Damla şu son birkaç ay içinde yaşadıklarına anlam vermekte zorlanıyordu. Ne kadar hızlı gelişmişti her şey, ama kararından son derece memnundu en önemlisi huzurlu hissediyordu.
Ailesiyle daha okul yaşamı başlamadan İstanbul’a taşınmışlar, orada büyümüş ve okumuştu tüm okulları. O zamanlar daha sakin ve huzurlu bir şehirdi, eskilerin birbirlerini saygıyla selamladıkları, hal hatır sordukları, mahallede çoğunluğun birbirini tanıdığı, çocukların sokakta oynayabildiği, Bağdat caddesinde Chevrolet otomobillerin dolmuş olarak kullanıldığı, hatta çift yön olmasına karşın trafiğin bu kadar yoğun olmadığı o eski yıllar.
Yaz akşamları Kalamış ya da Fenerbahçe sahilinde çay bahçelerine gidildiği, Belvü’nün meşhur olduğu yıllar…Sonradan ne olmuştu da bu güzel şehir bu derece bozulmuş, üç dört katlı apartmanların yerini gökdelenlerin aldığı , ağaçların kesilip otopark yapıldığı , beton kaplandığı nefes alınamayan bir şehir halini almıştı.
Üstelik yeni apartmanlarda insanlar, bırakın diğer komşuları karşı komşularını bile tanımıyordu. İletişim neredeyse hiç yoktu ve bu çok doğal karşılamaya başlamıştı çoktan. Bireysel hayatlar yaşanıyor, kimse diğerinin ne sıkıntısını ne sevincini biliyor en ufak bir paylaşım olmuyordu. Ölümler bile yalnız yaşanır olmuştu.
Yoğun iş saatleri ve trafik insanları o kadar zorluyordu ki evlerine geldikleri zaman bile sakinleşmekte zorluk çekiyorlardı. Doğal olarak aile içi iletişim de bundan nasibini almış gidiyordu. Aile içi şiddet artmıştı. Ailelerin bir arada geçirdikleri zaman azalmış yerini sosyal medya ve internet almıştı. Çoğu ailede artık akşam yemekleri bile aynı sofrada yenmez olmuştu. Gelen, bir şeyler atıştırıp odasına ya da koltuğuna gömülüyor, göz teması kurulmadan, sohbetsiz muhabbetsiz akşamlar geçiyordu.
Damla alıştım zannettiğini sanıyordu ama bir gün hiç öyle olmadığını anladı. Ne zamandır mutsuzdu, bunun farkındaydı ama ne yapacağını bulamıyordu. Bir akşam ‘’artık yeter ‘’ dedi. Bu şehirdeki vakti dolmuştu. Ne zamandır iş yerine de istemeyerek gittiğini fark etti, sabahları ayaklarını sürüye sürüye gidiyordu. Ne içindi tüm bunlar? Düşündü taşındı ve kararını verdi emeklilik dilekçesini işleme soktu. Yakınlarda hak etmişti zaten.
Kimse birbirinin sessiz çığlıklarını duymadığından her kafadan bir ses çıktı. Herkes kendince yargıladı ama tüm bunların hiç önemi yoktu Damla için. Tüm dış seslere kulaklarını tıkamıştı. O karar almadan çok düşünür ama bir kez aldığı zaman da kimseyi duymazdı. Herkesin düşündüğü kendini bağlardı çünkü.
Emeklilik ikramiyesine biriktirdiği üç beş kuruşu da ekleyerek, Ege’de bir sahil kasabasında küçük, yeni yenilenmiş bir ev aldı. Pek adı duyulmayan bir yer olduğu için fiyatlar uygundu. Birkaç yıla kalmaz buraları da keşfederlerdi ya nasılsa.
Aldığı ev denize 50 metre kadar biraz tepede, önü yemyeşil çimenler ve ağaçlarla donatılmış, mis gibi çiçek kokularının birbirine karıştığı doğanın insana canlılık kattığı bir yerdeydi. İki odalı tek katlı, açık mutfaklı küçük bir salondan oluşuyordu. Ama en önemli yeri önündeki küçük verandasıydı. Gün boyu ağaçlardan dolayı serin oluyor ve hayatı burada geçiyordu.
Taşınalı bir ay olmuştu , yakınlardaki birkaç evin sahipleriyle tanışmış, kafasına uygun bulduklarıyla görüşmeye başlamıştı bile. Daha ilk günden bir ihtiyacı olup olmadığını sormaya gelmişler , taşındığı gün yemek bile getirmişlerdi, ne güzel adetlerdi tüm bunlar.
Sabahları erken uyanıyor, serin olmazsa denize girip geliyor sonra kahvaltısını ediyordu. Alışkanlıklarını bile değiştirmeye başlamıştı. Sahildeki küçük bakkal ona çocukluğunu hatırlatıyordu. Eksiği varsa ona uğruyor, hayırlı işler dileyip siftah parası atıyordu. Önceleri İstanbul’dan geleceğini duydukları zaman ‘’burnu büyük olur böylelerinin‘’ diye düşünmüşlerdi ama tanıyınca fikirleri değişmişti hemen.
Damla iyice yerleşip çevreyi tanıdıktan sonra en yakın arkadaşını davet edecekti. Yeni hayatını paylaşmak için sabırsızlanıyordu. Her geçen gün daha çok alışıyor ve ‘’ iyi ki gelmişim ‘’ diyordu.
Odalardan birini kendi yatak odası yapmıştı , diğer odaya da büyük bir kütüphane ve bir kanepe koymuştu , misafiri gelirse diye. Ona yetiyordu da artıyordu bile.
Şimdilik ilk yıl dinlenme, çalışmama kararı almıştı, gelecek yıl duruma göre karar verirdi. Acelesi yoktu hiç. Emekli maaşı ile rahatça geçinip giderdi burada.
Yandaki evde yaşayan çift, yakınlarda yurt dışında yaşayan yeğenlerinin geleceğinden bahsetmişler hummalı bir hazırlık yapıyorlardı. Son üç yıldır yaz tatillerinde gelemediği için çok özlediklerini söylüyorlardı. Ertesi sabah gülüşmeler geliyordu yandaki evden , anlaşılan beklenen misafir gelmişti.
Kafasını kaldırıp baktığında kendi yaşlarında güler yüzlü bir bey başıyla selamlamıştı kendisini. Hiç yabancılık çekmemiş doğal bir işaretle Damla da gülümsemişti.
İkinci gece Damla’yı akşam yemeğine davet ederek bir jest yaptılar, böylece Kenan’la tanıştı. İkisi de çevre ve kültür gezilerine meraklı olunca ortak plan yapıp çevreyi keşif turlarına çıkmaya karar verdiler. Farklı koylarda denize girip , sohbetler etmeye, yöresel yemeklerin tadına bakmaya başladılar. Damla için hiç tahmin etmediği bir dönem başlamıştı, olabildiğince keyfini çıkarmaya çalışıyordu. Ne güzeldi şu huzur dedikleri şey!