Cennetten Kovulan

Gün ağarmış, sabahın ilk ışıkları odamın içine dolmuştu. Kapatmadığım perde sayesinde güneş doğarken yüzümü okşar ve beni usulca uyandırır. Bu alışkanlığımı çok seviyorum.
Şöyle bir silkelenip soğuk bir duş alıp doyurucu kahvaltı hayaliyle “hadi bakalım” dedim, iş yerinde giyeceğim kıyafetlerimi ütülemiş sonra mis gibi kızarttığım ekmeklerle donattığım sofraya oturup kahvaltımı yapacaktım. Bu benim mesleki deformasyonum. Meslek hayatımda binlerce gün ama yeni işimin ilk günüydü. Sayısını hatırlayamadığım kadar insanla çalışmışlığım vardı. Genelde sabah erken sayılacak saatlerde gün ağarmadan kapısı açılır kar kış kıyamet kopar senin işten güçten haberin olmaz öyle bir koşuşturmanın esiriydim yıllarca. Öyle bir uzaklaşma dünyadan.Hep başkaları için çalışır kendin için yaşarsın, bu sistemde içeride kalabilmenin tek şartı onlara benzemektir, bu sistem iyileri kaldırmaz. Daldım gene derin düşüncelere sessizce hareket etmeliyim evdekileri uyandırmamam gerek erken kalkmaya kimse alışık değil çünkü.
iki yıl işsiz kalmış miskinliğe alışmış bedenimi harekete geçirmek de çok zor oldu, aklım zaten avare. Geçen hafta iş başvurumu sonuçlandırmış, sevdiğim ve hikâyesi yarım kalan işime tekrardan başka marka ile geri dönmenin verdiği huzurla derin bir nefes alıp geri sayıma geçmiştim. Alışmıştım ne de olsa yıllardır bu eziyetli işlere, yöneticilerle yaptığım son toplantıda daha önce beraber çalıştığım ancak büyük sorunlar yaşadığım İrem HANNAS adlı personel arkadaşla şirketin bana teklif ettiği iş neticesinde tekrardan çalışacak olmak beni düşündürüyordu ancak çok zaman geçti belki hatalarından ders çıkartmıştır ümidiyle işi kabul etmiş ve ailemin geçim sıkıntısını bitireceğim ümidiyle hazırlanmaya başlamıştım. Koca şehirde binlerce iş yerinde gene bulmuştuk birbirimizi, ne tesadüf ama.
Bu iş için çok ümitli heyecanlı istekli ve keyif doluydum, para kazanmanın haricinde beynimi kasıp kavuran hastalığımın beni kötü düşüncelere sevk etmesini önleyecektim, belki unutturacaktım. Alıştığım hayallere yelken açarak, avucumun içi gibi bildiğim bir işim vardı bunca zaman sonunda. Kahvaltı tabağını sıyırıp akşamdan hazırladığım çantamı son kez kontrol edip yola koyulma vakti gelmişti. Derin rüyalar âleminde olan eşim ve kızımı kapı aralığından görüp kapıyı usulca kapatıp evimden çıktım. Daha ilk adımımda yeniden iş güç sahibi olacağım fikri yüzümde tebessüme neden oldu iki kat merdiveni nasıl indiğimi, apartman kapısını ne zaman açtığımı hatırlayamadan dışarının temiz kokusu yüzüme vurduğunda anladım; gene dalmış gitmiştim.
Tren, otobüs, kalabalık derken bir saat süren yolculuğum trafiğe takılmadan bitmişti, kısa bir yürüyüşten sonra ulaştığım iş yerimin kapısına dayanmıştım. Genelde sağ ayakla içeriye girerim, gene öyle oldu ve beni bekleyen İrem HANNAS’a doğru ilerledim,ben onunla çalışacağımı biliyordum ancak o benimle çalışacağını nereden öğrenmişti? Aramızda hiçbir sorun yokmuş gibi beni ‘Hoş geldin, gel otur sana bir kahve yapayım’ gibi seri cümlelerle karşıladı. Beni gene ağına çekmeye çalışyordu, sanki misafiriyim, üstünlük kurma becerisi devreye girmişti anlaşılan. Hayallerim bu karşılama töreninden sonra suya düştü. İlk izlenimim gene kör bir girdabın içine düştüğüm olmuştu. Kim dur diyecekti böyle insanlara. Bence kimse. Çünkü şirkete kazandırıyor ve böylelikle her yol mübah şıkkı devreye giriyordu. Böyle karakterler ne yaparsa yapsın hep el üstünde tutulur, istihbaratı herkesten önce alırlar her şeyden bilgileri olur ve maça bir-sıfır önde başlarlar. Mücadele etmek zorlaşır ve sonunda pes edersin ve kaybeden çeker gider. Daha kahveyi önüme koyalı saniyeler olmuştu ki çalan telefonu aslan gibi kükrüyerek açtı. Telefonda emirler yağdırıyor tehditler savuruyordu, tanımasam kanacağım bu davranışlarına, anladığım kadarıyla müşterisiyle ilgili sıkıntıyı gene başka çalışanların üzerine yıkmaya çalışıyordu. ‘O ürün dediğim tarihte teslim edilecek’ dedi ve kapattı. Bana dönüp “Biliyorsun bu sektörde hep böyle karışıklıklar oluyor sen de bu markaya çabuk alışacaksın, zaten bildiğin bir sektör” dedi. Gene sazı eline almaya çalışıyor, beni de hâkimiyetine katmaya çalışıyordu, sessizliğimi bana biraz markayı tanıtır mısın dememle bozdum. Kılını kımıldatmadan ‘Sen zaten hâkimsin’ dedi. Birbirimizin yüzüne hiç bakmadan saatler geçti.
Mağaza dört kattan oluşuyordu ben kendi başıma mağazayı dolaşmaya başladığımda içimden etrafın düzensiz ve pis oluşunu, mutfağın kahve fincanı boşundan geçilmediğini konuşuyordum ki sözümü kesip eski takım arkadaşlarımızdan bahsi açtı. Herkesin dedikodusunu yapmaya başladı, ben nefes alamadıkça o sorgu memuru gibi sürekli benden bilgiler almaya çalışıyor beni bunaltıyordu. Şirketin sisteminden bahseder misin dediğimde bana yarım ağazla gene tam bilgi vermeden konuyu değiştirmeyi başarmıştı. Sonuçta herkes ekmeği için mücadele veriyor hiç kimse bu ekmek kavgasında başkasının rızkına göz dikmemeli ancak böyle karakterler kaostan beslendiği için onlar açısından sıradan bir durumdu bu. Kanaatimce şirketin yöneticilerinin de bu sıkıntılı personel figürlerinden haberi vardı ancak gereğini yapmadıkları için böyleleri ulaşamayacakları yerlere hızlıca tırmanıyorlardı. Ellerimi sıkıntıdan ovuşturmaya, tırnaklarımı yemeye başladım sonunda; baktım olacak gibi değil kendi kuyruğumu kendim kesmek istercesine harekete geçtim. O yokmuş gibi davranmaya başladım kendim çabalarsam belki başarır ve yönetime kendimi kabul ettirebilirim diye düşündüm ve bu doğrultuda planlarıma sadık kalarak harekete geçtim.
Zor oluyordu iletişimsizlik ancak müşteri potansiyeli de hiç beklediğim gibi değildi. Sinek dahi açık bıraktığım kapıdan girmiyor sorti atıp başka yere dadanıyordu. Ne olacaktı bu böyle. Yalnızlığın içinde kaybolup gidiyordum nefes alış verişimi dahi duyar olmuştum tam bir kaosa sürükleniyordu ben ve kariyerim. Umarsızca başka şeylerle ilgilenmeye başladım sanki iş yeri değil kafa dinlemek için bir durak gibiydi burası. İçim içimi kemiriyor resmen duvarlara anlatıyordum derdimi. Ne olacak, daha ilk günden böyle sıkıntılarla nasıl baş edebilirdim? İrem HANNAS ve ben bu koca dükkânda birbirini çok iyi tanıyan iki düşman gibiydik; o bir köşede planlarını gerçekleştiriyor ben de onun neler yapacağını kestirmeye çalışıyordum, üstelik işe başlayışımdan dakikalar sonra. Beynimi kasıp kavuran soruların hiçbirinin cevabı yoktu, acaba ben mi çok takılıyordum konulara yoksa insanlara bakış açım mı değişmişti bunca zaman; sonunda bir karar veremiyordum. Dakikalar koşar adım saatlere kavuşurken zamanın böylesine çabuk geçmesi en azından sıkıntıları hafifletiyordu eve gidince enine boyuna bu işi düşünmeliydim. Ne olacaktı, daha ilk günden bu kadarını beklemiyordum. Şirketin telefonları art arda çalıyor, ben tutuklu kalmışcasına kılımı kımıldatmadan öylece bakakalıyordum. Daha önceki iş yerinden atılmasını sağladığım İrem HANNAS’ın şimdi kucağına düşmüştüm. Üstelik maddi anlamda zor günler geçiriyordum bu işten kazanacağım paraya ihtiyacım vardı. Sanırım bunu o da biliyordu ve benimle kedi fare oyunu oynuyordu. Tren raylarına konan kuş trenden korkmaz güvendiği kanatları vardır. Benim ise bu acımasız iş ortamında düşüncelerimden başka güveneceğim hiçbir şey kalmamıştı. Ürkek çaresiz kalmıştım bir adım öteye gidemiyordum sıkışıp kaldığım şu dört duvar arasında her şey üzerime üzerime geliyordu.
İrem bir ara Bostancı Mahallesi’nde oturduğundan, rezidans dairesinin bulunduğundan bahsedeip konuyu tekrar kendi eksenine çevirerek üzerimde üstünlük kurmaya kalkıyordu zira buralarda ikamet eden kimseler genellikle varlıklı kişilerdi. Sözleri kurşun gibi geliyordu artık, biraz nefes almak için izin istedi. Daha dakikası dolmadan beni takip edip o da dışarıya yurt dışından getirttiğini söylediği sigarasından nefeslenmeye çıkmıştı. Orada olduğunda konuşmasa bile insanı yoran enerjisi beni kaçmaya teşvik ediyordu, mesai bitse de evde bu işin muhakemesini yapsam diye dualar etmeye başlamıştım. Ben kaçtıkça onun kirli düşünceleri beni kovalıyordu bir gölge gibi. Saatler epey ilerlemişti, dükkân siftahsız kapanacaktı. Bu İrem HANNAS için çok önemli değildi. İş yerini sahiplenmeyişi kazandığı paranın helallığını sorgulamama neden oldu. Bu kadar vurdum duymaz olmamalıydı bir personel. Kapanış saati geldi çattı, ünlü markadan aldığı çantasını toparladı ve benim de giyinmem için sanki emir verircesine el kol hareketleriyle beni gene yönlendiriyordu. Beklediğimden daha acı bir tecrübeydi bugün. Elim kolum bağlı ne yapacağını şaşırmış vaziyette İrem HANNAS’a baktım, giyindik ve çıktık mağazadan, hava kararmaya yüz tutmuş etrafta işinden evine koşuşturan insan kalabalığından başka bir şey gözüme çarpmıyordu. Hızlı adımlarla yolumu kısalttığına inandığım trene doğru yürümeye başladık, İrem HANNAS kolumdan tutarak ‘Gel minübüse binelim, ben ısmarlıyorum’ diyerek beni yolumdan alıkoydu. Beklemeye başladığımız sarı dolmuşlar genelde boş geçiyor ama her ne hikmetse biz binmiyorduk biraz daha zaman geçince nihayetinde bir tanesini durdurdu. Binmeyi tercih ettiğimiz dolmuşun ön koltuğu iki kişilikti ve boştu. Elimi cebime attırmadan şoföre dönüp iki Bostancı son durak dedi, benim yolum uzamıştı ancak kendisi evinin önünde inecekti bir bayana nezaket icabı eşlik ettiğimi düşündüğüm sırada boş olan koltuklara da yolcular binmeye başlamış ve yol ücretlerini şöföre taktim edecekleri sırada muavin görevini İrem HANNAS ele geçirmiş Bostancı’da inecek olan kim varsa onlara ‘A ne tesadüf ben de Bostancı’da oturuyorum şu yeni yapılan rezidans var ya’ diyordu. Bostancı cümlesine özellikle vurgu yapması dikkatimden kaçmadı; şöför yoluna bakıyor yolcular ya kafasını cana dönüyor ya da başka şeylerle meşgul oluyorken ben konuyu anlamaya çalışıyordum. Ne oluyordu bu semt veya rezidansta oturunca bu bir kimlik meselesi miydi yoksa gösteriş budalalığı mı kısa süre sonra yoldan aldığımız diğer yolcunun ücretini şoföre uzatırken İrem HANNAS’ın gene aynı cümleyi sarf etmesiyle anlamıştım. Kesinlikle bu bir davranış bozukluğuydu ama bu kız bu kadar kötü değildi ya hastalığı var ve ilerlemiş vaziyetteydi ya da hayalini kurduğu garip bir dünyada ikamet ediyordu, Böyle lüks semtlerde oturmak iftihar tablosu sanırım. Bedeni canlı tutan ruhtur öldüğünde beden çürüyor uyuduğumuzda da ruhun bedeni terk ettiği söylenir o halde beden neden çürümüyor bunu yıllarca çözmeye çalışmıştım ancak bir sonuca vakıf olamadım. İrem HANNAS bir bedene hapsolmuş ruhunu kaybetmiş ama bedeni halen sağlıklı bir kişiydi benim gözümde. Omurgası yaşından eskimiş gözleri az görmeye başlayan kafasındaki saçları sayılır adette ki ben bu kadar çetrefilli olaylardan çok sıkılmıştım, yalanların hâkim olduğu böyle düzenlerde bu kişilikler için konuşmak sadece bir araçtı. Tanrı böyle yalancı insanları yalanlarıyla gömsün, beni yoran hayat değil bunların ihtirasları, bazen öjenik ırk olduğundan bahsederken gözleri parıldayan bu kızcağaz gene de topluma kazandırılmalı hemen kalemi kırılmamalı ancak saplantılı düşüncelerle dolu dünyasında içine çektiği her kim varsa bu dünyada kaybolup gidiyordu, ya hiç bulaşılmayacaktı ya da kol kanat gerilip topluma kazandırılmalıydı. Nasıl da yakışır deli gömleği.
Çevresinde iletişimi olan bir tek ben kalmıştım, ne bir eş ne de bir dost, günleri amaçsızca akmaktaydı zavallının. Tanıdığım İrem HANNAS için değişen sadece takvim yapraklarıydı. Zaman boş bedeninde yer etmiş, ziyan olup gitmekteydi.

İlginizi Çekebilir

Her Şeye Yeniden

Serap GÜNAYDIN

Öncelikler

Nehir KUZU

Rana

Alper NAMAL