Kavuşmaz Dere
Kavuşmaz Dere, iki köyü ayıran sınırın hikâyesi. Köyü boylu boyunca ayırdığı ve köylerin hiçbir şekilde birbirine kavuşmasına izin vermediği için almış bu ismi. Sadece köyleri ayırdığını zannederdim ama tüm hikâye bu değildi.
Bu iki köyden birinde yaşıyoruz. Annem, babam ve teyzemle birlikte. Ben çocukken iki köyün sebepsiz ve komik kavgalarının hikâyesi anlatılırdı. “Bir gün yine coşkun derenin her iki yakasında…” diye başlardı cümleler. Bir gün dayanamayıp çocuk aklımla “Artık coşkun dere değil ki o kurumak üzere” dedim.
Kurumak üzere!
Düşen bir bardak sesi. Ardından hâkim olan sessizlik. Acı, mutluluk, heyecan, hüzün… İnsanın gözünde bu kadar çok ifadeyi aynı anda görebilir misin? Çocuk olmama rağmen teyzemin gözünde o ifadeleri görmüştüm. Sebebinin benim düşüncesizce kurduğum cümleler olduğunu nereden bilebilirdim ki?
Ah be teyze! Kendime şu anda ne kadar kızdığımı bir bilsen.
Üniversitenin yarıyıl tatili için eve geldiğim zamandı. Tarlada “yardım edeceğim” diye tutturdum. Uzun zamandır çalışmayan kaslarım bu duruma isyan ettiler hâliyle. O kadar ağrım vardı ki yattığım yerden kalkamıyordum. Ertesi gün annemler yine tarlaya giderken teyzem benimle kalmıştı.
“Ah be kızım, ne diye inat ettin ki?”
“Kaslarımın ağız birliği edip isyan edeceğini nereden bilebilirdim ki teyzem.”
“Deli kız! Bu hâlinle bile güldürdün beni. Dur, şu sıcak havluyu sırtına koyayım iyi gelir.”
O gülünce hep aynı şeyi düşünürdüm. Bu kadar güzel bir kadın neden tek başına kalmayı seçti?
“Teyze hiç evlenmeyi düşünmedin mi?”
Bu soruyu birçok kez düşünmüştüm ama ilk defa dile getirmiştim. Kısa bir süre uzaklara daldı.
“Derenin her iki yakasındaki köyler neden düşman biliyor musun?”
Neden sorduğunu anlamasam da olumsuz anlamda başımı salladım.
“Onlar da bilmezdi. Buna rağmen sürekli haftada en az bir defa kavga etmek için derenin her iki yakasında toplanırlardı. Çocuklar dışında herkes kavgayı izlemek için kendi safhalarında yer alırdı. Kavgadan sıkılır, dere boyunca sesler tamamen kesilinceye kadar yürürdüm. Ardından kendi kendime türkü mırıldanırdım.”
“Hani bana hep söylediğin bir türkü var, onu mu söylerdin?”
Gülümsedi. “Onu söylerdim.”
“Yine böyle bir günde kendimi türkü söylemeye kaptırmışken kısık sesli bir gülme duydum. Panikle derenin karşısına baktığımda onu gördüm. Sırtını ağaca yaslayarak uzanmış beni izliyordu.
-Affedersin rahatsız etmek istememiştim.
Kaşlarımı çatarak olabildiğince sert ses tonuyla, sen gizli gizli beni mi dinliyorsun, diye sordum. -Açık alandayız. Sen bağıra bağıra söylüyordun. Çokta gizli sayılmaz değil mi?
Haklıydı. Uzaklaşmak için arkamı döndüğüm sırada yine onu duydum”
-Sesin çok güzelmiş bu arada. İzin verirsen arada dinlemek isterim.
Dönüp “çok beklersin” diyerek yoluma devam ettim. Bir yanım onu yeniden görmeyi çok istese de, diğer yanım saçmaladığımı söyleyip duruyordu.
Genelde kavga olduğu zaman giderdim oraya ama artık daha sık uğramaya başlamıştım. Onu yeniden görmeyi umuyor ama her seferinde hayal kırıklığına uğruyordum. Umudumu yitirdiğimde yine onu gördüm.
- Yine karşılaştık.
Gülümsememi bastırmaya çalışırken çok zorlandım.
-Öyle oldu biraz.
Ben utanıp gözlerimi kaçırıncaya kadar birbirimize baktık.
-Geçen sefer tanışamamıştık. Adım Tayfun, senin ki ne?
-Sevda
Sevda, diye tekrarladı ardımdan. Benim adım bu kadar güzel miydi, diye düşündüm içimden. Saatine baktı.
- Tanıştığımıza çok memnun oldum. Şimdi gitmem gerekiyor. Haftaya bu saatlerde burada olursun umarım.
Gülümseyip başımla onayladım.
İlk başta hafta bir görüşürdük sonra da daha sıklaştı bu görüşmeler.”
Burada durdu. Yüzünde sebebini bilmediğim bir şaşkınlık belirdi.
“Ne oldu Teyze?”
“Biz hep derenin karşı yakalarında buluştuk biliyor musun?”
“Nasıl yani. Hep uzaktan mı konuştunuz? Birbirinizin elini bile tutmadınız mı?”
Cevap vermesine gerek yoktu. “Sonra ne oldu peki?”
“Bir süre sonra ikimizde ailelerimizle konuşmaya karar verdik. Babam en başta karşı çıksa da annemin ısrarlarına dayanamayıp “Gelsinler bakalım.” dedi. İçim içime sığmıyordu. Sevincim kısa sürdü. Babasını ikna edememişti. Çabaları her seferinde sonuçsuz kaldı. Zamana bırakmaya karar verdik.
Eylülde üniversiteye başlayacaktı. Gitmeden önce her zamanki yerimizde buluşmaya karar verdik.
O kadar çok yağmur yağıyordu ki annemi dışarı çıkmaya bir türlü ikna edememiştim. Suratımı asıp oturdum, bir yandan da içim içimi yiyordu. Gelmediğimi düşünüp bana gönül koymaz umarım, diye düşünüyordum. Bu düşüncelerim kapı şiddetli bir biçimce çalmaya başlayana kadar sürdü. Köyün muhtarıydı. “Dere taşmış.” dedi. “Karşı köyden Alilerin Tayfun suya kapılmış, her yerde onu arıyorlar.” O anki korkuyu kelimelerle anlatamam.
Her iki köy seferber oldu onu bulmak için. Uzun aramalar sonucunda onu buldular. Yarı ölü vaziyetteydi. Hastaneye yetiştirdiler hemen. Ne kadar çok istesem de gitmeme müsaade etmediler ama ben bir yolunu bulup gittim. Onu gördüğümde yaşıyor olmasının vermiş olduğu mutluluk ve ona ilk defa bu kadar yakın olmanın verdiği heyecan vardı. O da aynı hisseder zannetmiştim ama o bakışlar yabancı birine bakıyor gibiydi.
-Tayfun her şeyi unutmuş kızım. Hatırlayıp hatırlamayacağı da belli değil.
Babasının kurduğu bu cümle ile adeta dünyam başıma yıkılmıştı.
-Belki bu birbirinizi bırakmanız için bir işarettir.
-Ben onu çok seviyorum.
-O da seni çok seviyordu ama bak ne oldu. Tayfun’u az daha hayattan koparıyordu. Vazgeç kızım, hem kendin hem de onun için vazgeç.
Suçluluk duygusu ağır bastı ve istediğini kabul ettim. Hayatımda vermiş olduğum en kötü karardı. Daha bir saat geçmeden pişman oldum. Birkaç ay sonra dayanamayıp, onu bulup her şeyi anlatmaya karar verdim.
Karşı köye ilk ve son gidişimdi.
Tayfun’un düğün alayı karşıladı beni. Hafızasını kaybetmesini fırsat bilip biraz da kendine gelince evlendirmişlerdi. O gün bir anlığına gördüm onu. Yüzünde hafif bir tebessüm… Onu son görüşümdü.”
Bana döndü. “Ne iki köy kavuştu birbirine ne de biz.”
Bir şey söylemeliydim. Herhangi bir şey. Ne desem rahatlatırdım onu? Derin bir iç çekip devam etti.
“Bazen korkuyorum. Dere tamamen kurursa ben de her şeyi unuturum gibi hissediyorum. Sanki yaşanılan o şeyler hiç var olmamış gibi.”
Konuşma burada sona erse de bu hikâyenin bu şekilde bittiğini kabul edemiyordum. Belki de bu yüzden birkaç gün sonra kendimi aynı yerde aynı türküyü mırıldanırken buldum.
-Sevda!
İnsan hiç görmediği birisini tanır mı? Ben tanıdım. Kaç gündür benim uykularımı bölen aşkın diğer tarafı Tayfun.
-Affedersiniz! Birisiyle karıştırdım sizi.
Ben daha cevap vermeden gözden kayboldu. O an çok önemli bir şey fark ettim. Teyzemi hatırlıyordu.