Gayya Kuyusu
Sesler kesildi… Sonunda sesler kesildi. Sevgililer çekildi ağaç altlarından. Ağaçlar bana kalmıştı; rüzgar, deniz bana kalmıştı. Kuşlar hala çığlık çığlığa. Kuşlar hala sarsılmadan uçuyor. Nasıl böyle uçuyorlar? Hep dimdik kanatları her zaman hedefe kilitli sanki gözleri, başları hep önde. Merak ediyorum adlarını, türlerini tepemdekilerin… Bir karganın karga olduğunu biliyorum sırtımı yasladığım ağacın dalından bet bet bağırdığı için. Diğerlerinin adını ötüşlerinden öğrenebilirim ancak. Bir hevesle yazıyorum internete. Bülbül sesi, serçe sesi, ebabil sesi, kırlangıç sesi... Tek tek, tekrar tekrar dinliyorum hoşuma gidiyor ama hala ayırdında değilim ne ebabilin ne bülbülün. Kuşların ötüşlerini öğrenmeye karar veriyorum martıdan, kargadan hariç. Ebabilin uçarken uyuduğunu bilmek dışında ötüşünü her seferinde tanımayı hedef koyuyorum kendime. Ama uçarken uyumak...nasıl bir lütuftur Tanrıdan. Dünyaya insan olarak gelişime hayıflanıyorum. İnsan ruhu, özellikle de benim ruhum çabuk değişir. Hayıflanmayı bir kenara atıp şükrediyorum. Kuşları yarattığı için. Bana bir rüzgar verdiği için, bir deniz, bir ağaç… Bir gün batımı daha hediye ettiği için. Bugün bu ağaçların arasında bana insansız birkaç saat bahşettiği için özellikle müteşekkirim.
Tüm bu dinginliği saç tellerime kadar yaşarken seçmediğim insanlardan ne ara bu kadar tiksindiğimi; parklarda, sahillerde, fareler gibi kısıldığımız apartmanlarda tek bir seslerine tahammül edemez noktaya nasıl geldiğimi de düşünmeden edemiyorum. Fark edemiyorum kaç yıldır kolladığımı, evin en ses gelmeyen köşesini, koruların insanlardan en arınmış; plajın, sahilin en tenha yerini.
Ne zaman oldu diye sormayı bırakıyorum. Artık yaşam böyle işte. Eğer konmuşsam, bulmuşsam böyle bir yer, çölde bir vahaymış gibi huzur duyuyorum. Yalnızlığı, sessizliği kutsuyorum. Sokakta arsızca bağıran komşu çocuğunun sesini unutuyorum. Yapay bir şelalenin dibinden muhteşem bir mimariye bakarken teklifsizce o dibe sokulup sigarasını yakan kızın ağır abi konuşmasını duymamaya çalışıyorum. Yere tüküren çöp atan insancığı, kendi gibi olmayana tumturaklı bir küfür eden amcayı hatırımdan siliyorum. Karşı pencereden gelen siyasinin yıldıran sesine pencereyi kapatıyorum. Bunun gibi bir sürü şeyi hafızamdan siliyorum. Bu kadar tiksindiğim için mi beni buluyorlar? Hep bunlara mı odaklanıyorum ondan mı oluyor ki? Sorular cevapları kovalıyor, cevaplar soruları; kafamın içinde. Sonra Sartre'nin cümlesi geliyor aklıma. Hangi kitabındaydı hatırlamıyorum zaten sadece Bulantı'yı okudum. “Başkaları cehennemdir.” Bu kadar sert mi düşüncelerim pek bilemiyorum ama başkaları bana cehennem olmaya başlayalı epey olmuş gibi. Rüzgarı sırtıma alıyorum ebabil kuşunun sesini kulaklığıma ve ağaçları kollarıma… Gözlerimi açıyorum; netameli sokaklara, kalabalık ve durmadan bağıran, konuşan insanların içine doğru yola koyuluyorum.