Rüya
Sokaktan gelen seslerle aralandı göz kapaklarım. Bıraksalar kim bilir daha ne kadar uyuyacaktım. Rüya görüyormuşum meğerse. Dudağımın kenarında yarım kaldı gülümseme. Uyanmak istemedim. Direndim yeni güne, devam etsin istedim seninle geçirdiğim gece.
İlk sersemliğim geçince, yattığım yerde kaykıldım, çeyizime sakladığın yastığa sarıldım. Eflatunun mor renkle hemhal olduğu kanaviçenin çapraz iğnelerinde, bahçende yetişen leylakların kokusunu çektim içime. Başımı, dizlerine yasladığımı, incecik parmaklarınla saçımın her telini ayrı ayrı okşadığını hayal ettim. Uzunca zaman açmadım gözlerimi. Kokunu duymak için derin derin nefes aldım, beyaz sabun ağır bastı. Yarı aralık panjurdan sızan güneş, bu sabah aydınlatmadı. Üşüdüm sensizlikte, hem de çok üşüdüm. Yorganın altına saklandım. Bürlendiğim karanlıkta, sonsuz şefkatine sığınıp, dertleştiğimiz saatleri hayal ettim. Uykuda konuşmak yetmedi. Tıpkı çocukluğumdaki gibi, başımdan geçenleri de içimden gelenleri de anlatayım istedim.
Gün ışığını kaçırmamak için mecbur kalktım. Mecbur kelimesine ne kadar kızardın oysaki. Kahvaltı vazgeçilmez derdin ya kallavi bir sofra kurdum kendime. Omlet bile yaptım. Hem de maydanozlu. Yerken suratıma yapışan gülümsemeyi görmen lazımdı. Küçücük saksılarda yetiştirdiğin o yeşillikleri toplayıp da soframıza baş tacı ederken söylediğimiz şarkılar geldi aklıma. Mırıldandım hatta uzunca süre. Kocaman bir bardak portakal suyunu ortak ettim bu sevince. Hemen her sabah pencerenin önüne gelen küçük kanatlı arkadaşım hem soframdan hem yüreğimden nasibini aldı. Çok uzatmadım. Yoksa akşam için hazırlanamayacaktım. Dün, olanca cesaretimi toplayıp, onu aradım. Ayrıldığımızdan bahsetmiştim geçenlerde. Senin yokluğunu o dolduruyormuş, onun yokluğu ise zifiri karanlık. Bu akşam, yemeğe gelmeyi kabullenince şaşkınlığımla heyecanım yumak olup düğümlendi boğazıma. Göz dolduran cüssesi ve yakışıklılığı, uğruna sayfalarca methiyeler yazabileceğim gamzeli gülüşüyle kapıdan girdiğini saatlerce hayal ettim. Kaç gündür zilin çalışını bekleyen ben değilmişim gibi düşüncesinden telaşlandım. Romantik bir gece olmalıydı. Alelacele yaptığım alışverişte ona bir de saat aldım. O çok pahalı olandan. Satıcı o kadar ısrar etmeseydi bu kadar yükün altına girer miydim bilmiyorum ama olabildiğince fazla takside böldürdüm. Olsun! Aydan aya öderim. Mutlu olursa her kuruşuna değer. Hani o çok sevdiği, hatırası kendinden büyük şarap var ya onu da aldım. Tanıştığımız gün içmiştik. Anımsayınca gözlerim doldu. Birkaç meze almayı da ihmal etmedim. Sofra mühim derdin hep. Tüm dertlerimizi, acılarımızı, sevinçlerimizi, kahkahalarımızı katık etmeyi öğretmedin mi ekmeğimize?
Etleri tam kıvamında pişirdim. Onun sevdiği derecede. Senden öğrenmiştim böyle pişirmeyi. Her özel gününüz de beybabama yaptığın gibi. Gerçi sen, yaşamındaki herkese özel günler yaşatmayı kendine ödev edinmiştin. Çocuk dünyamın vazgeçilmez çizgi film karakteri çıplak ayaklı küçük kızın dedesinin, her sabah ona kızarttığı peyniri de benden esirgememiştin. Biz birlikte gömmüştük o peynirin gözeneklerine anne şefkatini, baba özlemini. Uzayan peynirin her lokmasında güçlü olmayı öğrenmiştik. Çektiğimiz çizginin ardında kalanları dert edinmemiştik yüreğimize.
Birkaç yeşillikle süsledim salatayı, üzerine domates kabuğundan gül bile yaptım tıpkı senin öğrettiğin gibi. Kaşla göz arasında alışveriş sepetine attığım mumlarla tamamladım özenerek hazırladığım soframı. Kırmızı elbisemi giydim üstelik. Hep söylerdin ya kırmızı senin rengin diye. O da bana çok yakıştırırdı. Tek derdimse, pikapta dönecek plaklar. Seçmesi zor oldu ama onu da hallettim. Makyajımı tazeledim, saçımı düzelttim. Bekledim.
Plağın cızırtısı, mumların isine karıştı. Kapı zili çalmadı. Etler soğudu. Telefon ekranında yanıp sönen kısacık mesajla göğsüme çöken sıkıntıyla soluğum ağzıma sığmadı. Kalabalık hayallerle başladı, tek kelimeyle bitti. “Gelemiyorum.” Kabahat işliyormuşum gibi, gece karanlığında topladım masanın üstünde ne var ne yoksa, attım çöp kovasına. Kızgınlığım öfkeme karıştı. Pikabı kapattım. Sessizlik istedim. Sustukça kelimelerim birikti çığlık çığlığa bağırdı. Seninle konuşmak istedim. İçimdeki boşlukta asılı kalan bir tutam anıya sarıldım. Kalbimle aklım arasında kalan çaresizliğimde pişman oldum seni dinlemediğime. Ateşe yürüyen akrep gibisin demiştin, bense cesaretin efendisi olmayı tercih etmiştim.
İçinde bulunduğum mevsim gibiyim. Başım gökyüzünü selamlasa da yapraklarım yerlerde. Sesini duyar gibiyim. “Topla düşenleri.” Kırmızı, sarı, yeşil fark etmez onlar sensin. Topladım öğütlediğin gibi. Teker teker topladım. Aklım yarına gitti, yüreğim dünde kaldı. İç acılarımın toplamına rakamlar kifayetsiz kaldı. Ya da ben öyle sandım. Kaderi değiştireyim derken kedere yakalandım. Yanağımdan süzülen yaşları sildim elimin tersiyle. Erkenden yatağa gittim bu gece, yine rüyama gel diye.