Kurtuluş Bileti

Mahkumların sosyal etkinlikler kapsamında topluma alıştırılması için Alkara Hapishanesi’nde bir konser düzenlenmesine karar verildi. Konser, eski hükümlülerin bir araya gelip kurduğu Kurtuluş adlı müzik grubu tarafından verilecekti. Anadolu ezgileri taşıyan bu rock grubu şehirde yeni yeni tanınırlık kazanmaya başlamıştı. Henüz birer yeni yetme ergenken işledikleri hırsızlık suçlarından hüküm giymiş dört kişiden oluşan bu grubun mottosu ise “Kalpleri çalmaya geldik.” idi. Aradan yirmi yılı aşkın süre geçtiğinden ve gerek hapishaneden gerekse salıverildiklerinde gösterdikleri örnek davranışlarından ötürü toplum tarafından ‘affedilmiş’, yani suçları bir nevi zaman aşımına uğramıştı.

Bateride Harun, bas ve elektrogitarda Bahadır, davulda Bircan ve vokalde Hulusi grubun başını çekiyordu. Grup üyeleri ilk kez bir hapishanede konser verecekleri için oldukça heyecanlıydı. Özellikle de Bircan. Çünkü iki yıl boyunca hüküm yediği mahpushaneye yıllar sonra gidip konser verecekti. Hatta mahkumlara ücretsiz dağıtılacak konser biletini tasarlamayı bizzat kendi istemiş, provadan kalan zamanlarda yaptığı tek iş biletle ilgilenmek olmuştu. Onu kızdırmaya bayılan Bahadır bir keresinde şöyle dedi: “Ulan Bircan, sen davulu bırakıp grafikerliğe mi geçsen acaba? Daha başarılı olursun sanki.” “Kafamı gitarınla yeterince ütülüyorsun dostum. Hadi bak işine”.

Bircan’ın bu konsere bu kadar önem vermesinin ardında başka bir sebep daha vardı. Orada hala yatmakta olan eski dostunu da görmeyi çok istiyordu, müebbet yiyen Taner’i.

Taner’i sakin mizacından ötürü tanır tanımaz sevmişti. Onun gözünü kırpmadan patronunu öldürdüğüne inanması oldukça güç görünüyordu. Yakın arkadaşlarına bile işlediği cinayeti anlatmazdı. Gazetede yazan iki satır haberden başka kimsenin bir şey bildiği yoktu. İki yıl içinde iyiden iyiye sıkı fıkı olmuşlardı ama Bircan’ın tahliyesine bir gün kala her şeyi anlatmaya karar verdi. Savcılık ifadesinde “Bana ağır küfretti, anama, babama sövdü” demiş ama olayın aslı öyle değilmiş. Patron bildiğin cinsi sapıkmış. Bunu odasına kilitleyip yararlanmaya kalmış. Elinden zor kurtulmuş. Cinayeti aylar boyunca düşünmüş, tasarlamış ve kiraladığı bir silahla odasına dalarak adamı dört kurşunla öldürmüş. Taner, sonrasında kaçmaya bile yeltenmemiş. Güvenlik görevlileri içeri girdiğinde onu patronun masasının karşısındaki sandalyede otururken bulmuşlar.

Taner’i düşününce yüzüne kederli bir gülümseme yayılmıştı Bircan’ın. Konser için hazırlık bahanesiyle hapishaneye gitti ve onunla görüşme talebinde bulundu. Yıllar sonra tekrar bir araya gelmişlerdi işte. Eski dostu kır saçlı ve çökmüş yüzüyle yaşından oldukça büyük gösteriyordu. Hapishane yılları onu yıpratmış ama bir o kadar da olgunlaştırmıştı. Keskin zekası ve bilge duruşu en önemli özelliğiydi bu hayat mağdurunun. Ona heyecanla konseri ve tasarladığı bileti anlattı ama aralarındaki sohbet kısa ve üstü kapalı olmak zorundaydı. Yine de birbirlerini anlamak ve özlem gidermek için yeterli bir görüşmeydi.

Konser günü en nihayetinde gelmişti. Ilık bir haziran akşamında gökyüzü, batan güneşi renk cümbüşüyle uğurluyordu. Konser alanı hapishanenin oldukça geniş olan girişindeydi. Etkinlik hafta sonuna denk geldiğinden vardiyası biten gardiyanların çoğu mesai çıkışı evine gitmiş, kalan nöbetçiler ve sabit çalışanlar hariç cezaevinde kimse kalmamıştı. Tüm mahkumlar ve görevliler sabah dağıtılan konser biletlerini alarak sahnenin önüne dizilen plastik sandalyelere oturmuşlardı. Hepsi merakla eğlencenin başlamasını bekliyordu.

Önce bas gitar ve ardından diğer enstrümanların sesi birbirine karışıp havada ahenkli bir tını oluştururken esen meltem izleyicilerde tatlı bir serinlik ve hafifleme hissi yaratmıştı. Uzun süredir asık suratlar gevşemiş ve yerini ince bir tebessüme bırakmıştı. En ketum gardiyanlar bile giderek artan coşkulu müziğe kendini kaptırmış halde ayaklarını hafifçe beton zemine ritmik şekilde vurarak eşlik etmekteydi. Orası kısa bir müddet için türlü türlü suçluların ve onlara eziyet eden, itip kakan görevlilerin olduğu bir nevi av, avcı ve kapan olmaktan uzaklaşmış, kimsenin birbirine aldırmadığı ve sakince eğlendiği umumi bir etkinlik alanına dönüşmüştü.

Grup üyeleri onları pür dikkat izleyen ve bazılarının şarkılarını ezbere bilip eşlik ettiği bu değişik kitleye farklı bir ilgiyle bakıyordu. Kendileriyle ortak yönleri vardı bu yüzlerce insanın. İlk şarkı bittikten sonra vokalist Hulusi, seyirciye seslendi:

“Eski mahkumlardan biri olarak sizlere söyleyebileceğim en mühim şey ne olursa olsun umudunuzu kaybetmeyin. Elbet bir gün özgürlüğe kavuşacaksınız ama önemli olan yaşamın kıymetini anlamak. Dışarıda olup hapis hayatı yaşayan bir sürü insan var. Hayat bizim için; acı tecrübeler de buna dahil. Sabrın sonu selamettir derler, öyle doğru bir söz ki. Siz de umarım bir gün selamete çıkarsınız.”

Mahkumlar teşekkür edercesine alkışlamaya, şarkılara daha coşkuyla eşlik etmeye başladı. Bircan ise davulunu çalmaya devam ederken yaptığı planı düşünüyor ve yüzündeki telaşlı tebessüm de ona eşlik ediyordu.

Müziğin sesi güneş ışıklarıyla birlikte koğuşa dolup taşmıştı. Altmışlarındaki kötürüm mahkum Esat parmaklıklı pencereden dışarıyı izliyor, Taner ise elindeki biletteki piton resmine pür dikkat bakıyor ve kaçış planını çözmeye çalışıyordu. Esat kafasını Taner’e doğru çevirdi: “Ne yapıyorsun sen orada? Kağıt parçasına dikmişsin gözünü. Gidip izlesene konseri yakından.” Taner, bir hışımla yerinden kalktığında hiç olmadığı kadar coşkulu göründü Esat’ın gözüne. “Tamam, gidiyorum şimdi. Sen tek sıkılmazsın değil mi?” “Yok, yok, sen keyfine bak. Gelince bana anlatırsın hem.” Elini omzuna dostça vurarak “Tamam ağabey, kendine dikkat et.” dedi ve Esat’ın şaşkın bakışlarını geride bırakarak odadan çıktı. Elindeki bileti cebine katlayıp koydu ve gardiyan eşliğinde tuvaletin yolunu tuttu. Ortadaki tuvaletin kapısını araladı ve sifonu yavaşça kaldırarak siyah poşeti çıkardı. Tuvaletini yapıp sifonu çeker çekmez poşeti açıp içine hızlıca göz attı. Kapıda onu bekleyen gardiyan sabırsızlanınca “Haydi ama acele et biraz.” “Kapı açılmıyor. Kilit sıkıştı” diye yanıtladı. “Allah Allah, o nasıl oluyor?” Etrafına bakındı ama koridorda başka bir görevli göremedi. Tuvalete girince kapalı kapının tokmağını çevirdi ama açamadı. “Kapının kilidi yok ki, nasıl sıkışsın? Bir daha dene bakayım.” Taner kapıya abanarak zoraki şekilde kapıyı araladı. Gardiyan kafasını içeriye uzatınca da elindeki bezi suratına yapıştırıp adamı içeri çekti. Gardiyanın bayılması uzun sürmedi. Üniformasını hızlıca çıkarıp kendi üstüne giydi. Baygın adam atlet ve donla klozetin üstüne yığılmıştı. Taner, şapkayı da taktıktan sonra kafasını eğerek çıktı ve koridora göz atıp hızlı ama sessiz adımlarla ilerledi.

Aradan beş dakika geçmişti ki arkasından biri seslendi. “Hayrola, nereye gidiyorsun?” Kalbi hızla atıyordu ama belli etmemeye çalıştı. Adamın rütbesine bakıp tok bir sesle yanıtladı: “Odamda bir şey unuttum şefim. Onu alıp görev yerime geçeceğim.” “Tamam, oyalanma. Bu kaçkınların ne yapacağı belli olmaz.” “Baş üstüne şefim” diyerek selamladı ve gerisin geri yoluna devam etti. Heyecandan gideceği yolu unutmuştu. Kuytu bir köşeye geçerek elini cebine attı ve bileti çıkardı. Resimdeki devasa piton yılanının kıvrımlarına dikkatle göz gezdirerek sapması gereken koridoru belirledi. Yirmi adım kadar atmıştı ki karşısına başka bir infaz görevlisi çıktı. Gözlerini kısarak ona bakıyordu. “Seni daha önce görmedim. Ne zaman başladın göreve?” “Sana da merhaba” dedi sırıtarak. “Dün başladım.” “Yeni eleman alındığını bilmiyordum. İsmin ne senin?” “Hayri. Senin ne?” “Elindeki ne Hayri?” “Bu mu? Bu benim kurtuluş biletim.” “O ne demekmiş? “Bak üstünde ne var.” Elindeki bileti uzatınca adam da ona doğru yaklaştı. Suratına arka cebindeki eterli bezi adamın bayıldığına emin oluncaya kadar bastırıp yavaşça zemine bıraktı.

Fazla zamanı yoktu. Biletin üzerindeki piton şeklindeki gizli haritaya bir kez daha bakınca merdivenden inmesi gerektiğini anladı. Basamakları bitirip karşısına çıkan kapının kolunu çevirdi fakat kilitliydi. Elini kemerindeki anahtarlığa attı. Doğru anahtarı tam bulacakken cızırtı çıkaran lamba söndü ve etraf kapkaranlık kaldı. Yutkundu ve sakin kalmaya çalıştı. Cebindeki fenerin pili bitmişti. Anahtarları teker teker deneyerek sonunda kapının kilidine uyanı buldu ve içeri girdi. Burası aktif olarak kullanılmayan bir depoydu. Yukardan içeri sızan ince ışık sayesinde odadakileri seçebiliyordu. İçeride üzerini ağ kaplamış eski mobilyalar ve sımsıkı paketlenmiş koliler vardı. Vakit kaybetmeden başka bir yere açılan diğer kapıya yöneldi. Kapı kilitli değildi. Tereddüt ederek açtı ama karanlık ve oldukça sessiz bir tünele doğru ilerlediğinde özgürlüğüne az kaldığını anlamıştı. Ağır adımlarla yürüdü, yürüdü ve dışarıya uzanan son kapıyı açarak eskimiş asfalt yol kokusunu burnuna çekti. Yüzüne yayılan tebessüm ve gözlerinde parıldayan ışıkla ilerlemeye devam etti. Etrafta kimsecikler yoktu; tek duyduğu derinlerden gelen kalp atışları ve ona uyumlu davul sesiydi. 


İlginizi Çekebilir

Akıl İle Secde Etmek

Merve YILDIZ ÖZBEK

İtirazım Var

Yaşar ÇALIŞKAN

Kalbimin Esiri Ruhum

Büşra Dilara KARABULUT