Kayıp Kelimeler
Babasız kızlardanım ben. Sarıp sarmalayan kollarım olmadı bugüne kadar. Göz pınarlarım sık sık ıslanmadı. Ne duygu yüklü bir filmde, ne terkedilişlerimde ne de yaşadığım yenilgilerde yanımda olmadı kimilerinin bol keseden savurduğu tuzlu damlacıklar. Fiziksel bir sorun muydu, yoksa zihnim miydi bana bunu layık gören bilemiyorum ama yaşlar kolayca süzülmedi yanaklarımdan. Geçmişimden demir alamayışım, yalpalaya yalpalaya yürüyüşüm bu yüzden belki de. Her düştüğümde avuçlarımdaki kanı yalamaya, acıyan yaralarımı giysilerimle sarmaya, yalnızlığıma alışığım.
Sahiden babasız büyüdüm ben. Çok küçüktüm evden de, benden de gittiğinde. Yıldızlı düşlerimin orta yerinde uyandırıp bana son kez o gece sarıldığını bilemedim. Aklımda kalanlarsa; kurşuni saçları, hantal sayılabilecek denli büyük elleri ve bal rengi gözleri. Bir de peltekleşen dilinden dökülen kelimeleri. “Hep yanında olacağım.”
O an öyle sarılmıştı ki bana, yedi başlı ejderhayla savaşacak güçte hissetmiştim kendimi. Güvenmiştim. Meğerse aklı yeni evindeymiş çok sonra öğrendim. O gün bugün, onu ne gördüm ne de bal yedim. Sırf gözlerini hatırlattığı için.
Sadece kendi gitmemiş, kelimelerimi de götürmüş. Büyüdükçe fark ettim. Hatırlamaya çalıştıkça kaybettiğim sözcükleri. Hep aynı gecenin karanlığı çöktü üzerime. Babam gitti, annem de bir daha açmadı kollarını. Ne zaman sarılmak istesem, alkol ve tütün kokusu tuttu beni. Oyuncak bebeklerimse soğuktu. Ben üşüyerek büyüdüm. Aklımda kalan parça parça anıları kırkyama yapıp üstüme örttüm ısınamadım, ısıtamadım bunca zaman. Çocukluğumun fay hatları bırakmadı peşimi. Tıpkı gölge misali.
Komşu evlerin balkonlarında, pencere önlerinde gördüğüm rengarenk sakız sardunyalarına özenirdim. Benim diktiklerim hiç çiçek açmadı. Camlarım soluk yeşile hapsoldu. Kedim, yemek verdiğim zamanların dışında pembe dilini göstermedi, dolanmadı ayaklarıma. Minderinin üzerinde tamamladı ömrünü. Sabahları kahve içmek, akşamları birkaç kadeh devirip de dertleşmek için kapımı çalan dostlarım olmadı. Bolca okudum, çokça yazdım yalnızlığımda. Kaybettiğim kelimeyi arayıp durdum sayfalarca. Geçti dedim, geçmediğini gördüm. Bayat korkulara taze teselliler yetersiz kaldı çoğu zaman. Geçmişe bağlandığım görünmez kelepçeler kopmadı bir türlü. Yalınkat bir dünya kurmuştum kendime. Tek kişilik.
Fuarda tanıştık onunla. Saklandığım kuytuda buldu beni. Bilmediğin tanımadığın duyguların tarifi kolay değildi ama bana ilk kez sarıldığında içime bir ferahlık yayıldı. Sanki bir avuç naneli şekerlemenin hepsini aynı anda çiğneyip de yutuvermişim gibi. Aslında çok daha kuvvetlisinden. Kendimi güvende hissettiren bir ferahlık.
Bulanık hatıraların, bu beklenmedik serinliği yıpratmasını istemedim. Kovdum zihnimden olabildiğince. İçimde büyüyen yangınların kimi söndü, kimi kor oldu. Bölüştükçe kahkahaları nefretin, öfkenin iktidarı yok oldu. Çalakalem hayaller umutlara, başıboş devinimsiz saatler satırlara yansıdı. Vapurdaki simit kokusu, demli çayın buğusu, zihnimden gelen serinlik hafifletti beni. Sarıdan yeşile, çoğu zaman maviye alacalanan nehir kenarında açan kardinal çiçekleri gibiyim şimdi. Sardunyalarım olmasa da olur.
Sabahleyin, buzdolabının üzerine tutturduğu, avuç içinden küçük sarı kağıtta yazan not ise yıllardır aradığım kelimeydi. Taşların soğuğu ayaklarımı yalarken kalbim sıcacıktı.
“Çayı demledim. Sevgimiz gibi taptaze. Güvenle içebilirsin. Yanağıma bir damla gözyaşı döküldü.