doldu. Sanki denemeye var mısın kasımpatı olmayı dercesine bakıyordu. Her şeye rağmen, her şeye inat açmak için sonbaharı bekleyen kasımpatılar gibi olmayı istedim birden. Bugün çiçeklenmek için tüm zor koşulları bekleyen kasımpatılar hatırına hâlâ umut var. Pencereyi kapadım çaydanlığın altına su koydum. İnadına kasımpatı!