Eskilerden Bir Nota
Bir bardak çayda arıyorum zifiri karanlığımı,
Gölgemle deniz arasında kalıyorum bir süre.
Hangisi ben?
Duygularımın gelgitli olması bende denizmişim hissi uyandırıyor.
Çift kişilik yaşamımda; kaybeden de kazanan da yok.
Sırılsıklam kaçarken kendimden…
Ayağım tökezliyor, takılıyorum…
Sonra çığlıklarla uyanıyorum yeni bir rüyaya…
Gölgem bana inat koşarken asfalt caddelerden,
Ben ona inat yavaşlıyorum, duruyorum.
Hayatımı, neden ağladığını bilemeyen ve cevabı bilgisayara soran bir adam gibi yaşıyorum. Hani her şeyin cevabı var ya onda…
Sonra komik bir fıkra geliyor aklıma.
Fıkranın komikliğinden çok kendi komikliğime gülüyorum.
Ruhum; tanımadığım bir evin, tanımadığım bir odasındaki aynada saklı.
Kendimi kaybediyorum.
Alacakaranlık kuşağı misali -o da neyse-korkutmuşum kendimi…
Peki, kendimden kaçarken nerelere saklanmışım?
Kendimi kendimden kimler korumuş?
Öğrenmeye karar veriyorum sonra...
Kimim ben?
Bu soruyu sorabilmemin şaşkınlığıyla…
(Evet, şaşkınlığıyla…Şayet kendini tanıdığını sanan ama tanımayan, üstüne üstlük tanıdığını iddia edip, bu sorunun saçmalığından dem vuran insanlar var aramızda) …atıyorum kendimi biçare o eve.
Pek uzun olmayan -ki bu beni de bir hayli şaşırtıyor- yoldan geçiyorum.
Bu yol bana ne karanlık ne de aydınlık geliyor.
Sanki bilinmezlik bana kafa tutuyor.
Ama o hengâmede bile kendime benzetiyorum o yolu.
Demek ki özlemişim kendimi.
Bu hasretle daha bir kararlı adımlar atıyorum kendimi bulmak için.
Hülyalı gece de kâbuslar görüyorum.
O kısacık yolda hem geçmişimi hem bu günümü hem de yarınımı yaşıyorum.
Sanki anılar o kısacık yolda sıraya girmiş, suratıma çarpıyor.
Soğuk su misali bütün olmuşları ve olacakları…
O kısacık yol aynı anda bana
Ölüm, yaşam, tuzak, umut, güç, hırs, mutluluk ve mutsuzluk oluyor.
Yine aynı anda bitiyor,
Eve vardığımda artık kendim olmaktan çıkıyorum.
Ayaklarım yalpalaya yalpalaya tırmanıyorum merdivenleri.
Göreceklerimden habersiz, umutla ve umutsuz yaklaşıyorum kendime.
Her adımda dizlerim, sonbaharda salınan yapraklar gibi daha da şiddetli titriyor.
Kapının kolunu avucumda hissediyorum, avucum yanıyor.
Yine aynı anda hiç beklemediğim bir korku dalgası titretiyor vücudumu.
Bir an ama sadece bir an olabildiğince uzağa kaçmak istiyorum.
Kendimi kendi haline bırakıp…
Geriye dönmek ve arkama bakmadan gitmek istiyorum.
Avucum hâlâ kapı kolunun kavuruculuğunu tadarken…
Benim de damağıma korkunun tadı peydahlanıyor.
Bir cesaret atıyorum kendimi odaya…
Aynanın üstündeki tozlu çarşafı sıyırıyorum,
(Demek ki; çok uzun süre kalmışım)
Koca aynanın ihtişamına vuruluyorum ilk önce,
Gördüklerimin de etkisiyle,
Küçülüyor küçülüyor…
Adeta bir çocuk gibi kalıyorum yanında.
(Ne mi görüyorum?)
Ucu bucağı görünmeyen…
Yerle göğü birleştiren…
Elmas elmas parlayan bir deniz görüyorum.
Ben ağzım beş karış açık bakarken aynaya,
Kendi sesimi duyuyorum uzaktan.
Aynadaki bensem gölgemdeki kim?