Olacağına Kasabası
Yolcularına aşık bir tren… Onları kısık ateşte demleyen bazen de yakıp kavuran…
Dağların arasından yılan gibi kıvrıla kıvrıla süzülen Kara Tren Gogo, Ahorjak İstasyonu’na varmak üzereydi. Uzak diyarlardan, çok iyi bildiği Olacağına Kasabası’na, bilinmez ki kaçıncı seferini yapıyordu. Türlü yol hikâyeleri biriktirmiş, ne çok yolcu taşımıştı. Her yolculuk eşsiz, her yolcu kendine hastı. Bazen onlarla beraber ağlar bazen güler ama hep sessiz kalırdı. Öğrenmek isteyenler için azimli bir öğretmen, büyümek isteyenler için her daim tazelenen bir bilge... Yeni misafirlerini almak üzere heyecanla yavaşlamaya başladı.
İstasyonda bekleşen yolcular, tren düdüğünü duyunca yavaştan ayaklanmaya başlamıştı. Hepsi karmaşık duygular içerisindeydi. Kimi omzunda taşıyamayacaklarına inandıkları yüklerini, kimi soru işaretlerini, kimi de paylaşacakları hikâyelerini sırtlamıştı.
Kara Tren Gogo bir yandan minik aralıklarla gökyüzüne kurşuni dumanını savurarak yeni yolcularını yaşlı ama sağlam gövdesine buyur ederken bir yandan da gözlemlerine başlamıştı. Kalbi kırıklar, çocukluğunu özleyenler, yalancılar, umarsızlar, hayalperestler ve son olarak elinde sazı, kalabalığın arasından söylene söylene kapıya doğru yürüyen siyahlar içindeki Endi. “Ayakkabılarıma bastılar, üstüm başım toz toprak oldu, az kalsın sazımı yere düşüreceklerdi, bu ne acele, herkes için trende yer var!” Burnundan soluyarak birinci vagonun iki nolu kompartımandaki sekiz numaralı koltuğunu buldu; eşyalarını oracıkta bırakıp seri adımlarla, kirlenmiş ayakkabılarını temizlemek üzere oradan ayrıldı… Ayakkabılar temiz, kazağının tozlanan kısmı çırpılmıştı; artık yolculuğun keyfini çıkarmaya hazırdı.
Kara Tren Gogo, gökkuşağının tüm renklerini temsil eden çok sevgili yolcularını yanına almıştı. Asude gıcırtılar çıkartarak koca bedenini hareket ettirip bir sonraki istasyona doğru yola koyulmuştu. Kulağını kabartmış iki nolu kompartımandan gelen ezgileri dinlemeye dalmıştı. Keyifli bir yolculuk olacak!
Kalabalık bir ailede büyüyen Endi’nin yaşadığı yer, merkeze uzak, sarı yeşil tarlalarla çevrili, az sayıda insanın yaşadığı kendi halinde bir kasabaydı. Burada zaman çok yavaş akardı öyle ki bazen dakikalar günlerce sürermiş gibi gelirdi herkese. Endi, elektrik idaresinde çalışan bir teknisyendi. Ahorjak Kasabası’ndaki uçsuz bucaksız tarlalara yıldırım düşmez, şiddetli yağmurlar yağmazdı. Ah bir de o kedi kadar büyük fareler olmasa elektrikler hiç kesilmeyecekti. Geniş aileli fareler yüzünden Endi sürekli kablo alır, keser, eskileri değiştirir, bağlantıları yenilerdi; farelere söylene söylene… Ailenin büyük oğlu Endi’nin bu rutin hayatındaki en yakın dostu sazıydı. Gökteki bulutlara, sarı başaklara şarkılar türküler yakar, çalar, söylerdi. Onu mutlu eden tek uğraş müzikti. Gerisi boşluk. Hep aynı işler, aynı yüzler…Uzun zamandır düşünüyordu. İçindeki bu gün geçtikçe genişleyen boşluk duygusundan kurtulmak için yeni bir adım atmalıydı. Trenle bir yolculuğa çıksa, yeni insanlarla tanışsa, belki de bir müzik grubu kurardı kim bilir…
Kara Tren Gogo, Kıvırcıklı İstasyonu’na varıp soluklandığında yeni yolcuları da birer birer içeriye girmeye başlamıştı. Şeli, bir koltuğunun altında şövalesi,bir koltuğunun altında sarman kedisi, sırtına bağladığı boş tuvaller, boyaları ve fırçalarıyla saçlarını topladığı pembe tokası düşmek üzereyken trenin dar kapısından güç bela içeri girip iki nolu kompartımana doğru yöneldi. Tam da Endi yolda gelirken gördüğü ve hayran kaldığı ayçiçeği tarlaları için yaktığı neşeli türküyü coşkuyla çalıp söylerken göz göze gelmişlerdiler.
“Merhaba, sana yardım edeyim, ne çok eşyan varmış. Ben Endi.”
“Teşekkür ederim, ben de Şeli. Tombalak’ı tutabilir misin rica etsem, ben de malzemelerimi yerleştireyim.”
Doğduğu kasabada yıllarca aynı çehrelerden bunalmış olan Endi yeni yol arkadaşına şimdiden ısınmıştı ama yolculuğuna bir kedinin dahil olmasından hiç de hoşnut olmayarak sazını özenle yanındaki koltuğa bıraktı.Tombalak’ı yavaşça kavradı ve kendinden mümkün olduğunca uzakta tutarak Şeli’nin yerleşmesini izlemeye başladı.
“Trene kedi kabul ettiklerini bilmiyordum.”
“Bu seferlerde canlı hayvan taşınması serberst, biz de böylelikle yoldaşım Tombalak’la birlikte uzun bir yolculuk yapabileceğiz. Sevmez misin hayvanları?”
“Severim ama yakın temasa alışık değilim. Kıyafetlerimi tırmalamasını istemem üstümün tüy olmasını da…”
Endi bu yolculuğu hiç böyle hayal etmemişti. Şimdi kazakları, pantolonları belki de sazı bile tüy olacaktı. Eğreti şekilde kucaklanmaktan hoşlanmayan Tombalak kıpırdanmaya başlamıştı. Patileri ileride, boynu sıkışmış, vücudu yere doğru uzamıştı. Ayaklarını hırçın bir şekilde havada bir sağa bir sola sallayıp Endi’nin ellerinden kurtulmaya çalışıyordu. Kompartımanın geniş penceresinden içeri sızan ışık, dağınık halde etrafta uçuşan sarı tüylere yol gösteriyordu; bir avuç yere bir avuç Endi’nin kazağına, bir tutam koltuğa bir tutam Endi’nin ayakkabılarına… Endi’nin yüzü karardıkça karardı, ne kedi tutmaya alışıktı ne de tüylerine. Endi, yerine yerleşen Şeli’ye kedisini verip homurdana homurdana kıyafetlerini temizlemek üzere tekrar uzaklaşırken, kara tren de kıkır kıkır gülerek tüm dikkatiyle olanları seyrediyordu. “İkisini aynı kompartımana koymak ne kadar da doğru bir karardı, birbirlerinden öğrenecek çok şeyleri var!”
Endi’nin ardından kedisiyle yalnız kalan Şeli’nin şaşkınlıktan kaşları kalkmış, dudaklarına da muzip bir gülümseme yayılmıştı. “Bunda abartılacak ne var ki? Bizim de saçlarımız dökülüyor etrafa hem tüy dediğin nedir ki silkelersin uçar gider.” Kedisine sarılıp ayçiçeği tarlalarını izlemeye koyuldu. Belki de yapacağı en güzel tabloyu bir ayçiçeği süslerdi.
Endi, kıyafetlerini tüylerden arındırıp rahatlamış bir şekilde kompartımana geri döndü. Koltuğuna dikkatle baktı, yapışan bir iki tüyü de eliyle temizledikten sonra yerine oturdu. Gülümseyerek,
"Ne tür resimler yapıyorsun?”
“Henüz resim yapmadım. Doğru fikrin karşıma çıkması için seyahat ediyorum. Uzun yıllardır yollardayım, bir çok insanla tanıştım, bir çok şehirde kaldım, birbirinden güzel sofralar, ağaçlar, hayvanlar gördüm ama… Çocukken babam beni bir sergiye götürmüştü. O gün kendime bir söz verdim hayatımın en güzel tablosunu yapana kadar hiç bir tablo yapmayacağıma dair. Bu görüntü her an karşıma çıkabilir ya da birdenbire zihnimde belirebilir. Bu ana hazırlıklı olmalıyım. Her şey kusursuz olmalı. Bir sürü boyam var, boy boy fırçalarım da. İhtiyacım olan her şeyi her zaman yanımda taşıyorum dedi ve öğlen yemeği için çantasında taşıdığı konserve balık kutularından bir tane çıkardı.”
Endi’nin balık kokusuna hiç tahammülü yoktu. Annesinin akşam yemeği için evde balık pişireceğini öğrendiği günler yemeğini dışarıda yer, balık kokusunun geçtiği haberini almadan da eve dönmezdi. Tüylerden sonra bir de balık kokusu çıktı başıma diye düşündü. Belki de bu trene hiç binmemeliydim belki de yolculuğumu bisikletle yapmalıydım, o zaman yalnız başıma istediğim gibi hareket edebilirdim. Endi kızarak,
“Balık kokusundan hiç hoşlanmam, yemeğini dışarıda yiyebilir misin?” dedi
“Trende yemek yiyebilecek başka bir yer yok, Tombalak ve kendim için seçebileceğim en ideal yiyecek balık. Hem lezzetli hem ucuz.”
“Daha ilk günden yolculuğa iki büyük eksi atıyorum. Bu, başıma gelenler şaşılacak iş, önce bir kediyle yolculuk edeceğimi öğreniyorum şimdi de hiç sevmediğim balık kokusuna katlanmak zorundayım, bakalım daha neler yaşayacağım meteor çarpması, bir robot saldırısı? Hayatıma bir yön vermek istemiştim ama yönün tayininde daha net olmalıymışım anlaşılan” düşünceleri arasında camı açıp bir süre koridorda dolanmak üzere kompartımandan dışarıya çıktı. Kara Tren Gogo, içeriye yayılan mis gibi kokuyu içine çekip keyiflenmişti. “Bu ikiliyi balık kokusu bile ayıramayacak bekleyin ve görün.”
Endi çatık kaşlarıyla geri döndüğünde koku uçup gitmek üzereydi, Şeli yanına aldığı boyalarda eksik kalan var mı diye kutuları teker teker çantasından çıkarmakla meşgülken Tombalak da çektiği ziyafetin ardından temizleniyordu.
O sırada rayların üzerinde bir geyik olduğunu fark eden Kara Tren Gogo, ani bir fren yaptı. İçerideki her şey sarsılırken beyaz boyanın kapağı açıldı ve vagonun içine yayılan keskin koku balık kokusunu bile bastırdı. Fi tarihinde aldığı boyanın yüzeyinde kabarcıklar oluşmuş ve yeşermişti. Hiç kullanmadığı için de bu durumdan Şeli’nin haberi bile olmamıştı. İkisi de iğrenerek Şeli’nin elindeki kutuya bakarken, pencerenin önünden geçen kuşa hamle yapan Tombalak, geniş cüssesiyle boya kutusunu devirdi ve Endi’nin kazağı boydan boya bozulmuş boyaya bulandı. Gürültüden korktuğu için ortalıkta oradan oraya kaçışan Tombalak bu sefer de Endi’nin sazını yere devirdi. Kara Tren Gogo bile Endi’nin öfkesinden çekinip bir anlığına ışıklarını kapattı ve tekrar açtı. Endi’nin yüzü kıpkırmızı oldu, sinirden deliye döndü.
“Yaptığına inanamıyorum, her yer tüy ve üzerimdeki tüm kıyafetler beyaza boyandı. Neden kapakları sıkı kapatmadın, ben nasıl temizleyeceğim şimdi etrafı” Şeli yardım etmek için davransa da Endi onu tersledi ve bir hışımla kıyafetlerini değiştirmeye gitti. Bu olayın üzerine de Şeli’yle tam beş gün konuşmadı, sazını eline almadı, Tombalak’tan uzak durdu. Sadece camdan dışarıyı izledi.
Geçirdikleri hareketli ilk haftadan sonra bugün ortalık sütlimandı. Birbirleriyle tek kelime konuşmamışlardı, Tombalak bile gergin havadan mutsuz Şeli’nin yanından ayrılmıyordu. Olanlara hayli üzgün olan Şeli, iki bardak çay alıp Endi’nin karşısına oturup konuşmaya kadar verdi,
“Gerçekten çok üzgünüm haydi barışalım artık. Sen çok titiz olduğun için bunlar başına geliyor. Bak bana üzerimde bir tek tüy bile yok, boyanın tamamı da senin üzerine döküldü. Benim tuvallerim yerli yerinde dururken senin sazın yere düştü. Bence bu kadar takılmaya gerek yok, üzerin kirlenirse temizlersin geçer… Burada üzülmesi gereken kişi benim. Farklı renkler elde etmek için en çok ihtiyacım olan beyaz boyam bozulmuş. Artık resim yapmam imkansız.”
“Yanımda çok fazla kıyafet taşımıyorum, pis pis seyahat edemem dedikten sonra sesi yavaşça kısıldı ve devam etti. Kazaklarımı annem ördü, başlarına bir iş gelsin istemiyorum, evimden aldığım çok fazla hatıram yok. Onları en düzgün şekilde saklamam gerekiyor” dedi başı öne eğik, üzgün. Boyan konusunda üzülmene gerek yok bir sonraki istasyondan yenisini alırsın olur biter.
Şeli, Endi’yi dinledi ama tek kelime etmedi. Demek ki ikisinin de kalplerinde taşıdıkları benzer hikâyeleri vardı. Endi kazaklarına gözü gibi sahip çıkmak istiyordu çünkü bu emanetlerle annesini her zaman yanında taşıyabilirdi. Şeli için de sıradan beyaz boya bulmak sorun olmazdı ama dökülen boyayı babası ona sergiye gittikleri gün almıştı ve bir gün bu boyalarla çok güzel resimler yapacaksın demişti. O günden sonra uzun bir yolculuğa çıkan babasını bir daha görmemiş, en güzel resmin babasının da içinde olduğu bir resim olduğuna inanmıştı. Yıllardır trenden gemiye, şehirden şehre yolculuk yapar, ortadan kaybolan babasını arayıp dururdu. Gözlerine dolan yaşlar göz kapaklarını ağırlaştırmıştı. Gece uykusunu tahsil etmeye gelmişti, diğer yolculara da geldiği gibi.
Güzel bir uyku çeken yolcular maceralara kaldıkları yerden devam ediyordu. Ertesi güne neşeyle başlayan Endiyse olanları unutmuş çatlak sabah sesine rağmen sazını eline aldığı gibi türkülerini yeni dinleycilerine söylemeye başlamıştı. Tam karşısındaki dinleyicisi Şeli, kıvır kıvır saçlarını tepesinde toplamış her zamanki gibi alnındaki kısa saçlarını zapt etmeyi başaramamıştı. Bacak bacak üstüne atmış elinde sütlü kahvesi; keyifle Endi’yi dinliyordu. “Ne kadar da güzel bir ses” Diğer dinleyicisi Tombalaksa pencereden sızan kare güneşin içine bedenini yusyuvarlak yerleştirmiş, kuyruğunu sallayarak ilk kez duyduğu türküye eşlik ediyordu.
Yolculuk benzersiz, kâh keyifli kâh hüzünlüydü. Kara Tren Gogo; inatçıları dize getiren, acelecileri yavaşlatıp miskinleri terbiye eden, kaygılıların gözlerindeki perdeyi kaldıran ve daha nicelerini dönüştüren usta bir terziydi. Yıllardır kaçan iplerin ucunu tutar, birbirine bağlar, düğümler sonra da düğümleri çözerdi. Şeli ve Endi’nin önlerinde uzun bir yolculuk vardı. Geçmişte kaybolan yapboz parçalarını birbirlerinde tamamlayacaklardı. Kara Tren Gogo, onları tam da olması gereken zamanda olması gerektiği gibi karşılaştırmış ve uygun maceraları seçmişti.
Güzel sesli Endi, türküsünü bitirirken ikili birbirine gülümsedi. Kara Tren Gogo sayesinde yaşanan ummadıkları bu karşılaşma kim bilir karşılarına daha ne maceralar çıkaracaktı. Yapılmayı bekleyen besteler, yazılmayı bekleyen sözler. Belki de ayçiçeği tarlalarında saz çalan bir kedi tablosu…. Onlar ne kadar plan yaparlarsa yapsınlar gittikleri yer Olacağına Kasabası değil miydi?