Uyanma
Bir saat elli üç dakika kırk yedi saniye… Neden yaşadığımı fark ettiğim andan beri gözümü saatten alamıyorum. Hipnozdan uyandım. Buzla doldurulmuş kovanın içinde boğulma pahasına, olmamam gereken bir yere kendimi sığdırmayı deniyorum. Senden vazgeçiyor olmanın hissi. Yaşama işinde becerekli olamayış. Sesimi ne zamandır duymuyor kulaklarım?
Aynaya baktığımda gördüğüm adamı tanımıyorum. Yaşlanmış ellerim, kırışmış yüzüm; başka biri selamlıyor beni. Bunca yılı bir fanusa hapsedip nasıl da yaşayabildim? Sahi yaşayabildim mi? Kendimden habersiz, tamamen sen olarak. İçimde taşıdığım sevgi sandığım lanet, bir canavarcasına yok etmiş benliğimi, kurduğum hayalleri.
Daha erken açılmalıydı gözüm rüya sandığım bu kabustan. Geç kalmışlığın korkutucu hissi. Şimdiyse onca yıl karanlık bir mağarada saklanmışken adımlarımı atmam bekleniyor dışarıya. Korkuyorum, yeniyi deneyimlemekten, hayata bir şans vermekten. Bunca yıl habersizken. Keşke diyorum. Keşke hiç uyanmasaydım. İlk defa emekleyecek bir bebek gibiyim. Elleri ile zeminin sertliğini hissederken ailesinin o heyecanlı bekleyişi.
Yaşlılığın verdiği o aksilikten günden güne artıyor sana olan kızgınlığım. Tanrım! Neden ölene kadar gözlerimi perdelerle sarmadın? Parmaklarım iğnelerin üstünde geziniyor sanki, canım yanıyor.
Ayaklarımı kaldırsam da havaya, geçmiyor acı. Sensiz koca bir ömrü sana varmaya çalışarak geçirmiş bir zavallı. Kendime böyle sesleniyorum artık. Zavallı… Varlığını hiçlikle çevrelemiş bir mahluk. Akılsız ve asla akıllanmayacak.
Neredeyse üç saat oldu bu sarsıntı başlayalı. Geçen dakikalar beni korkutuyor. Yaşamadığım dünyayı terk etmek bile donduruyor kanımı. Ürperiyorum, tekrarlıyorum kelimelerimi, ikna oluyorum, vazgeçiyorum, tekrar kaçıyorum ama en çok da kızıyorum.
Kabul edemediğim bir yanımsa şükrediyor seni tanıdığı için.. Sevmeyi ruhuma öğrettin. Şimdiyse bu hissi özgürleştirmek benim görevim. Keşke bunu da sen öğretseydin, bense sadece seyretseydim seni. Çok özlüyorum simsiyah gözlerini. Zaman ilerledikçe göğsüm şişiyor, bedenimden çıkmaya çalışırcasına, paramparça etme uğruna tüm kemiklerimi. Çaresiz ve yalnız hissediyorum. Seni tanıdığım günden sonra geçirdiğim her gün gibi.
Haykırsam sesimi, belki yıkılır başıma bu koskoca evim. Koşarak çıkıyorum merdivenleri. Bir oda yaşanacaklardan habersiz. Topluyorum cesaretimi. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyor. Bedenim hiç olmadığı kadar gevşek. Huzurlu hissediyorum. Elin uzanıyor ışıkların içinden bana. Tutmaya çalışıyorum, yetişemiyorum. Çok uzaklardan yansıyor gibi. Tam da burada başlıyor tekrar acı. Elim tüm hayatım boyunca sana ulaşmayı beklemişken yine kaybediyor seni. Ne bahtsız bir beden benimki. Kafamı kaldırıp saate bakıyorum, hareket etmeyi bırakmış hem yelkovanı hem akrebi.
Sahi kaç saat geçti ben öldüğümden beri?