Çirkin Surat

Yabancı bir odada, yabancı eşyaların bakışları üzerimde, sabahın kör karanlığında uyandım. Nefes alamıyordum. Saate baktım. Sadece iki saat uyuyabilmişim. Ne geçmiş yakamı bırakıyor ne de gelecek kaygısı. Her zerreme kadar yorgundum. Yataktan kalkacak gücüm bile yoktu. Bir iş görüşmesine gidecektim ama yataktan kalkmak, hazırlanmak ve evden çıkmak… Zihnimin derinlerinde iki ses vardı. Kalk artık, gücünü toparla sesine karşılık, yine olumsuz bir iş görüşmesi için yataktan kalkmaya, hazırlanmaya gerek yok sesi.

Zihnimdeki sesler birbirleriyle çarpışmaya devam ederken yüreğimden de bir ses yükselmeye başladı. “Sen bu değilsin, bu sen değilsin” diyen bir ses, gittikçe yükseliyordu. “Nasıl bir çaresizlik ki günden güne seni çürütüyor. Gülüşlerini yitirdin. Kelimelerini, cümlelerini yitirdin. Umutlarını, hayallerini ve inandıklarını… Döndükçe dönüyorsun seni saran bir çemberin içinde. Neden çıkış yolu bulamıyorsun? Gözyaşları fırtınasında savruluyorsun bir uçuruma. Yok olmanın sesi, bırak kendini boşluğa diye çağırıyor seni. Sakın!”  

Sakın, diyordu gönlümün sesi. İç sesimle mi dış sesimle mi bilmiyorum konuşmaya başladım. Ses, ete kemiğe bürünmüş halde karşımda duruyordu.  “Ey gönlümün sesi! Peki, içimdeki boşluk? Ne bir sevgi, ne bir nefes, ne bir el, ne bir hayat… Kanatıldıkça kapanmayan yaralarım, değersizleştirildikçe yok olan değerlerim. Oysaki umutlarımda, hayallerimde neler neler vardı. Gün görmemiş umutlarımı, hayallerimi, demirden bir pençe söküp aldı. Yok edildi hepsi, yok oldular. Yaşadım mı yaşatıldı mı? Az da olsa yaşadıklarım fitil fitil burnumdan getirilmedi mi? Kusmadım mı mutluluk zannettiğimi. Kusturulmadım mı? İsyan etmek istedim, onu bile beceremedim.  Alıştırılmış bir sebatla buna da şükür, dedim durdum. Soruyorum sana gönlümden yükselen ses. Neden söz konusu ben olduğumda herkesin söyleyecek bir sözü vardı? Kim anladı beni? Hiç kimse… Neden anlamak istemediler, neden kör ve sağır oldular bana karşı? Neden içimdeki yangına kör baktılar? Avaz avaz bağıran sessizliğime sağır oldular? Neden biliyor musun? Onlar için sadece kendi benleri vardı. Ben onların hayatında istedikleri gibi davranabilecekleri bir sendim.” Zihnimdeki seslere ve gönlümdeki sese susun artık, dedim. Sizi dinlemek istemiyorum.

Bir yerlerde okudum ama tam hatırlayamıyordum. Denizdeki canlıların çürümesinden dolayı otaya çıkan ya hidrojen sülfürün ya hidrojen sülfitin ya da her iki gazın kokusu, denizin kokusuymuş. Ne gazı olursa olsun denizin kokusunu sevdiğimi biliyordum. Ben gibi deniz kokusunu seven çok insan var galiba. Bütün banklar doluydu. Kocaman bir ağacın altına oturdum. Midem gibi her şey boştu. Aldığım simidi yerken akıp giden hayatı izlemeye başladım. Peki, geçmişle gelecek arasında sıkışıp kalan benim hayatım? Çok az uyumuş olmamın ağırlığı iyicene üzerime çökmeye başladı. Akıp giden hayat gittikçe bakışlarımda flulaşıyordu.

-Hav, hav, hav…

-Biri mi havladı, bana mı öyle geldi? Ah be kızım, hiç biri havlar mı? Havlasa havlasa bir köpek havlar. Gerçi ses hav havdan çok hev hev gibi. Neredesin hev hev? 

-Ağacın arkasındayım.

-Kim konuşuyor, kimsin, neredesin?

-Ağacın arkasındayım, dedim ya.

-Aaaaa! Ama ama sen…

-Bağırma, herkesi başımıza toplayacaksın. Evet, ben bir köpeğim.

-Koca ağaç gövdesinin bir tarafını da senin için mi rezervasyon yapmış? Koca ağaç, bize yaptığın rezervasyon için teşekkür ederim. Çok çok uzun ömrün olsun. Dört bin, beş bin yıl yaşa, dalların kurumasın, yaprakların hiç dökülmesin. Gel bakalım buraya hev hevcik. Gerçekten hev hevcikmişsin. Nasıl bir sevimlilik, nasıl bir güzellik bu… Anneannem küçükken hep beni çirkin diye severdi. O zaman nazar değmezmiş. Sana da nazar değmesin. Seni çirkin seni… Çirkin mi çirkinsin hev hev. Tek başına burada ne yapıyorsun? Nasıl geldin koca ağaca? Ailen yok mu? Benim de ailem yok. Aman boş ver. Olsa bir dert, olmasa…

-Biraz sakin olur musun? Tek tek sor. Ben psikolog bir “pug”um. Daha bir haftalık yavruyken annemden ayırdılar. Genç bir psikolog çift aldı beni. İlk başlarda bana çok iyi baktılar, çok sevdiler. Danışanlarıyla seansları sırasında yanlarında oluyordum. En çok kadın sahibimin danışanları dikkatimi çekiyordu. Danışanlarının çoğuna yakını kadındı. Kulaklarımı dört açıp dinliyordum. Seanslar sırasında anlatılanlar karşısında kâh çok üzülüyor kâh çok kızıyor kâh da gözyaşlarımı tutamıyordum. Duyduklarım karşısında bir şeyler yapmalıydım. Günlerce ne yapabilirim diye düşündüm. Geceleri sahiplerim uyurken evdeki kitapları karıştırıyordum. Bazı geceler sabahlıyor, tüm bilgileri yalayıp yutuyordum. Danışanlarının seanslarında onlara yardımcı olmaya çalışıyordum. Onlar ise beni çok havlıyorum diye susturuyorlardı. Bebeklerinin olacağını öğrendiklerinde her şey değişti. Kadın sahibim sürekli kusmaya başladı. Beni görmek bile istemiyordu. Erkek sahibimle benim yüzümden sürekli tartışıyordu. Erkek sahibim bir tartışma sırasında sinirli bir şekilde beni kucağına alarak arabasına koydu. Kaç gün oldu, burası neresi bilmiyorum. Arabaların ve insanların kalabalığından çok ürktüm. Dünden beri bu ağacın altındayım. Sen ne yapıyorsun bu ağacın altında? Arabaların ve insanların kalabalığından mı korktun?

-Yani sen de benim gibi bu hayatta tek başına kaldın. Gece çok az uyuyabildim ve bütün günü iki saat uykuyla geçirecekmişim gibi görünüyor. Bugün iş görüşmem vardı. Görüşmeye gidip gitmeme kararsızlığı ile uzun süre yataktan kalkamadım. Geçmiş, gelecek, sesler arasında savrulurken kalktım. Ne zaman önemli bir işim olsa bacaklarım ve karnım sorun çıkarır. Önce bacaklarımla sonra da karnımla konuştum. Derdiniz ne? Tombik olduğunuz yetmiyormuş gibi birde şiştiniz mi bacacıklarım? Birazdan da karnım ağrımaya başlar. Bak karnım sana söylüyorum. Sakın ha ağrıyayım deme. Kocaman oldunuz artık. Küçük bir çocuk gibi davranıyorsunuz. Sonra arkadaşımın sözleri aklıma geldi. “Güzel şeyler düşün hemen, sil zihnindeki olumsuz düşünceleri ve evrene pozitif enerji yolla.”

-Anlaşılan ilk danışanım sen olacaksın. Arkadaşının dediğini yaptın mı?

-Yaptım, yaptım. Canım evren, bugün çok güzel bir gün olacak. İşe başvuru yapan ne kadar sarışın, kumral, sütun bacaklı, mavi-yeşil gözlü, botokslu, sanki manken ajansından çıkıp gelmiş görünümlü tüm adayları ekarte ediyoruz. İş benim, iş beniiiimmm! diyerek evrene mesaj yolladım. Lakin bir yerlerde yolunda gitmeyen bir şeyler oldu ki mesajım ulaşması gereken yere ulaşmadı. Ben hareket ettikçe kafamda cümleler birbirini kovalıyordu. Ne giyeceğimi bilemiyordum. Tostombik bacaklarla etek olmaz. Elbise? Cıııkk… Kurtarıcı siyah pantolonum neredesin? Buldum seni, gel bakalım. Çek karnını içeri, biraz daha, biraz daha… Pantolonumla başlattığım içine girme savaşının kazanı ben oldum ve şükür içine girebildim. Su bile içmek yok. Yoksa düğme fırlama kazasına uğrarsın. Siyah kazak, siyah mont, siyah çanta, siyah gözlükler. Hiç de fena görünmüyordum. Siyah botlarım çıkıyoruz artık evden, diyerek kapımı kapadım. Kafamdaki cümleler hiç soluk almıyordu. Sözde günü olumladık, pozitif enerji neredesin? Of çekmekle geçecek bugün. Dolu dolu dolmuş bir dolmuş sonunda gelebildi. Biraz arkaya kayın, of çok sıkıştım! Şoför beyciğim, müsait yerde lütfen. Şoför beyciğimi içimden söyledim değil mi? İş benim, iş benim diyerek görüşmenin olduğu binaya girdim. Sizin burada ne işiniz var? Burası mankenlik ajansı, film stüdyosu değil. Pozitif enerji, pozitif enerji, evreeennn…

-Eee! İşe alındın mı?

-Size döneceğiz diyerek dönmeyenler listesine bir görüşme daha eklendi. Ekle ekle bitmiyor. Anlayacağın oflar derya oldu, ben de sandalcık… Deniz kokusunu çok severim. İş görüşmesinden çıkınca hemen buraya geldim. Çek kızım çek, çek içine içine çek kokuyu. Oohhh! Buraya gelinceye kadar su bile içmedim, gelirken bir simit aldım.  Simit yer misin? Köpekler simit yer mi?

- Daha önce hiç yemedim ve köpekler simit yer mi bilmiyorum. Çok açım. Bir parça verirsen öğrenmiş oluruz. Hımmm, hiç fena sayılmaz, bir parça daha…

-Benimle, ilk danışanınla gelmek ister misin? İstersin, istersin. İkimiz de yalnızız. İkimizin de ailesi yok. Birlikte yaşar gideriz. Karnımla, bacaklarımla, eşyalarla konuşmaktan kurtulurum. İkimizin de sadece sevgiye ihtiyacı var. Sadece sevgi…

-Gelirim ama nasıl gideceğiz eve?

-Şimdi beni dinle, şöyle yapacağız. Seni çantama koyacağım, sakın hevleme ve başını çantadan çıkarma. Yoksa dolu dolu dolmuş bir dolmuş bizi almaz.

-Aferin çirkinim! Sözümü dinledin. Uslu bir hev hevsin. Mahalle bakkalı ressamımızdan sana bebek şampuanı alalım. Bebek şampuanı ile yıkayabilirim galiba seni. Tüylerinin arasına yuva yapmış şu pirelerden kurtulmalıyız. Bu arada artık ben ne yersem sen de onu yiyeceksin. Öyle özel mamalar falan bekleme benden. Şampuanımızı da aldık. Eve girer girmez banyoya anlaştık mı?

-Anlaştık!

-Rahat dursana hev hev. Kapatacağım suyu. Gel bakalım sarılalım havluya. Aferin! Aferin, çirkinime. Saç kurutma makinesiyle de kuruttursam seni, oh misss! Çirkinim ya, pirelerin daha gitmemiş. Bunun için ne yapmak gerekli acaba? Google dayıya soralım mı? Herkes Google amca der, biliyor musun? Ama ben dayı demeği tercih ediyorum. Amca sözcüğü kocaman bir soru işareti… Amaaan, boş ver! Hımm, hımmm. Tamamdır.

-Ne diyor Google dayı, bana da söylesene.

-Google dayı diyor ki pireler için seni veterinere götürmem gerekliymiş. Yapılması gereken iğnelerin varmış. Bulacağız bir çaresini, hiç üzülme. Gideriz veterinere.

-Sen de hiç üzülme artık. Çok güzel bir gelecek bizi bekliyor. Bu arada bana sürekli hev hev demekten vaz geç.

-Sana bir ad bulalım. Hadi düşünelim. Iııı, Boncuk? Cık, olmaz. Kuş adı. Pamuk? Olmaz, kedi adı. Fıstık, fındık yok ceviz… Ha ha ha, kuruyemiş köpüş. Köpüş? I ıh. Çirkinim ne olsun adın?

-Dalga geçme lütfen. Yiyecek, içecek, incik boncuk adı istemiyorum.

-Bir baksana bana. Aaaa, buldum, buldum! Çirkin Surat. Evet, evet! Evet, Psikolog Çirkin Surat! Nazar da değmez hem. O zaman Çirkin Surat, Çirkin Surat’ım, hoş geldin evime, hoş geldin hayatıma, hoş geldin gönlüme…

“Hav, hav, hav, hav…”

“Elimdeki ıslaklık neyin nesi? Havlama? Neler oluyor? Aman Tanrım, uyuyakalmışım!” Uyandığımda yanımda sevimli mi sevimli bir Çirkin Surat vardı. Bir yandan havlıyor bir yandan da elimi yalıyordu. Galiba beni uyandırmaya çalışıyordu. Güneş batmak üzereydi ve yağmur çiselemeye başlamıştı.

 


İlginizi Çekebilir

Eller ve Elalem Ne Der

Yeşim ŞANTAŞ DERE

Uzak Ülke'de

Erdal BELEN

Aynıyız

Sema ZENGİN