Kalbimin Esiri Ruhum
Kalbim adeta bir gardiyan, ruhumsa onun müebbet yemiş zavallı mahkûmu… O nasıl olmasını isterse, o ne emrederse onu yapmak zorunda kalmış dört duvar arasındaki bir korkak. Mantığımsa ancak ziyaret günlerinde ruhumu yoklayan bir arkadaşım sanki ama kalbim kadar bana yakın değil. Her gelişinde bir yol çizip kâğıtlara, hayatımı düzeltmeye çalışan bir arkadaş… O görüş saatleri bitince öylesine umutsuz kalıyorum ki o duvarların arasında, bazen mantığımı dinleyip avluya uzatıyorum ellerimi. İşte o zaman hissediyorum parmaklarımdan tüm vücuduma yayınlan o tarifsiz acıyı. Gardiyanım onun dışında verilen kararlardan pek hoşlanmaz, ne zaman fark ederse mantık karışmış araya diyip iyice sinirlenir epeyce de vurur bana. Her zamanda böyle kötü değildir aslında, durmadan konuşur benimle, sıklıkla beni delirtecek gibi de olsa bazen huzur verir. O huzur veren masallarına kapılırım sonra, kanatlanıp uçarım hiç yok olmayacak o tavanları aşıp bulutlara. Ama fazla sürmez buradaki yolculuğum, çünkü gardiyanın sopası ağır, mantığın ziyareti ise epey sık. Mantığımın gelmediği görüş günlerinde, yalnız hissediyorum, tarif edilemez bir yalnızlık. Huzursuzluk kaplıyor göğsümü sanki hiç hava yokmuşçasına bu odada boğuluyorum. Bırakıp gitmek istiyorum bu zindanı. Kimi zaman cesaretim tutuyor, kaçabilirim sanıyorum kalbimden. Birkaç günlüğüne inandırıyorum kendimi, kendi uydurduğum hikâyelerime. Sonra hikâyenin acı kısmı geliyor gardiyanın tokadını ensemde hissediyorum, elleriyle saçlarımı yakalamış, kafamı buz gibi bir suya sokuyor. Kendime gelmemi ancak böyle sağlıyor, çünkü o ne kadar izin verirse o kadar mutluluk hakkım var benim. Ne gardiyanımı parayla satın alacak kadar zenginim, ne de onsuz yürüyebilecek kadar cesur biriyim. Öylesine bir dolambaç ki burası hiçbir çıkışı bulamıyorum. Mantığımın söylediğine göre tek bir gizlenmiş çıkışı var. Tabelasında “paramparça etmek içindeki tüm hisleri, o bir tanecik kalbini” yazan, bir çıkış yolu. Duygularımı saçarsam etrafa, masaldaki ekmek parçaları gibi yolu gösterecekler bana, biliyorum. Çıkış kapısının önünde mantığım bekliyor, kucağını açmış, elleri parmaklıklarıma uzanmış gelmemi istiyor., özgürlüğüme çağırıyor beni. Beni bu sürgünden sadece onun kurtarabileceğinin farkında, öylesine özgüvenli. Haykırıyor kendini parçalıyor ona koşmam için. Ama kalp yakaladı ya bir kere beni izin vermiyor artık ellerinden gitmeme. Beni hücreme kilitliyor, bir bardak su bile vermiyor, acılarımı hissedeyim diye kapatıyor tüm ışıkları. Yatağımda sessizce ağlıyorum, duvarlarla paylaşıyorum canımı yakan detayları. Sonra ayağa kalkıyorum karşımda masam, yitirdiğim hayallerim ile dolu her bir yanı. Bir torba istiyorum gardiyanımdan içine dolduruyorum tek tek hatıralarımı. Nazikçe koyuyorum ki içine acıtmasın canımı, kesmesin keskin kenarları ellerimi, gözyaşlarımı akıtmasınlar tekrar o solmuş yüzümden yerlere. Gardiyanım da istemezdi sözde ağlamamı ama kendisi içine hapsettiği o küçük çocuğun gözyaşlarını daha fazla benden saklayamıyor. Ödünç veriyor birkaç damlasını bana, anılarımın üstüne akıtıyorum onları. Torbayı sıkıca kapatıyorum sonra, nefessiz bırakıyorum içeride yaşanmışlıklarımı. Böyle veda edecekler bana, böyle silinecekler aklımdan diye düşünüyorum. Torbam elimde çaresiz dikilirken odamda, mantık gelmiş diye ziyaretçi odasına alınıyorum, çıkarıyor cebinden bir çakmak veriyor bana. Uzun uzun bakıyor, ne yapacağımı gözleriyle anlatırcasına. Dönüp torbama koşuyorum, sırtlanıp onu avluya bırakıyorum. Elimdeki çakmağı tutuyorum anılarıma. Çocukluğumun masum duyguları bağırmaya başlıyor, sevdiğim insanlar ve ilk aşkım eşlik ediyor onlara. Yalvarıyorlar o yanan minicik ateşin karşısında. Gardiyanım çaresiz… Gardiyanımın gözleri ıslak, pes etmenin zamanı geldi hissediyor o da. Torbanın yanma vakti, özgürlüğün mevsimi geldi farkındayız ikimiz de. Artık beni kolumdan tutup odama kilitlese de çare değil hiçbir şeye. Biliyor. Bildiği için daha da acıyor canı, kendinden geçiyor. Yerden baygın yatıyor gardiyanım ve çakmak kayıyor elimden o saniyede. Gardiyanımın gözleri açılıyor bir anda, feryat figan çığlıkları yankılanıyor avluda, bense gülümsüyorum kapıda beni bekleyen hayata. Siliniyor her şey bir anda ne bir hapishane kalıyor ne de bir gardiyan. Avlum kocaman bir yeşil alan olmuş, ufukta parlamasıyla gözleri kör edecek bir güneş sesleniyor bana. Ellerimi gözlerime sürüyorum yavaşça, gözyaşı denilen o çekilen acıların madde bulmuş hali terk etmiş beni. Hiçbir ıslaklık yok, gülümsüyorum. Karşıdan bana el sallayarak mantık geliyor, geriye benden kalan tek parçam. Öyle sıkı sarılıyorum ki ona, canımın acısını hissetmemek için. Ben, ruhuma işte o an özgürlüğünü hediye ediyorum. “Uç dilediğin gibi hayallerindeki o diyarlara” diyorum. Ama mantık hissiz ve soğuk, ruhumsa gardiyanına öylesine bir sadakat duymuş ki o dört duvarın arasında. Kendi katiline âşık olmuş bir hasta adeta. Geri istiyor duygularını, anılarını, gardiyanında ona ait olan ne varsa. “Bitti, geri dönmez artık” diyorum, dayanamıyor. Çıkıyor bulutlara yok olanlara sesleniyor, geri dönsünler diye kendinden vazgeçmeyi bile kabul ediyor. Sonra bir gökkuşağının üstünde yürüyen gardiyanım el sallayarak iniyor yeryüzüne. Ruhum öylesine aptal öylesine çaresiz bir çocuk gibi ki koşuyor ona. Mantık geride kalmış tüm soğukkanlılığı ile seyrediyor yaşananları. Gardiyanımın elinde bir kelepçe, ruhum bağırıyor ellerimi uzatmam için. Ben ruhumun istekleri karşısında çaresiz bir beden, kaçacak hiçbir yerim kalmamış. Mantık çoktan umudunu kesmiş benden arkasına dönmüş gidiyor. Gözyaşlarım geri gelmişler, yüzüm sırılsıklam. Ellerimi uzatıyorum gardiyanıma. Yüzünde çirkin bir gülüş var onun da, sanki böyle olacağını önceden biliyormuşçasına. Birkaç adım atıyorum, karşımda hapishanem, tertemiz yepyeni haliyle. Önünde yaktığım torbam duruyor, sırtlanıp odama götürüyorum. Tek tek anılarımı masaya dolduruyorum usulca. Ruhum bu esaretin mutluluğunu yaşıyor, ona sunulmuş özgürlüğü bir kenara ittiğinin farkında bile değil. Burada olmaktan memnun kendince şarkılar mırıldanıyor, duvarlara dokunup dans ederken. İşte o an emin oluyorum ruhum benim kalbimin sonsuz esiri, ne acı ki hiçbir zaman ondan kaçacak cesareti bulamayacak kadar da zavallı. Hem çektiği her acıyı sonuna kadar hak ediyor diyebildiğim hem de her acı çektiğinde ona kaçması için bir şans yaratmaya çalıştığım ruhum, hiçbir zaman terk edemeyecek bu hapishaneyi. Ağlıyorum. Kapımdaki o parmaklıklarının arasından gardiyanımın yüzünü görüyorum. Öylesine mutlu ki gülüşü sığmıyor o küçücük aralığa. Bense kendimi kaybetmiş olmamın kederi içinde dans eden ruhuma bakıyorum, gözyaşlarım ıslatmış ruhumun adım attığı her yeri. Bir parça koparıyorum kıyafetlerimden siliyorum ıslak zemini. Ruhumun ritmini yakalıyorum sonrasında, aklını kaybetmiş bir delinin dansı diyorum buna. Duygularımın hükümdarı kalbimin, mantığıma karşı mutlak galibiyetinin karşısında bir beden ve onun ruhuyla olan dansı dört duvar arasında.