Bocuk Gecesi
Bu sabah köy kokulu bir paket aldım. Görür görmez anladım, tabi benim gözler, tuz yağmuru değil sanki şelale. Ben, bir duygulan bir duygulan sormayın... Mektubun sonuna özel bir not iliştirilmiş."Bitir bakalım o tatlıyı, yoksa Bocuk gelecek sırtımıza binecek hepimizi yiyeceeeek!" Canım Ayşe Teyze'm ağlarken bile güldürdün beni. Bocuk, gelir mi gelmez mi bilemem ama hayatımda yediğim en güzel kabak tatlısına asla "Hayır" diyemem.
Her kokunun zihnimizde bıraktığı iz gibi bazı tatlar da en güzel anıları bağrında saklar. Alınan haz öyle büyülü bir şey olur ki bütün bedeni ele geçirir ve zihnin koridorlarında volta ata ata zaafları gün yüzüne çıkarır. O anıya kök salan bütün tat notalarının eşleşip yine yeni yeniden aynı tangoyu damağınızda yaşatırken bulursunuz. Tabi ki bu söylediklerim, yaşamak için yemek yiyenlere saçma gelecektir Fakat benim gibi hayatı kulak memesi kıvamında, pembeleşmiş soğan kararında yaşayarak lezzet peşinde koşanlar için ise şahane bir şey. Bu koşturmaların birikimlerini de arada bir paylaşmak lazım öyle değil mi?
Her mevsime hatta her aya bir renk yakıştırırım. Geçen yıl bu zamanlar da turuncu, kırmızı, kahve ne varsa sarıp sarmalıyor, taşırıp pişiriyordum. Tv haberlerinde Edirne'nin Keşan İlçesinin Çamlıca köyünde her yıl kışın en soğuk gününde "Bocuk Gecesi" adında özel bir festival düzenlendiğini gördüm ve araştırmaya başladım. Bocuk Gecesi, bin yıllık bir tarihi içinde barındıran Balkan kökenli bir Türk geleneği. O gece suların donması, bütün hane halkının kabak tatlısı yemesi beklenir.
Rivayete göre; ocaklardan bereketi çalan, kötülüğün simgesi "BOCUK" denilen bir varlığın, en soğuk gecede hane hane gezdiğine, kabak tatlısı yemeyen insanların sırtına binerek musallat olduğuna inanılır. Misafirliğe gelenler geç saate kaldıysa evlerine dönmelerine izin verilmez. Dönüş yolunda karşılarına Bocuk'un çıkabileceği düşünülür ve sabaha kadar ağırlanırlar. Bu nedenle yüzlerini nişastaya bulamış, korkutucu beyaz kıyafetlerlere bürünmüş insanlar, teneke çalarak gürültü yaparlar, ellerinde bal kabaklarından yaptıkları fenerlerle sokak sokak gezip karşılarına çıkanları korkutarak geleneği yaşatırlar.
Bunları duydum ya yanıma iki arkadaşımı da alarak düştüm yollara. Vardığımızda gün batmak üzereydi. Çelikten bir kış akşamında "Kıçım dondu" tabirini iliklerime kadar hissettiğim doğrudur. Tabi kızları ikna ederken beklentilerini yüksek tuttuğum için yediğim küfürleri hiç saymıyorum. Her şeye rağmen çok eğlendiğimizi inkar edemezler.
Belediye, köy meydanında günün anlamına uygun eğlenceler hazırlamıştı. Başta kabak tatlısı olmak üzere yöresel ürünlerin satışının yapıldığı tezgahlar da açılmıştı. Ayşe Teyze ile ve o muhteşem tatlısıyla o gece tanıştık. Ne yapsam ne etsem bu tatlının tarifini nasıl alsam diye düşünürken ona bir teklifte bulunmaya karar verdim. "Madem Bocuk bal kabağı yiyenlere yaklaşmıyor, o halde ben de kendi yöreme ait bir yemek tarifi hazırlayayım,diğer satıcılardan farklı bir ürün sunmuş olursun, hem senin tezgahın şenlenir hem de fazladan para kazanırsın" dedim. "Amaaa..." diyerek cümleme devam ettim. "Sen de bana bu tatlının lezzet sırrını vereceksin." Hiç itiraz etmeden "Tamam" dedi. Birlikte mutfağa geçtik.Öylesine şirin bir mutfakta yemek yapmak benim için oldukça keyifli bir deneyimdi. Buram buram yaşanmışlık kokan her bir alet edavatı zihnime kazırken bir yandan da "Sinkonta" tarifimi hem anlatıyor, hem de mizanplasını yapıyordum.
Bak Ayşe Teyze'ciğim gerekli malzemelerimiz bunlar:
800 gr Bal kabağı, ince dilimlemiş doğranmış
3 adet orta boy soğan, piyazlık doğranmış
2 adet kapya biber, julyen doğranmış (Kuru biber de kullanılabilir)
4 diş sarımsak, dilimlenmiş
6 yemek kaşığı zeytinyağı
1 yemek kaşığı biber salçası (Tuz oranına dikkat)
1 yemek kaşığı domates salçası
1 tatlı kaşığı toz tatlı biber
1 çay kaşığı karabiber
Tuz (Kontrollü koyunuz)
1 çimdik muskat
1 çay bardağı kaynar su
1 yemek kaşığı sirke
Üzeri için:
1 kase süzme yoğurt (İçine1 diş dövülmüş sarımsak eklenmiş)
4 adet ceviz, küçük doğranmış
4 yemek kaşığı zeytinyağı
1 çay kaşığı tatlı toz biber
4 adet kuru biber, sıcak suda bekletilerek yumuşatılmış ve havlu kağıtla kurulanmış
"Yemek aşkı böyle bir şey işte, pür dikkat nasıl da beni dinliyor" derken birden kahkahayı bastı. "Bu ne böyle, içinde bir ben yokum bunun, böyle kabak mı olurmuş yaa" dedi. Ben de "olur, bal gibi olur, sen bi ye üstüne parmaklarını da yiyeceksin" dedim. "Bak, iyi dinle anlatıyorum."
Klasik tarzda pişirdiğin bir tencere yemeği gibi düşün. Önce soğanı, ardından biberi zeytinyağında sotele. Salça,sarımsak ve baharatları ekleyip kokusu çıkana kadar kavur. Ardından kabakları da ekleyerek 2-3 dakika daha kavur. Daha sonra kaynar suyunu ekleyip ocağın altını kıs, kabaklar yumuşayana ve suyunu tamamen çekene kadar pişirme işlemine devam et. Kabaklar pişmezse kontrollü olarak azar azar kaynar su verebilirsin. Piştikten sonra sirkeyi ekleyip ocağın altını kapat ve ılıması için dinlendir. Başka bir tavada kuru biberleri kızartıp bir kenara al. Yoğurtlu sosu için zeytinyağını ısıt, toz biberi ve cevizleri ekleyip sadece rengi dönene kadar yakmadan çevirip ocağı kapat. Pişen bal kabağı yemeğini ortası boşluk kalacak şekilde servis tabağına al. Boş kalan kısma sarımsaklı süzme yoğurdu dök. Üzerine cevizli biberli yağı gezdir. Kızarttığın kuru biberleri de son bir dokunuş olarak yerleştir. Tatatataaaam!.. Bu da bizim Manisa'nın meşhur "Bal Kabağı Sinkonta" tarifi.
Ben ikimize birer yorgunluk kahvesi yaparken lezzetini nasıl bulduğunu sormak için arkamı döndüğümde, cevabım karşımdaydı, tadım tabağının son artıklarını masanın üstündeki köy ekmeği ile çoktan sıyırmıştı bile. İşte o an geçmişimin umduğu mutluluğun tam ortasındaydım. Huzurun çam kokulu göğsüne başımı yaslayıp hayal etmekten öte güzel düşüncelere sarılarak gökyüzünü üstüme örttüm.Ay'ın rengi turuncu, gecenin adı Bocuk'tu.