Belki de

Gözümü açtığımda yine mutsuz uyandım. Bunu fark etmek daha da mutsuz olmama sebep oldu. Söylene söylene üzerimi giyinip evden çıktım. Durağa doğru yürürken ayağım taşa takıldığında okkalı bir küfür savurdum. Önüme çıkan kediyi korkutup kaçırdım. Durağa vardığımda bekleyen insan yığınından tabii ki rahatsız oldum.

Gelen otobüs ağzına kadar dolu olduğu için yürümeye karar verdim. Birkaç durak ileride metroya binebilirdim. Gerçi o da kalabalık olurdu ama daha hızlıydı. Yürürken yanından geçtiğim bakkal, berber, manav dükkanlarını açmaya başlarken şakalaşıyorlardı. “Sabah sabah bu kadar enerjiyi nereden buluyorlar?” diye kendi kendime söylendim. Onlara baktığımı gördüklerinden bana selam verdiler, gayri ihtiyari selamlarını alıp başımı istemsizce eğdim. Yürüyüşümü hızlandırmıştım. Arkamdan birinin seslendiğini duydum, bakmak istemiyordum ama ses ısrarla adımı çağırıyordu. Baktım ve çocukluk arkadaşımı gördüm. “Günaydın Deniz, nasılsın?” sorusuna “Eh işte, iyi diyelim iyi olalım.” klasik cevabımı verdim. “İyisin iyi!” demişti Ali, yüzündeki samimiyetle.

Ali ile ortaokulda tanışmıştım, yeni taşınmışlardı yan binamıza. Babası iflas edince bulabildikleri ilk evi satın almışlardı. Hiçbir zaman kavgaya karışmayan, dedikodu yapmayan, herkesle anlaşabilen bir ailede büyümüştü. Herkesle anlaşmaları tamamen büyüdükleri ortamla alakalıydı. Ali’nin dedesi tam bir İstanbul beyefendisiydi. Kibar, nerede nasıl konuşulacağını bilen, insanlara saygı gösteren, kimsenin hakkını yemeyen, etrafındaki her şeye güzel bakan biriydi. Dünyadaki ve yaşadığı coğrafyadaki her şey yavaş yavaş değişmeye başladığında dürüstlüğü para kazandırmamaya başlamış ve sonunda da iflas etmişti oğluyla büyüttüğü firması. Hakkını yasal yollarla aramış, kimseyi kırıp dökmemişti.

Ali de dedesi gibiydi, onun tüm iyi özelliklerini almıştı. Günümüz dünyasında onun gibiler kolay ezilir ve yok edilirdi. Ama kendimi kaba, karşısındakinin fikirlerine saygı duymayan, insanları inciten biri olarak görüyordum ve pek kazandığımı düşünmüyordum. İster istemez kendimi Ali’yle kıyaslıyordum. Ali hep aynıydı, kişiliğinden ödün vermemiş, insanlarla tartışırken bile saygısızlık yapmamıştı. Ve insanlar onu sevmese bile saygı duyuyordu.

Başkalarının fikirlerine saygı duymak, bir çiçeği koparmamak, bir kediyi tekmelememek, bir çocuğa gülümsemek ya da tartışırken bile kırıcı olmamak belki de çok zor olmamalıydı. Sonuçta hepimizin yaşayacağı ömür az çok belliydi. Ve bu dünya Sultan Süleyman’a bile kalmadı, bize mi kalacaktı düşüncelerinden sıyrıldığımda, koca cüssesiyle bana çarpacak olan adama yol verdim. Belki de o kadar zor değildi…


İlginizi Çekebilir

Vatan Satı'lamaz

Adem TAVUKÇUOĞLU

Progresyon

Ali AYDIN

Sektir Git

Adem TAVUKÇUOĞLU