Çağ Yeni İnsan

21. yüzyıl, insanlığın kendini yeniden tanımladığı bir dönem olarak tarihe geçiyor. Teknolojik gelişmeler, dijitalleşme, yapay zekâ ve küresel iletişim ağlarının yaygınlaşması, bireyin hem toplumsal hem de bireysel boyutta dönüşümünü hızlandırdı. Bu değişimin merkezinde ise "Yeni İnsan" yer alıyor: Kendini sürekli yeniden inşa eden, dijitalle iç içe yaşayan ve küresel bir varoluş biçimini benimseyen birey, tarihin belki de en belirsiz dönemini yaşıyor. 

Teknolojinin sunduğu imkânlar, bireyin yaşamını kolaylaştırdığı söylenirken; aynı zamanda etik sorular da doğuruyor. Yapay zekâ, insanlık tarihinin en büyük ahlaki tartışmalarını da başlatıyor. Yeni insan, bu araçları nasıl kullanacağını, sınırlarını nasıl çizeceğini belirlemek zorunda. Teknolojinin bir güç mü yoksa bir tehdit mi olduğu sorusu, geleceğin en önemli meselelerinden biri olmaya devam edeceği çok açık.

Artık bilgiye erişim bir tık kadar yakın; öğrenme, üretme ve paylaşma hızı ise tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar hızlıyken; küreselleşme ve dijitalleşmeyle birlikte, kimlik algısını da kökten değiştiği bu zamanda, Yeni İnsan, geçmişte olduğu gibi yalnızca bir ulusa, topluma, mekâna bağlı hissetmeden, çok katmanlı bir kimlik geliştiriyordu. Artık kimlik, statik bir kavram değil; değişken, dinamik ve çok boyutlu bir yapı olduğu bu günlerde; peki insani değerler, haklar ne durumdaydı?

Savaşlar, yalnızca toprak kavgaları ya da siyasi çıkar mücadeleleri olarak kalmadı; aynı zamanda masum sivillerin hayatına mal oldu, toplumları paramparça etti ve yeni göç dalgalarına yol açtı. Bu süreçte evlerini terk etmek zorunda kalan mülteciler, bir kez daha dünya liderlerinin ilgisizliği ve toplumların empati eksikliğiyle karşılaştı. 

Savaşların şekli değişmiş olsa da yıkımı aynı kaldı. 2024’te insansız hava araçları, yapay zekâ destekli silah sistemleri ve siber saldırılar, savaşın yeni araçları olarak sahneye çıktı. İnsanların doğrudan savaş alanında karşı karşıya gelmediği, teknolojik sistemlerin savaştığı bu dönemde bile, acıyı çekenler yine masum insanlar oldu. Gelecekte, bu dönemin insanları “gelişmiş teknolojilerini barış için değil, savaş için kullandıklarını” fark edecekti veya ben böyle olmasını umut ediyordum. 

Barışı savunan sesler 2024’te de duyuldu duyulmasına, ancak yeterince güçlü bir yankı bulamadı. Diplomatik çözümler arayışında yetersiz kalan liderler, çatışmaların önlenmesi yerine krizleri yönetmeye çalıştı. Savaş karşıtı hareketler ve insani yardım kuruluşları, savaş mağdurlarına destek olmaya çalışırken, bir süre sonra küresel toplumun sessizliğiyle mücadele etti. İşte bu yüzden 2024’te yandık, adaletsizlikten, vicdansızlık, ölüm şehirlerinin resmedilmiş hâlleri değil gerçek hâllerine şahit olduk. Günahsızlıkla kutsanan ruhlarının saçtığı rengin altındaki, kırmızı kanlarının ızdırabıyla bir yandan hayata devam edip, kendimizden bir başka ben doğurmak zorunda kaldık.

Bunların yaşanmasında suçu olmayan bir sürü insan vardı. Ancak bu eziyetlerin son bulmamasının sebebi de belki onlardı. Arada kalıp hep susan, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen içine kapanan, evinin kapılarını sıkıca kilitleyen, kuru ekmekle yetinen insanlar, bana ne diyen, hatta bu olayları asla düşünmeyen insanlar, bu eziyetleri başlatan değildi ama son bulmamasının sebebiydi.

2024’te uygar dünyanın, teknoloji çağında yaşayan medeni Yeni İnsanlarının ne kadar aşağılık veya ne kadar yüce olabileceğinin ötesini gördük. Bana sorarsanız insanlık yine pusulasını nereye döndürürse döndürsün tek bir yere mecbur bırakılacak, kültürel evrimin yeni oluşturduğu insanlar, aç kalmaktan korkuyor olacak.

Ekonomi, siyasi, kaynak kıtlığı, sürdürülebilir bir dünya hepsi birer kılıftı. Tek bir sistem vardı, o da inançtı. İnanç her dönem olduğu gibi bu zamanda da çok kuvvetli sarsıntılar yaratıyordu.

O kadar kuvvetliydi ki yeni insanlar ve insan gibi görünenler 2024’te yaratılmıştı.


İlginizi Çekebilir

Baharın Şavkı

Mine TAPINÇ

Yaşam

Meltem ESKİDEMİR

Lisan-ı Iztırar

Tuğba BEYCA