O Ev
Karanlık. Uzadıkça uzayan zifiri bir karanlık.
"Bul beni” Ürperdim. Kafamı sesin geldiği tarafa çevirip herhangi bir hareket seçebilmek için gözlerimi kıstım. "Neredesin?" Sesin geldiği yöne doğru yürüdüm. Birkaç defa daha seslendim karşılık alamadım. Ancak içeriye sızan gün ışığını gördüm. Bir anca önce o karanlıktan kurtulmayı umarak ışığa doğru adım attım. Yolun sonundaki ev. Senelerdir rüyalarımda peşimi bırakmayan o evdeydim yine. Sebebini bilmesem içimden bir ses burada olmam gerektiğini söylüyordu. Sanki senelerdir çözemediğim bir sorunun cevabı vardı bu evde. Uzun yabani otların bürüdüğü bahçeye adımımı attım. Bakımsızlıktan neredeyse yıkılacak gibiydi ne kapısı ne penceresi vardı buna bir kapı sesi duyduğuma neredeyse emindim. Korkuyordum. Buna rağmen sanki ayaklarım isteğim dışında hareket etti. Evin içine attığım ilk adımda bir is kokusu sardı her yeri. Bu evde yangın çıktığı ile ilgili bölük börçük söylentiler hatırlıyordum. Ancak bunca sene sonra bile sanki yeni yanmış gibi duvarlar kapkaraydı. Sebebini bir tanıdık his sardı vücudumu o an dönüp gitmek istedim. “Geleceğini biliyordum.” Yavaşça sese döndüm. Karşımdaki en fazla benim yaşlarımdaydı. Başına örttüğü yeşil tülbenti simsiyah saçlarını kapatmayı becerememiş yeşil gözlerini daha belirgin hale getirmişti. O an içime dolan o hayranlık neden bu kadar tanıdıktı? "Sende kimsin? Beni neden çağırıyorsun”
Gözlerim onun tarafındaki duvarlara kaydı. Pencere pervazına kadar uzanan rengarenk sarmaşık gülleri içeriyi çok güzel bir gül kokusu doldurdu. Şaşırdım. Oturma odası olduğunu tahmin ettiğim bir odanın ortasındaydık sanki aramızda görünmez bir çizgi vardı o aydınlık tarafta dururken ben karanlık tarafta duruyordum. Rüya gördüğüme emindim ama neden bir his gerçekten karanlığın içinde olduğumu söylüyordu.
"Seni çağırdım çünkü…"
Son cümleyi tamamlayamadan uyandım. Güneşin doğuşunu haber veren ışınları perdeden odama sızıyordu. Saat daha çok erken olduğu için evdekiler uyuyordu. Aklıma o an bir fikir geldi. Yolun sonundaki o eve gitmeliydim kimsenin haberi olmadan. Tam anlamasam da annem ve babam ne zaman o evle ilgili soru sorsam geçiştirirlerdi. Korkuyorlardı. Tabi bunun sebebi uyur gezer olduğum dönemde sık sık beni o evde bulmaları olabilirdi. Bazen bunun dışında başka sebeplerin olduğunu da düşünürdüm. Belki de benim kuruntumdu. Kim bilir?
Elime gelen ilk şeyi giyip görünmeden çıktım. Hızlı adımlarla arkama bakmadan ilerledim. Tanıdık demir kapıyı gördüğümde kalbim deli gibi atmaya başladı. Ailem belki de haklıydı, sadece bir rüyaydı anlamı yoktu yine de… Kapıyı iterek tanıdık bahçeye girdim. Bir ses, yaşam belirtisi olduğuna dair bir işaret… Ne aradığımı bende bilmiyordum. Gözüm tüm heybetiyle karşımda yükselen çınar ağacına kaydı. Rüzgârın etkisiyle hışırdayan yaprakların sesi bana her zaman bir melodi gibi gelirdi şimdi birisi ağlıyor gibiydi. Oraya doğru yürüdüm, yaklaşıp elimi büyük gövdesinde gezdirdim. "Canın mı yanıyor. Neden hüzünlü sesin?"
“Seni gördüğüme sevindim.”
O kadar hızlı döndüm ki neredeyse düşüyordum.
Karşımdaydı işte. Oysa son ana kadar bunun sadece benim kuruntum olduğunu düşünmüştüm.
“Uzun zaman oldu değil mi?”
Sinirli sinirli gülmeye başladım. "Yine rüya görüyorum. Ben buraya hiç gelmedim aslında"
İlk sinirimi atlattıktan sonra derin bir nefes alıp ona döndüm. "Benden ne istiyorsun neden beni rahat bırakmıyorsun"
Güldü. İçime sebebini bilmediğim bir hüzün doldu.
Bana doğru yürümeye başladığında istemsiz bir şekilde geri adım attım.
“Korkma sana zarar vermem unuttun mu ben senin arkadaşınım.”
"Benim neden bundan haberim yok" Sesimdeki alaycı tını onu gülümsetti. Ona neden güldüğünü soracağım sırada gözümün önüne parça parça görüntüler gelmeye başladı. Net değildi. Puslu bir cam vardı sanki önümde. Kendimi toparlayıp devam ettim.
"Bu saçma tanışıyorsak ben neden hatırlamıyorum. İnsan arkadaşını hatırlamaz mı?"
Genç kız çınar ağacına doğru ilerledi. Benim dokunduğum yere dokundu. "Acı çekmemen için en iyisi buydu belki de” Rüyalar yüzünden psikologlara gittiğim günler canlandı gözümde. Histerik bir şekilde "Pek işe yaramadı sebebini bile bilmediğim bir acı çektim. Hep çektim" dedim. Amacım kimseyi üzmek değildi ama gözlerinden yaşlar süzüldü." Özür dilerim yapabilseydim o acıyı çekip alırdım senden ama sadece sen beni anneme götürebilirsin. Lütfen beni hatırla. Sevda"
" Adımı biliyorsun. Sen kimsin. Lütfen söyle bana"
Bana dönerek gülümsedi. “Vakit yok. Gitmek gerek."
Elimi tuttu" Bul beni olur mu?”
Daha soracağım bir sürü soru vardı. Birisi sert bir şekilde sarsınca kendime geldim. Çınar ağacına sırtıma dayamış şekilde duruyordum. Uyuyakalmıştım ama nasıl?
"Anne?"
"Allah'a şükürler olsun iyisin."
Beni dikkatli bir şekilde kaldırdı. "Hadi eve gidelim." Kollarımı kurtardım.
"Gidemem. O yine geldi anne yardım istedi benden"
"Kızım iyi değilsin. Eve gidelim dinlen biraz."
"Neden bana inanmıyorsunuz ya. Sadece bir kere inanın sadece bir kere. Her seferinde deli muamelesi görmekten bıktım ben."
"Kızım baban uyanmadan gidelim. Sonra…"
"Onu annesine götürmemi istedi. Sadece sen yapabilirsin dedi bana. Acısını hissediyorum anne."
Annemin gözleri yaşlarla doluydu. Tereddütlerim vardı ama o an emin oldum. Her şeyi biliyordu. Ellerini tutarak dizlerimin üstüne çöktüm.
"Anne, yardım et bana. Ne olduğunu biliyorsun değil mi? Saklamanız beni korumuyor aksine zarar veriyor görmüyor musunuz? Lütfen yardım et ki bende ona yardım edeyim"
Annem bana sarılıp başımın üstünden öptü "Anlatacağım annecim ama önce eve gidelim olur mu?" kabul ettim Beraber eve gittiğimizde yatağıma oturdum. Biraz kendime geldikten sonra annem ben sormadan anlatmaya başladı.
“Zeynep adı Zeynep’ti. Annesi ile şehirden taşınmışlardı buraya. Sebebini kimse bilmez."
Annem saçlarımı okşadı. "Çok severdi seni. Sende onu çok severdin. Sürekli onu yanına gitmek ister ondan sana masal anlatmasını seninle oyunlar oynamasını isterdin. Bir gün komşu köye buradan kimsesi olmayan bir kızcağız gelin gitti. Tüm kasaba kendisini kimsesiz hissetmesin diye düğüne gitmeye karar verdik. Abin okuldan arkadaşları olacak diye gelmeyi kabul etse de sen bir türlü gelmek istemedin. Kasabada tek tük kişiler kalacaktı. Zeynep de onlardan biriydi. Annesi hastaydı onu yalnız bırakmazdı. O yüzden seni oraya bırakmayı teklif edince o kadar sevindin ki. O günkü sevincin hala gözümün önünde. Seni ona bıraktık. O da seninle ilgilenmeyi hemen kabul etti. Çok iyi bir anne olacağını düşünmüştüm o zaman.
Durdu. Kafasını çevirip gözyaşını sildi. "Düğün devam ederken içime bir sıkıntı düştü. Telefonlar da cevap vermiyordu. Babana durumu anlattım. "Belki uyumuşlardır dedi ama ne kadar sakin görünse de onun da içine bir kurt düşmüştü. Eve yaklaştığımızda haklı olduğumu anlamıştım. Evden siyah dumanlar yükseliyordu. Baban hiç düşünmeden alevlerin için atladı. Biraz sonra kucağında seninle çıktı. Ardından Zeynep in annesi ile. Ama hasta vücudu kaldıramadı durumu birkaç gün sonra hastanede vefat etti.
“Zeynep… Ona ne oldu”
"Jandarmalara haber verdik hemen. Yangın söndürüldü ama Zeynep o evden hiç çıkmadı. Her yeri aradılar karış karış tek bir iz dahi bulunamadı. Olayın tek tanığı sen olduğun için ne bir şey hatırlayıp hatırlamadığını sordular. Ama sen tek kelime dahi etmedin.
"O günden sonra kimse görmedi mi onu"
Başını olumsuz anlamda salladı.
"O günden sonra çok uzun bir süre konuşmadın, zar zor yemek yedin. Defalarca hastalandın. Hangi hastaneye gittiysek sonuç vermedi. Sonra bir mucize oldu. Sen eski cıvıl cıvıl neşeli haline döndün. Bir gün Zeynep’in konusu geçti sen- O kim - diye sorunca onu unuttuğunu anladık. Seni yeniden mutlu görmek bizim için her şeyden önemliydi. Unutmuş olmanın daha iyi olacağını düşündük. Sen biraz daha büyüyünce rüyalar başladı. Eski haline döneceksin hiç konuşmayacaksın diye ödüm kopuyordu. Psikologlar çare olmayınca senin için en iyisinin bu kasabadan uzaklaşman olduğuna karar verdik."
“Bu yüzden mi beni yatılı okula gönderdiniz?”
Annem başıyla onayladı. Artık gözyaşlarını tutamıyordu.
“Yalnız kalabilir miyim biraz.”
Hiçbir şey söylemedi alnımdan öperek dışarı çıktı. Bende düşüncelerimle baş başa kaldım. O gün neler olduğunu hatırlamaya zorladım kendimi. Sonuç koca bir boşluk oldu. Bende zorlamayı bıraktım. Pencereyi benden sanki haber beklermiş gibi hali olan çınar ağacına baktım.
“Hatırlayacağım Zeynep abla ve seni bulup annene götüreceğim. Elimden geleni hatta daha fazlasını yapacağım söz veriyorum.”
Ailemle durumu konuştum. Hatırlamak için tekrardan bir doktora görünmem konusunda anlaştık. Öncesinde değişiklik olsun diye bağ evine götürdüler. Amaçları herkesin moral depolamak olsa da planları ters tepti. Çünkü aynı zaman diliminde amcamların da orada olacağını tahmin etmemişlerdi. Gerçi ben bu işte yengemin parmağı olduğuna emindim. Huzurumuzu kaçırmak için hep fırsat kollardı. Bunu dillendirmemiş olsam da herkesin aynı şeyi düşündüğünü biliyordum. Onlarla karşılaşmamak için eski eşyaların koyulduğu depoya kaçıyor orada kitap okuyordum. Kendime güzel bir köşe yapmıştım. Huzurluydum ta ki o koliyi devirene kadar. Eski paslanmış bir flüt üzerinde tanıdık harfler olan bir flüt. Tüm anılar saklandıkları yerlerden fırladılar.
“Zeynep abla bu ne?” Elimdeki gümüş gibi parıldayan aleti aldı. “Bu bir flüt”
"Abimin de var flütü ama onunki küçük."
"Bu biraz farklı bir flüt. Yan flüt bunun adı." anlamadığımı görünce gülümsedi. "Otur bakalım. Sana en sevdiğin şarkıyı çalayım. "Koltuğa oturup heyecanlı bir şekilde ayaklarımı sallamaya başladım. Çalmaya başladığında büyülenmiş gibiydim. Ağzım açık kalakalmıştım öylece.
“Beğendin mi?
" Çok beğendim bana da öğretir misin?”
"Öğretirim ama şimdi değil. Sen biraz büyüdükten sonra."
"Ama büyümeme çok var"
"Merak etme o kadar hızlı geçecek ki anlamayacaksın. Sana bir yan flüt alırız İsmini de yazarız üstüne."
"Senin de yazıyor mu adın üstünde."
"Evet” Üzerindeki Z. D. harflerini gösterdi.
“Söz mü?” serçe parmağını benimkine kenetledi. “Söz. Hadi şimdi sen geç odaya bende buraya toparlayıp en sevdiğin masalı okumaya geliyorum”
“Yaşasın” diye bağırıp odaya geçtim. Biraz sonra kapı çaldı. İlk başta pek önemsemedim ama sesler gürültüye dönüşünce kapıyı hafifçe araladım. Herkesi görmeyi bekliyordum ama bu amcamın oğlu Suat değildi. Annemin Suat Zeynep saplantılı bir şekilde aşık tedavi edilmesi gerek dediğini hatırladım. Bu yüzden yengemle büyük bir kavga etmişlerdi. Annemin haklı çıkmamasını isterdim. Suat sarhoştu. Zorla götürmeye çalışıyordu onu. Zeynep kolundan kurtulmaya çalışıyor ama gücü yetmiyordu. En sonunda flütü kafasına sert bir şekilde vurdu. Suat eline baktı kana bulanmıştı. Ona öyle bir tokat attı ki Zeynep yere düştü. Bir daha da kalkamadı.
"Ben sana soracağım bu tokatın hesabını." Suat flütü de alıp onu kucakladı. Yan odadan annesinin sesi duyuluyordu. Ben ise o kadar korkmuştum ki adeta olduğum yere çakıldım. Babam beni o dumanların içinden çıkarana kadar öylece kaldım. Kendime geldiğimde ise kafam bomboştu.
Elimdeki flütü yere atmamla içeri birisi girdi. Suat.
“Sevda ne arıyorsun burada. Burası bizim bölgeye giriyor bilmiyor musun?”
Cevap vermedim dehşete düşmüştüm adeta.
"Neden cevap vermiyorsun. Dilini mi yut…"
Yerdeki flütü gördü. Bana baktı. Önce şaşırsa da hemen eski haline döndü.
"Başkalarının eşyalarını karıştırmak çok kötü bir davranış."
Yerden flütü alıp bana doğru yaklaştı.
“Sendin.”
Yüzüne şeytani bir gülümseme yerleşince nasıl büyük bir hata yaptığımı anladım.
“Kim bendim. Sen iyice aklını kaçırmışsın”
Gözlerindeki o bakış o kadar korkutucuydu ki oradan hemen kaçmam gerektiğini anladım. Ben kapıya adım atar atmaz önümü kesti.
“Senin bu deli zırvalarını dinlerler mi sanıyorsun? Her zamanki gibi deli muamelesi göreceksin.”
“Çekil önümden. Gitmek istiyorum.”
Saçımdan tutup beni kenara fırlattı." Her ne kadar deli olsan da insanların aklını bulandırmana izin vermeyeceğim. O günkü yangından kurtuldun bakalım bugünkü yangından nasıl kurtulacaksın" Bağırmak istedim ama ağzımı kapattı. Boğazıma sarılan eller ile her şey kararmaya başladı. Gücümün beni yavaş yavaş terk ettiğini hissettim. Tam o sırada kapı gürültülü bir şekilde açıldı.
Kapı açılınca Suat'ın boğazımı sıkan elleri beni bıraktı. Öksürmeye başladım. Abim yanıma eğildi.
“Sevda iyi misin abicim?”
Öksürüklerim arasında zar zor cevap verdim. Kısa sürede herkes gürültüden depoya toplanmıştı. O karmaşada Suat ta kaçmıştı. Olanları herkese anlattım ama ne yengem ne de amcam bana inanmadı. Hele yengem "Kim bilir ne dedin de oğluma bunu yaptı" dediğinde abim ona öyle bir bakış attı ki. Neredeyse kaçarcasına gitmişlerdi.
Suat’ın kaçışı uzun sürmedi. İddiaları sonuna kadar inkâr etti. Bana saldırmanın bahanesi olarak ailesine hakaret ettiğimi bu yüzden kendini kaybettiğini söylemişti. Tutuklanarak ceza evine gönderilse de bunun uzun sürmeyeceğini biliyordum. Flüt tek kanıttı. Oda seneler geçtiği için üzerinde parmak izi kalmamıştı. Gün geçtikçe Zeynep'i bulacağımıza dair ümitlerim azalıyordu abim beni yanına çağırana kadar." Beraber bir yere gitmemiz gerek." Nedenini sormadım. Kafamı toplamak için belki biraz hava almalıyım diye düşündüm. Ama o eve doğru gidiyorduk. Evin çevresini jandarmalar sarmıştı. Arama köpekleri evin bahçesinde geziniyordu.
"Abi bu…"
"Bir şey bulduk" diyen bir ses böldü beni. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı.
"Zeynep abla hep buradaymış abi. Herkes onun hakkında saçma sapan şeyler söylerken o hep burada bulunmayı beklemiş."
Abim bana sıkıca sarıldı. Gözyaşlarımı sildim. "Nasıl? Nasıl bildiler burada olduğunu? "
Bir keresinde arkadaşları ile içerken onu ağacın altına gömdüğünü kimsenin onu bulamayacağını söylemiş. Sarhoş diye çok üzerinde durmamışlar. Sonra bu olay patlayınca pek ihtimal vermeseler de birisi gitmiş anlatmış durumu. Sonra işte…
"Anladım."
Bir süre sonra cesetin Zeynep ablaya ait olduğu kesinleşti. Annesinin yanına defnettiler. O gün yeniden ve son kez rüyamda gördüm onu. Gülümsüyordu yanında annesi vardı. Beni gördü ayağa kalktı. Dudaklarında dökülen sözleri anlamıştım.
"Teşekkür ederim küçük arkadaşım."