Mevsim İlk Yaz

MEVSİMLER ÜÇLEMESİ-1

Bulmuştum onu işte, aylar süren kovalamaca bu gece son bulacaktı. Gece sakin, hafiften bir yağmur çiseledi, peşine tatlı bir meltem, toprak ve çam ağaçlarının kokusu birbirine karıştı. Derinn bir nefes aldım. Bahar bitmek üzere yaza ramak kalmıştı, sabrım ise son demindeydi. Bir taraftan sokağı, öte taraftan belimdekini yokladım. Telaşlı adımlarım onu görünce yavaşladı, bu tüm görkemi ile bahçeye hatta sokağa hâkim olan Manolya Ağacı idi. Tüm tomurları açmış mor renkli bu asil ağacın hikâyesini hatırlayınca buruk bir tebessüm yerleşti yüzüne.

Rivayete göre manolya çiçeği, açelya çiçeğine âşık olur. Ama bu aşk karşılık bulmaz. Aşk acısı çeken manolyanın zamanla kalbi ikiye ayrılarak vücudundan kopar. Bu hikâye sonrasında manolyanın iç kısmının bitkinin kalbini ve ruhunu temsil ettiği söylenmektedir. Kalbimi yokladım tekrar, aylardır ondan haber alınamıyordu ancak şimdi yaşam belirtisi vardı, az sonra yaşanacakların gerginliğinden çarpıyordu herhalde. Ruhumu yokladım, onun ise hangi âlemde olduğu meçhuldü.

Pislik, kendine saklanacak güzel, ferah bir mekân bulmuş. Çam ağaçları ile çevrili bu sokakta, yolun sonundaki evdeydi. “Yolun sonunda, yasemin kokan bahçeli evdi.” Böyle adres mi olur? Yağmurluğumun kapüşonunu kafama çektim. Düzensizleşen nefesim, hızlanan yağmur ve paçalarıma sıçrayan çamur… Birinin sebebi olmaya hazırlanırken üzerime rahmet, bereket yağması. Bu ne yaman bir çelişki, bu nasıl bir gece. Usulca bahçe kapısını araladım, öyle sessizdim ki değil adımlarım nefesim bile duyulmuyor.

Oradaydı işte, bu O’ydu. Bacaklarını masaya uzatmış, boş çay bardağını karıştırıyordu. Ne düşünüyordu, acaba beni hiç düşündü mü? O günden sonra vicdanı ne durumda? Kafamdaki soruları öteledim kenara, artık varlığımı hissettirmem gerekiyordu. Cam kenarında tüm masumluğu ile duran kırmızı açelyayı fark ettim. Bu bir tesadüf olamazdı, az önceki Manolya çiçeğinin intikamı alınmalıydı belki, peki aşk böyle bir şey miydi? Oysaki Manolya tüm asilliği ile kendi kalbini koparmıştı. Tabiat bana ne anlatmaya çalışıyordu. Tek başına acı çekmek bana anlamsız geliyordu. Herkesin insanlığı, masumiyeti, kendi hayatı elinden alındığı yerde biter. Açelyaya da yazıktı ama yapacak bir şey yoktu, yere fırlattım onu. Korkuyla yaşadığı belliydi, çok çevik bir hareketle dönüp belindeki silaha sarıldı, ardından bana doğrulttu. Hayat bilinmezlerle dolu bir derya… İki ay öncesine kadar birbirinin parmağına yüzük takacak olan bu eller, şimdi birbirlerine silah doğrultuyorlardı…

İKİ AY ÖNCE

Hafif bir rüzgâr esmesiyle üzerimdeki yağmurluğa sarıldım. Bahçedeki meyve ağaçları beyazlı, pembeli tomurcuklarını çıkarmıştı. Gökyüzü mavi, uzakta yağmur getirecek bulutlar, ardından bir leylek sürüsü göçten geliyor. İki haftada bahar mı gelmişti memlekete, hiç fark etmemişim. Esen rüzgârın çiçek kokularını burnuma getirmesi, uzaktaki papatyaların havaya rağmen incecik belleriyle dik durmaya çalışması ve ayakta durmakta zorlanan ben… Ahh şu gözlerim, ne istiyorsunuz benden? Neden olur olmaz zamanlarda doluyorsunuz, neden hükmedemiyorum size. Belki de güçlü durmanın anlamı yoktu, güçlü değilim zaten. Herkes istediğini yapsın, akmak isteyen yaş, gitmek isteyen ayak, susmak isteyen ben…. Peki sen, sen neredesin, sen… Gözlerimi kapattım. Mevsim bahar, mevsim ilk yaz… Yeniden doğma, canlanma mevsimi. Her insan hayatının da bir mevsimi vardır. Son bir yıldır yaşadığım heyecan ve telaşın ardından, şu anki mevsimimin ilk bahar olduğunu göstermesi gerekiyordu.

Ancak son iki haftada yaşananlarla hava ayaza çaldı. Değil yaz, direkt kışa geçtim. Ben üzerimdeki kalın hırkaları, kaba montları çıkarıp rahatlayacağım derken daha kalınlarını sırtıma geçirmem…

Ayaz, Emniyetin giriş kapısından seslendi, “Haydi gel, ifade sıran geldi.” Ne soracaklardı bana, ne anlatacaktım, bir şey bilmiyordum ki… Ayaz, bir babanın çocuğunu tembihlemesi gibi “Soğukkanlı ol, korkma, senin bir suçun yok, önce bunu kabul et. Kelaynak lakaplı bir polis yürütüyor dosyayı, onu ikna etmen önemli, sana sorulanları da olduğu gibi cevapla. Senden tek bir şey istiyorum, neyi biliyorsan hapsini anlat.”

- Bir şey bilmiyorum ki.

- Kastettiğim bu değil. Onu korumak adına hiçbir şeyi gizleme. Bir telefon görüşmesinde bile hatırlanacak bir detay bize yol gösterebilir. Ya da… Amann, boş ver en kötü birkaç ay yatar, çıkarsın. Merak etme, ben sana temiz çamaşır getirim. Hah, şöyle biraz gül, bundan daha kötü ne olabilir ki.

Zevzek bu çocuk ya konuları sulandırmaya bayılıyor. Yıllar geçiyor ama bu hiç büyümüyor. Teyzem akıllı kadındır, bu fırlamayı kavga-dövüş avukat yaptırdı. Tam da istediği gibi bir baltaya sap oldu, ben ise sap gibi ortada kaldım. Kafamdaki bu sorgulamalarla sorgu odasına alındım, kime neyin hesabını vereceğimi bilmiyorum ve bu hiç adil değil.

- Kürşat Erbil’i tanıyor musun?

- Kendisi, ııh… Şey nişanlım, hayır eski nişanlım… Yani biz nişanlanacaktık -Bu cümle çok zor çıktı ağzımdan-

- Onu en son ne zaman gördün, şüpheli bir tavrı var mıydı ya da dikkatini çeken başka bir şey?

- 2 Mart sabahı, akşama nişanımız vardı. Buketimi getirmişti heyecanlı gibiydi, nişan heyecanına yordum.

- Peki ailesi, suça karışan birileri var mıydı, nerde tanıştınız, kim aracı oldu, arkadaşları ve şirket yöneticileri hakkında neler biliyorsun?

- Bakın hiçbir şey bilmiyorum, bu olanları anlamıyorum, bu suçlamalar… Bunların hepsi çok ağır. Belki de her şeyin bir açıklaması vardır. Zaten kendisi de yok, belki başına bir şey geldi, ben asıl bundan korkuyorum.

- Bana baksana sen, bu masada neden oturduğunun farkında mısın? Üzerine kurulu beş ayrı şirket var. Sen bunların kanuni temsilcisisin, hesabına gelen ciddi rakamlar var, bunların açıklamasını yapamıyorsun. Milyonluk düzenlenen faturalar ama karşılığında bir mal ya da hizmet yok. Ne demek bu biliyor musun, sahte düzenlenen belge, naylon fatura yani. Hem kara para aklamakta hem de vergi kanunlarına muhalefetten yargılanacaksın, bugün yarın Maliye’de çağırır. Bizdeki durumunla hapise giden bir yolun var. Maliye ise hakkında geriye dönük cezalı tarhiyat yapacak. Ayrıca ortada kaçakçılık suçu olduğu için ödeyeceğin rakam üç kat artacak. Düzenlenen sahte çeklerle ilgili ayrı bir yargılama olacak tabi. Haa, ayrıca parasını alamayan ve işini kendi yöntemleriyle çözmek isteyenler de olacaktır. Bence sen kendin için korksan iyi olur. Dua et, işini şimdilik iyi yapan bir avukatın var da tutuksuz yargılanma durumun var. Onun için bizimle kesinlikle iş birliği yapman lazım, anlıyorsun değil mi?

Bu son sözleri söyleyen Kelaynak’tı. Lakabı saçı olmayışından ileri geliyordu herhalde. Oysaki kelaynakların tüyleri sevgiden dökülürmüş. Bahçede eşiyle ilgisiz konuşmasına şahit oldum. Bir taraftan da ilerde oturan kadın polise rahatsız bakışları, ortada sevginin olmadığını hissettirdi. Ayrıca kelaynaklar baharın habercisi, onlar geldiğinde tohumlar toprağa atılır. Yanlış lakap yanlış insan. Tüm dertlerim bitmiş gibi neden bu ansiklopedik bilgilere gidiyor aklım? Galiba artık etrafımda tek bir yanlış insan görmeye tahammülüm kalmadı.

Kelaynağın söyledikleri bir tokat gibi yüzüme çarpıldı, günlerdir içinde bulunduğum durumu kavrayamayışıma kızıyorum. Gözümdeki perde yırtıldı resmen. Sabahında hissettiğim çaresizlik ve kendine acıma yerini nefret ve öfkeye bırakmıştı. Ama şu an sakinleşmem lazımdı. Kendime papatya, melissa karışımı bir çay hazırladım, uyumak istiyorum, uzun ve derin bir uyku…

Haftalar geçiyor, gündüz geceye devriliyor, tatlı bir yağmur yağıyor, ruhum ise kurşun gibi ağır. Bu nisan yağmurları bana da şifa olur mu? Toprak kokusunu içime çekiyorum, çimenler yeni biçilmiş, arka fonda ise ishak kuşu, kesik kesik öten baykuş. Gecede gizem, havada ferahlık bende ise garip bir rahatlık var. Bahçenin ortasına doğru ilerleyip sarı gelin Mimozanın yamacına geldim, kokusu gitmişti ama onun sarı hâli bana hep bir huzur verir. Sokağın ötesinde bir hışırtı duydum, mart kedileri coşmuştu galiba biraz hırlaşıp uzaklaştılar. Aynı hışırtı tekrarlayınca bunun kedilerle ilgili olmadığını anladım. Şimdi baykuşun sesi de daha sık geliyordu sanki. Polis başkalarının da benim peşimde olabileceğini söylemişti, belki de gelen Kürşat’tı. Korku ve heyecanın tüm bedenime yayıldığını hissettim. Artık emindim, bana yaklaşan adımları duyuyordum. Eve doğru koşmaya başlayacakken kolumun biri tarafından tutulduğunu fark ettim, arkaya dönmeye cesaretim yoktu. Ardından kolumda bir sinek ısırığı hissettim, gerisi karanlık…

Deri bir koltukta kendime geldim, yanan bir şömine vardı sanki. Gözlerim kapalı, siyah gözbağının arkasından bir ışık huzmesi geliyor. Kalbim ağzımda, dudaklarım kupkuru, boğazım çöle dönmüş, yutkunamıyorum, sesim bile çıkmıyor. Burnuma yoğun bergamot aromalı erkek parfümü kokusu geldi. Derin bir öksürük, boğaz gıcıklığından sonra ancak konuşabildim. “Kürşat sen misin?”

Tok sesli bir adam “Sakin ol, korkma niyetimiz kötülük yapmak değil.” uyarıcı bir ses tonuyla konuştu.

-Peki, buraya hangi iyi niyetle, bilincim dışında ve hatta zorla getirildim?

-Konuya direkt geçiş yapacağım, Kürşat Erbil.

-Bunun için polise gitmeliydiniz, o kahrolasının hangi cehennemde olduğunu bilmiyorum. Bağırmıştım, öfkelenmiştim, ben hâlâ onun için endişelenirken onun beni muhatap ettiği insanlara bak.

-Bak, bizim derdimiz para ya da başka bir şey değil. Kürşat, bizim olan çok değerli bir şeyi alıp kayboldu. Sana muhakkak ulaşacaktır ve sen, ben bizimle iş birliği yapmak zorundasın. Seçme şansın yok, aileni düşün, kapatın ağzını.

İki kişi tarafından bahçeye çıkarılınca nedense rahatladım, gecenin ferahlığı yüzüme çarptı. Bir arabaya bindirildim, önümde yürüyen hiç konuşmayan biri vardı, sanki direksiyona o geçti. Araba hareket etmeye başlayınca gözümdeki bağı çözdüm. Hemen yanımdakine baktım, sanki olağan bir yolculuk yapıyormuşuz gibi gözlerini kırpmadan yola bakıyordu. Bense konuşamıyordum, ardından telefonda bir numara çevirip hoparlörü açtı. “Alo, neredesiniz, her

şey yolunda mı?” Bu ses Ayaz’a aitti. “Ayaz neler oluyor, birleri kaçırdı beni, adamın biri de beni bir yere götürüyor.” diye konuşunca yanımdaki dik dik bana baktı.

-Laçin, ona güvenebilirsin. Sana söyleyecektim ama fırsatım olmadı. Kendisi de Kürşat’ı arayanlardan, hatta ona ulaşmada bir yol bile katettiğimiz söylenebilir.

Öfkelenmiştim, her şey benimle ilgili ama hiçbir şeyden haberim yok. “Bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun?” Ayaz acelesi varmış gibi “Laçin bunları sonra konuşuruz.” deyip telefonu çat diye kapattı, sinirim daha da arttı. Hışımla yanımdakine geldi sıra, hesap verme vaktiydi. Ben tam konuşacakken gözlerimi dikmiş bana fırsat vermeden “Onu, onu, nişanlını, öldüreceksin!” Beklemiyordum böyle bir şey, nutkum tutuldu. Kimdi bu Kürşat, birileri bulmamı, birilerdi de… Peki, ben ne istiyordum önce bulup sonra… Sonra ne olacaktı, hesap sorsam, yakasına yapışsam sönecek miydi bu yangın?

YASEMİN KOKAN GECE

Bulmuştum onu işte, aylar süren kovalamaca bu gece son bulacaktı. Bahçe çitini beyaz bir sarmaşık gibi saran yaseminlerin hemen önündeydi, buram buram yasemin kokuyordu gece. Gecenin kokusunu değiştirecek adam ise tam karşımdaydı.

Namlunun ucunda öfkem vardı, nefretim ve geleceğim vardı. Tetiğe basmakla dönüp arkama gitmek arasında ise bir uçurum… Sahip olduğum tüm değerlerin sorgulandığı bu kısacık anda tetiğe basmak en kolayıydı.

DEVAM EDECEK….

 


İlginizi Çekebilir

Progresyon

Ali AYDIN

Cennetten Kovulan

Armağan CENGİZ

Uyanışa Ramak Kala

Tennur BAYDEMİR