Acımasız Gerçek
Kelimelerimivar eden duygular, ağaçlarından kopup toprağa kavuşan yaprakları rüzgâr misali savuruyordu.
Göğüs kafesimin içerisinde yer alan organım acıyla beslenirken, mutluluğa aç olduğunu haykırıyordu. Her an, her dakika, her saniye hatırlattığı bu açlık ruhumu kendi içinde bitiriyordu.
Aldığı bir haber, bir insanı elbette darmadağın edebilirdi ama nasıl oluyordu da basit bir kâğıt parçasına yenik düşebiliyordum. Önümdeki nota boş, bir o kadar da gözyaşlarıyla yıkanmış gözlerle bakıyordum.
Bir an gözlerim notu tutan elime kaydı. Oysa kiellerim, yüreğimdeki aşkı öldüren adamın yazdığı notu tutuyordu ve katilimin deliline parmak izimi bırakıyordum.
SENDEN AYRILIYORUM.
Büyük harflerle yazdığı bu iki kelimelik yazı belki onun için sıradandı oysa ki benim için bir daha inşası olmayacak bir yıkımdı.
Bu şekilde yürümüyor, artık seni sevmiyorum.
Küçük harflerle yazdığı son kelimesi ise yüreğime en ağır darbeyi vurmuştu, oysa ki daha iki gün önce sevdiğini söylemişti. Bir insan iki gün gibi bir zaman diliminde sevmekten vazgeçebilir miydi?
Bu kadar kolay mıydı?
Odanın kapısı aralandığında gözlerim nottan ayrılıp kapıya baktı. Gelen oydu: Engin.
Sanki ilk defa görüyormuşçasına bakışlarını odada gezdirdi, oysa ki amacının benimle göz göze gelmemek olduğunu biliyordum.
“Önemli dosyaların olduğu koliyi burada unutmuşum” dedi, oldukça kısık ve çekingen bir sesle. “Yani koliyi almaya geldim.”
Kalbime daha fazla acı çektirmemeye karar verip ela gözlerimi, mavinin en güzel tonunu barındıran badem gözlerinden çektim. İçinde olduğum durum için yüreğime daha az acı veren noktaya yani ellerimin arasına gömülen nota bakmaya devam ettim.
Sadece sorguluyordum. Beni neden bırakmış olabileceğini ve neden artık sevmiyor olabileceğini sorguluyordum.
Göz ucuyla ne yaptığına bakarken orta boylardaki koliyi kucakladığını gördüm. Nihayet eline aldığında ayaklarını ses çıkarmamaya özen gösterir gibi narin basarak yürüyordu.
Aklımı işgal eden soruların yüreğime hücum etmesiyle ayağa kalktım ve ardından merak ettiğim o soruyu sordum.
“Neden?”
Başını hızlı bir şekilde bana çevirirken gözlerime baktı ve dudağını büzerek “Anlamadım?” dedi. Soruma soruyla karşılık vermişti.
“Neden?” dedim yeniden, sesim kendi içinde binlerce parçaya ayrılmıştı. “Neden beni bırakıyorsun?”
“O notta da yazdığım gibi, artık seni sevmiyorum Hayal.”
“Neden sevmiyorsun?”
Kutuyu solundaki zigon sehpanın üzerine bıraktı ve sol elini kutunun üzerine koyarken dudağını büzmeye devam etti. “Böyle şeylerin bir nedeni yoktur.”
“Vardır Engin. Benden soğumuş olabilirsin, sıkılmış olabilirsin…” nedenleri sıralarken sesim yavaştan yükseliyordu. “Başkasını sevmiş olabilirsin…”
“Evet!” diye bağırdı. “Başkasına âşık oldum Hayal.”
O an gözlerimden parkeye birkaç damla yaş aktı.
O an yüreğimin yangını söndü ve geriye kor kaldı. O an anladım korun, alevden daha çok acıttığını. O an anladım gözlerimi kapattığım hayatın acımasız gerçeğini.
“Öğrendiğin için mutlu oldun mu?” dedi, sesi acı çekiyor gibiydi ya da şu an benim canım acıdığı için ben öyle sanıyordum.
“Öğrendiğim için değil, aşkın ne olduğunu öğrendiğim için mutlu oldum.” dedim ve acı bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma.
“Neymiş?” diye sordu umursamaz bir tavırla.
Ellerimi yüzüme götürüp gözyaşlarımı temizledim ve acı tebessümümü bozmadan konuştum.
“Sevdiğin tarafından terkedildiğin yolda ölmekmiş aşk.”