Ufak bir kıpırtıyla başladı her şey ve müjde olarak devam etti. İlk olarak varlığını hissettirdin ve kalp atışlarınla mutlu ettin. Günler geçtikçe büyüyordun, sen ve sevgim beraber büyüyordunuz. Seni sevmek hayal ettiğimden bile güzelmiş. Ancak sancılıydı seni sevmek, ağrılar her gün biraz daha artıyordu. Umursamıyordum, dünyaya gelecektin ve dünyam sen olacaktın. O gün geldiğinde çok korkuyordum ancak kendimden değil senden ayrı kalma ihtimalinden korkuyordum. Deniz mavisi bir elbise giydirdiler. Deniz ben olmuştum dalgalarımsa sen. Her çırpınışım da dalgaların biraz daha büyüyüp sıklaşıyordu. Çölde gibiydim susamıştım su vermediler. O an anladım ki bu çölün vahası sen olacaktın. Sedye ile bir odaya götürdüler. Soğuk buz gibi bir oda; bembeyaz duvarlar ve ameliyat malzemeleri ile içim ürpermişti. Loş ortam ışığın şiddetiyle aydınlanmıştı. Deniz mavisi elbisemi açıp karnımı kahve rengine boyadılar ilaçla buz kesti tüm bedenim. Nefes almakta zorlanıyordum ve yavaş yavaş her şey kararmaya başlamıştı. Önce gözlerimdeki görüntü sonra sesler yavaşça kısılmaya başlamıştı. Her şeyin güzel başlayıp sonsuz hüzünlü bir veda ile bitmesini istemezdim. İdama giden mahkûmun celladını beklemesi gibi bekliyordum. Son bir isteğin var mı diye sormasını istiyordum. Seni kucağıma alıp kokunu bir kez dahi olsa koklayabilmek istiyorum diyebilmek için. Ancak gelen olmadı. Ufak bir ışık görmüştüm, bedenimin yorgunluğu gözlerime vurmuştu. Ellerim seni aradı ancak seninle olan bağımı koparmışlardı ve ismini defalarca bebeğim diye ağlayarak haykırdım. Yoğun bakımın kapısı açıldı ve hastanenin soğuk odasını ısıtan bir sıcaklık doldurdu yüreğimi ve sen doğmuştun. Adını hasret koydum duydukça sana nasıl hasret duyduğumu anlaman için benim adımı sorarsan herkes aynı ismi söyler sense adıma Anne dersin.