Sıradan Günler
Erkenci şehrin olağan sesleri açık duran pencereden odanın içine yayılmaya başlamıştı. Kuşlar. Önce erkenci kuşlar sonra güne daha geç başlayanların seslerin sırayla doluşuyordu odaya. Onlar güzel. Daha sonra sokaktan geçen arabalar, kuryeler, sokağı defalardır kazan makinalar, kuryeler, sokak satıcıları. Hepsi sıradan bir günün; bir şehrin senfonisini oluşturuyorlar.
Esen sabah rüzgârı tülü titretiyor, penceremin önündeki ağacın yaprakları hışırtılar eşliğinde sabah serinliği getiriyor.
Şimdi çayın kokusu yayılıyor evin odalarına. Kızarmış ekmek üzerine peynir. Bu sene manolya ağacı bolca çiçek veriyor ama her biri tek bir gün için; kelebek gibi ömrü. Ya insan ömrü? Hep ileri sayıyoruz ya aslında her gün yaşamdan eksilen bir zaman dilimi.
Yüzüyorum. Spor olsun biraz. Yalnızlığı unutturuyor yüzmek. Ya da hatırlatıyor ana karnındaki günleri. Huzur bulmak ondan olsa gerek.
-Gençken yüz, diyor kocasını terapiye götüren komşu kadın.
-Gençlik mi kaldı? diyorum.
-Yok, diyor, daha gençsin. Sorsan sabahın sekizinde okul servisi bekleyen çocuk da yaşlı.
Herkesin derdi kendine mi büyük ne! Sıradan bir gün, sıradan yaşamlar, herkes kendi yalnızlığında.